Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Sekreteri Mustafa Kuleli bu günleri „Hiç bu kadar zorlanmamıştık“ sözleriyle tanımlıyor.
Mustafa Kuleli: Basın özgürlüğünü soyut bir kavram olarak değil, öncelikle meslektaşlarımızın cezaevinden kurtarılması olarak görüyoruz. Ayrıca haber merkezlerinde sansürün, otosansürün bitirilmesi ve meslektaşlarımızın ekonomik, sosyal haklarının korunmasını ifade ediyor. Çünkü basın özgürlüğü, aynı zamanda insanların aldığı maaşlarla da ilgili. Bu sorunu insanlara pek anlatamıyoruz. 500 avro ortalama maaşla çalışan bir gazeteciden basın özgürlüğü kahramanı olmasını bekleyemezsiniz. Süpermen de gazeteciydi ama bizim Süpermen olmamızı beklemeyin. İnsanların aileleri, çocukları var ve tabii ki işten atılmaktan fazlasıyla korkuyorlar. Bunun için basının özgürlüğü sadece etik bir kod ya da hükümetle ilgili değil, maaşla, sigortayla ve iş güvencesiyle de ilgili.
Örgütleniyoruz. Şu anda altı tane toplu sözleşmemiz var. Bunlar daha çok alternatif basın, yani Cumhuriyet, BirGün, Evrensel, Yurt, Bianet gibi kurumlar içindi. Arkadaşlarımızın maaşları yükseldi, çalışma şartları biraz daha düzeldi. Şimdi ana akım medyaya doğru bir faaliyete başladık.
Çok yavaş ve çok gizli, adeta iğneyle kuyu kazar gibi. Oradaki arkadaşlar işlerini kaybetmekten korkuyorlar. Bu arada medya pazarı da istatiksel olarak küçülüyor. Bunun sebeplerinden biri siyasi baskı, bir diğeri de patronların bu işlerden yavaş yavaş çıkmak niyetinde olmaları. Türkiye'de medya sahibi olmak kârlı değil, hemen hemen bütün şirketler zarar ediyor. Dolayısıyla insanlar işini kaybetmek istemiyor. Sendikaya politik motivasyonlarla üye olanlar da var; “cezaevine düşersem, sahip çıkan olsun“ diye. Herkes bir gün bir hashtag olabilir…
Türkiye hiçbir zaman meslektaşlarımız için kolay bir ülke olmadı. 1970 ve 1980'lerde de gazeteciler öldürülüyordu, 1990'lardaysa özellikle Kürt gazeteciler öldürüldü. Şu an belki sokaklarda öldürülmüyoruz ama hapse atılıyoruz ve bu baskıyla gazetecilik yapma imkanı ortadan kaldırılıyor. Böyle bir ortamda dayanışma gitgide önem kazanıyor.
Biraz eleştirel yaklaşacağım ama öncelikle Türkiye'nin sol kesiminde oldukça yankı uyandırdığını söyleyebilirim. Frankfurt/Oder'de post-sosyalizm üzerine çalıştığım sırada, tabii ki buradaki sol gazeteleri takip ediyordum. Yani taz'ı daha önceden de biliyorum. Anladığım kadarıyla, öncelikle Türkiye'deki gazetecilere yönelik çalışıyorsunuz. Fakat bir gazetecinin Türkiye'de yazmama nedenleri taz.gazete'de de mevcut olacak, öyle değil mi? Peki anneannem nasıl okuyacak bu haberleri? Belli bir yaş seviyesinin üzerindekiler interneti sadece Facebook üzerinden kullanıyor.
Türkiye'de bu konuda farklı çalışmalar var. Örneğin biz „Journo.com“da Facebook'un chat bot'unu kullanıyoruz, yani haberlerimiz chat üzerinden okuyucuya ulaşıyor. Robotla chat yapıyorsunuz, o da size Facebook chat'i üzerinden haberleri anlatıyor.
Aslında algı yönetimi uzunca bir süredir bu şekilde ilerliyor. Gazeteciler insanların ne okuduklarıyla değil, okuduklarını nasıl algıladıklarıyla ilgileniyor. İnsanlar hoşlarına gidecek haberleri talep ediyorlar. Bunun nedeni de kutuplaşma. Türkiye birkaç eksene bölünmüş durumda. Türk-Kürt ekseni, Laik-İslamcı ekseni, Alevi-Sünni ekseni gibi. Bu durum AK Partili okuyucu gibi, CHP seçmeni için de geçerli. Duymak istediklerine ulaşmak için Sözcü okuyor, gerçeğin ne olduğuyla ilgilenmekten ziyade, kendilerini iyi hissettirecek köşe yazarlarını okumayı tercih ediyorlar. Bu da gazetecileri taraf olmaya zorluyor. Tabii ki güncel durumda bunu konuşmak biraz lüks kalıyor.
■ Mustafa Kuleli, 1985, İzmir doğumlu. Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Yükseköğrenimine devam ederken Evrensel Gazetesi ve HaberVesaire'de muhabirlik yaptı. Hayat Televizyonu ve İMC TV'de çeşitli programlar hazırladı, sundu. NTVMSNBC ve Diken'de editör olarak çalıştı. Journo Yayın Yönetmeni ve Gazeteciler Sendikası Genel Örgütlenme Sekreteri.