Haklarında tahliye kararı verilen 21 gazeteci özgürlüklerine kavuşamadı. Tahliye isteyen savcı ve kararı veren hakimler açığa alındı.
Çok garip şeyler oldu. Bir seferde anlaması zor şeyler. Bir grup gazeteci cezaevinden çıkarken, aynı anda yine cezaevinin yolunu tutuyorlardı. „Schrödinger’in Kedisi“ paradoksunda olduğu gibi. İçini göremediğimiz kutu yargı sistemi; kedi ise gazetecilerdi.
Çoğu 15 Temmuz darbe girişiminden günler sonra tutuklanmıştı. Silahlı örgüt üyeliğiyle suçlanıyorlardı. Bunu tutukluluklarının altıncı ayında öğrenebildiler. Cezaevine girdikten sekiz ay sonra ilk kez dışarıya çıktılar. Ama tutuklu nakil aracı içinde adliyeye yapılan bir yolculuktu bu. Beş gün boyunca, bir umutla 77 km gidiş, 77 km dönüş, toplam 770 km yol kat ettiler. Yirmi altı kişiydiler. Duruşma savcısı beşinci günün sonunda „Yarısını serbest bıraksak?’’ dedi. Hakim cömert davrandı, „Yirmi bir tahliye’’ yönünde karar verdi. Herkes şaşırdı. Beşi üzüldü. Dışarıdaki ailelerin çoğu sevindi. Bazıları çok ağladı, „Bizimkiler niye serbest kalmıyor? Onlar örgüt üyesi değil’’ dediler.
Altı yıl önceki Oda TV davası geldi aklıma. O zaman başka gazeteciler cemaat kadrosundan polis ve savcıların ürettiği sahte delillerle tutuklanmışlar, örgüt üyesi ilan edilmişlerdi. O dönem olan biteni güvenli taraftan izleyen cemaat medyasının gazetecileri, bugünün örgüt üyeleri oldu. Eskiden sahte deliller üretiliyordu, şimdi delil namına sadece haberler ve tweetler sunuluyor. Ordudaki tasfiye planlarını duyuran, bu nedenle bir darbe olabileceği öngörüsünü paylaşan yazılar da iddianameye göre gazeteciliğin değil, örgüt üyeliğinin deliliydi.
Ama mahkeme buna pek ikna olmadı ki, tahliye ağırlıklı bir karar verdi. Serbest kalacakların yakınları hemen cezaevine koştu.
Haberi alan Bugün Gazetesi eski muhabiri Cihan Acar’ın annesi Melek Acar, Edirne’den yola çıktı. Belki oğlu bırakılır umuduyla iki gündür mutfaktaydı. Duruşmaya yüksek tansiyonu ve kalbinde çarpıntısı olduğundan gitmemişti. Cihan onun heyecanlanmasını istemiyordu.
Zaman Gazetesi’nde 15 yıl meclis ve CHP muhabirliği yapan Habib Güler’in eşi de duruşmaları izlemek için Manisa’dan gelmişti. Eşi serbest kalırsa, beraber Ankara’daki evlerine dönmeyi, hatta orada bir çorbacı açmayı hayal ediyordu. Eşi artık gazetecilik yapamazdı ki… Çorbanın fikri de kendisi gibi insana iyi geliyordu.
Murat Aksoy… KHK ile kapatılan, benim de çalıştığım son haber kanalı olan IMC TV’ye her geldiğinde bir paket tatlı olurdu elinde. Hükümetin yolsuzluk soruşturmasındaki tutumunu eleştirdiği için Yeni Şafak gazetesindeki işine son verilmişti. Sonra cemaate yakın Millet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapması Murat’ı tutuklanacaklar listesine soktu belli ki. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan duyamazsınız; Murat aynı zamanda onun danışmanlarındandı.
Eşi Şehriban Aksoy, cezaevinin önünde Murat’a kavuşmak için dakikaları sayarken, Twitter’a ‚‘Dokuzuncu koğuşun kapısından çıkan araç. Nerede kaldın? Sabırsızlıkla bekliyoruz’’ diye yazdı. Gazeteci olduğunu iddia eden bazı kişilerin, tahliye kararına karşı televizyon ve sosyal medyada başlattıkları ‚seferberlikten‘ henüz haberdar değildi.
Aileler de o sırada kademeli olarak cezaevinin kapısından uzaklaştırıldılar. Kararın üzerinden 5 saat geçmişti. Cezaevinin kapısına jandarma yığıldı, polis geldi, sonra bariyerler getirildi. Bu hayra alamet değildi.
Habib Güler’in eşi Gülhan da o bekleyişi ‚‘Gece 12'ye kadar cezaevinin oradaydık. Jandarma ‚OHAL’den dolayı burada bırakılmayacaklar’ deyip bizi yola yönlendirdi. Sonra ‘Bizi takip edin, burayı da boşaltıyoruz’ sözleriye, daha uzağa, bu kez otoyolun kenarına alındık. ‚Tahliye işlemi uzun sürüyor’ dediler. Silahlı jandarmalar, barikatlar… ‘Eziyet ediyorlar herhalde’ diye düşündük. Bariyerler, askerler… Sonra tahliye edilmeyecekleri haberi geldi. Donakaldık'‘ sözleriyle anlattı.
Bazıları dondu kaldı. Bazıları fenalık geçirdi. Bazılarının bacakları tutmadı.
Cezaevindeki televizyonda göz ucuyla „yeniden gözaltı ve tutuklama’’ gibi bir şeyler görenler oldu, ama „Bizimle ilgili değildir herhalde’’ diye düşündüler. Ne de olsa savcı örgüt üyeliğinden tutuksuz yargılanmalarını talep etmiş, hakim de bunu kabul etmişti. Sonra ortaya çıktı ki, bu 13 kişi serbest kalmasın diye başsavcı hızla devreye girmiş, yeni bir suçtan gözaltı kararı çıkarmıştı. Bu kez ağır müebbetlik bir suçtan: darbeye teşebbüs.
Eski şarkıcı, kapatılan Meydan Gazetesi’nin yazarı, zeka küpü Atilla Taş, duruşmalarda bile espri yeteneğini ve gülüşünü kaybetmemişti. Evi yerine emniyete, yani tekrardan labirentin en başına, hem de daha da ağır bir suçlamayla dönmüş olmak, onun da omuzlarını düşürüyor.
Onlar nezarethanede, çocukları odalarında keder içinde. Şehriban Aksoy „Hani babam eve gelecekti?’’ diye ağlayan kızını sakinleştirmeye çalışıyor; „Duru yine krize girdi. Hadi açıklayın! Nasıl açıklanacaksa!’’
Darbeye teşebbüs suçlamasıyla yeniden gözaltına alınanlar OHAL nedeniyle 7 gün, uzatılırsa 14 güne kadar nezarethanede kalabilirler. İlk gün avukatlarıyla 15 dakika görüşebildiler. Tahliyelerine itiraz edilen 8 kişinin emniyetten adliyeye, oradan da yine 77 km uzaktaki cezaevine götürüldüklerini ise yakınları ancak ertesi gece saat 23.00’te öğrenebildi.
Moraller bozuk, „Artık bizi kimse serbest bırakmaz’’ diyorlar. Böyle düşünmekte haklılar, çünkü tahliye kararını veren hakimlerin üçü de hızla açığa alındı. Bundan sonra hangi savcı tahliyelerini ya da beraatlerini isteyebilir? Hangi hakim onları serbest bırakabilir? Ancak açığa alınmaktan tutuklanmaya kadar giden, birbirinden beter ama onurlu seçenekleri göze alanlar.
Gülhan, isyan ediyor, „Ama Habib Zaman Gazetesi’nde sadece muhabirdi, yönetimle hiç işi yoktu’’ diye tekrarlıyor.
Aklıma Zaman Gazetesi’nin 2012'deki 25. yıl töreni geliyor. Sahnede genel yayın yönetmeninin yanında duran, övgü dolu konuşmalar yapan, hatta pasta kesen, bugün silahlı örgüt üyeliğinden yargılanan Habib Güler ya da örgüt propagandasından tutuklanan Ahmet Şık değil. Onun kim olduğunu herkes iyi hatırlıyor.