Türkiye'de sanata yönelik baskının işaretleri, yadsınamaz bir şekilde çok önceden veriliyordu. Fakat sanat camiasından hiç kimse, son yıllardaki kadar hızlı bir yıkım beklememişti.
İki sene, dokuz ay ve yirmi iki gün. Ressam ve gazeteci Zehra Doğan, cezaevinde geçireceği bu süreyi 5 Mart 2017’de Twitter hesabından paylaşmıştı.
Feminist haber ajansı Jinha’nın 27 yaşındaki çalışanı Zehra Doğan, geçen sene gerçekleşen darbe girişiminden kısa bir süre sonra, toplu gözaltı dalgaları sırasında, 21 Temmuz’da tutuklanmıştı. Doğan, PKK ile bağlantısı olduğu iddiasıyla suçlanıyordu.
Doğan, sokağa çıkma yasakları boyunca Mardin’in Nusaybin ilçesinde yaşanan insan hakları ihlallerini kamuoyuna duyurmuştu. Aynı zamanda çizdiği kendinden emin Kürt kadın portreleriyle ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kürt'lere karşı gerçekleştirdiği operasyonlardan sonra büyük çapta hasar gören Nusaybin tablolarıyla tanındı.
Doğan, çizdiği bir tabloda bombalanan Nusaybin'i cansız, gri ve siyah tonlarla resmetti. Resimdeki tek canlı renk, harabeye dönen binalara asılı Türk bayraklarına ait. Sosyal medyada paylaştığı bu resim, Doğan'ın tahribatın asıl sahiplerine gönderme yaptığı şeklinde yorumlandı.
Dört buçuk ay tutuklu kaldıktan sonra, Mardin 2. Adalet Ceza Mahkemesi Doğan’ın örgüt üyeliğinden beraatına, fakat Nusaybin’de 10 yaşındaki bir çocuğun notlarını haberleştirdiği için 2 yıl 9 ay 22 gün hapis cezasına hükmetti. Mahkemede Doğan’a, Nusaybin'i anlattığı resmi için, “Yıkık binalara neden Türk bayraklı bu resmi yaptın?“ diye sorulmuştu.
Doğan'ın Mahkeme kararına yaptığı yorum, “Hakim yanlış kişiyi cezalandırdı. Bu fotoğrafı onlar (Türk Silahlı Kuvvetleri) çekti. Ben sadece resmettim“ şeklinde oldu.
Aynı soru 80 yıl önce “Guernica“ tablosunu yapan Pablo Picasso’ya da sorulmuştu. Guernica tablosunda Picasso, 1937’ de İspanya iç savaşı sırasında bombalanan Guernica şehrini anlatmıştı. Bilinen bir hikayedir. II. Dünya savaşı sırasında Picasso’nun evine soruşturma için gelip resmi gören bir Nazi subayının „Bu resmi siz mi yaptınız?“ sorusuna Picasso, „Hayır, siz yaptınız“ cevabını verir.
Sanatçı Zehra Doğan’ın cezası, Türkiye’de güzel sanatlar camiasından birine karşı şimdiye kadar alınmış en sert önlem. Fakat ilk değil. Aralık 2015’te aralarında sanatçı Pınar Öğrenci ve Atalay Yeni’nin de bulunduğu “Barış İçin Yürüyorum İnisiyatifi“nden (I am walking for peace) 24 kişi göz altına alınmıştı.
Türkiye'de sanata yönelik baskının işaretleri, yadsınamaz bir şekilde çok önceden veriliyordu. 2012 yılında New York Times’ta, İstanbul’un sanat ortamının nasıl kaygan bir zemin üzerinde durduğunu ironi dolu bir dille anlatan “The Istanbul Art-Boom Bubble“ başlıklı bir makale yayınlanmıştı.
Fakat sanat camiasından hiç kimse, son yıllardaki kadar hızlı bir yıkım beklememişti. 2016 yılının başında SALT sanat merkezinin iki binasından biri kapandı. Aynı yıl içinde Akbank, açılıştan bir hafta önce savaş ve barış konularını içeren “Post-Peace“ sergisini iptal etmek zorunda kaldı. Darbe girişiminden hemen sonra ikisi de küçük çaplı olan Çanakkale ve Sinop Bienalleri iptal edildi. Londra’lı fuar girişimcisi Sandy Angus henüz daha yeni temellerini attığı Art International fuarını kapattı.
Ekim 2016’da Türkiye, AB kültür programı “Kreatif Avrupa“ üyeliğini, Dresden Senfoni Orkestrası’nın Ermeni Soykırımı’nı anma konserine destek vermesi sebebiyle geri çekti.
2016’da gerçekleşen sanat fuarı Contemporary Istanbul’da tekbir getirerek içeri dalan aşırı dinci grup, İstanbul’lu sanatçı Ali Elmacı’ya ait kadın heykelin kaldırılmasına sebep oldu. Şili'li Isabel Croxatto Galeri standında bulunan söz konusu mayolu kadın heykelinin üzerine, II. Abdülhamid’in portesi resmedilmişti.
Yine geçtiğimiz yıl sanatçı Ahmet Güneştekin'in, İstanbul'da bir AVM’nin önünde bulunan Konstantiniyye isimli büyük formatlı heykeli , AVM yönetimince tehdit ve protestolar sonucu kaldırıldı. Yobaz kesime, heykelin Hristiyanlığı hatırlatan ismi bile fazla gelmişti. Halbuki “Konstantiniyye“ bir zamanlar Yunanca “Konstantinopolis“ kelimesinin Arapçalaştırılmış hali olmasına rağmen, protestocular için yeterince “Türk“ değildi.
Dolayısıyla, New York Times’ın keşfettiği “Boom Bubble“ yaşanan ikonoklazm (bir anlamı ile put kırıcılık) yüzünden sönmüş olmalı.
Diğer taraftan hala gelecek vaat eden gelişmeler de devam ediyor. Eski bir bira fabrikası olan Şişli’deki buluşma noktası Bomontiada’da “Alt Art Space“ açıldı. Antika ve tasarım semti olarak bilinen Çukurcuma’da kar amacı gütmeyen ve yeni medya sanatına yoğunlaşan “Blok Art Space“ adında bir mekan kuruldu. Eskiden işçi sınıfına ait bir semt olan Dolapdere’de ise Koç bünyesine ait çağdaş sanat müzesi temelleri atılıyor. Aynı zamanda 2018 yılında tasarımını mimar Zaha Hadid’in yaptığı, iş dünyasından Demet ve Cengiz Çetindoğan çiftinin 2000’den fazla sanat eseri koleksiyonunu kapsayan bir mekan açılacak.
Fakat tüm bu gelişmelere rağmen bölgedeki sanatın artık korku ve otosansür içinde olduğu göz ardı edilemez. İstanbul’un bağımsız sanat merkezi Depo’nun henüz kapanmamış olması bir mucize. Daha önce tütün deposu olarak kullanılan alan, 2005 yılında İstanbul Bienali için ilk defa sanat galerisi olarak kullanıldı. 2009’dan beri İstanbul’un en önemli “Independent“ (bağımsız) sanat merkezi. Anadolu Kültür Vakfı çatısı altında yürütülen kurumun liberal Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala, Türk ekonomisinin en etkili kişilerinden biri. Lakabı Kızıl Milyarder olarak bilinen Kavala da artık hükümet tarafından yakın markaja alınanlardan.
Ayrıca Depo içerisinde sloganı „Açık Radyo evrenin her türlü sesine, rengine ve titreşimine açıktır“ olan Açık Radyo bulunuyor. 2013’teki “Gezi Protestoları“nda dinleyicilere ulaşan radyo, çevrecilerin ve insan hakları gruplarının sesi haline gelmiş durumda.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) ise bu kötü gidişata rağmen Eylül ayı için 15. Istanbul Bienali’ni “A good neighbour“ (İyi komşu) adı altında hazırlamaya devam ediyor. Asıl sorun ise Bienal’in homoseksüelliklerini saklamayan kuratör çift Elmgreen ve Dragset ile sorunsuz bir şekilde çalışıp çalışamayacağı. Neden mi? Gece klubü Reina’ya yapılan terör saldırısından bir gün önce İstanbul Atatürk Havaalanı’nda eşcinsel modacı Barbaros Şansal’a linç girişiminde bulunulduğunu hatırlayalım… Sanatçılar ve kuratörler, “Eğer susarsak sonunda diktatörler kazanacak“ diyerek Bienal’i her şeye rağmen sürdürme kararlarını savunuyor.
Yaşanan olaylar, Türkiye’nin faşizme doğru yol aldığının göstergesi. Bu durumda sanatın ve sanatçının bu gidişata olan tepkisi daha da önem taşıyor. Sanata karşı tehditlerin arttığı bu gibi dönemlerde, sanatçıların birbirleriyle diyaloğa ve dayanışmaya yönelebilmesi, içinde olduğumuz gidişatın yönünü de belirleyebilir. Sadece ülke içindeki sanatçılarla da değil, Avrupalı kültür enstitüleri de dahil bütün dünya sanatçılarıyla dayanışmaya yönelmek gerekli.
Yazının başında değindiğim Zehra Doğan’ın sanat anlayışı, dayanışmanın nasıl olması gerektiğinin sinyalini veriyor aslında. Doğan’a göre, “Sanatçı fırçasını baskıcılara karşı bir silah olarak kullanmalı.“
Bunun örnekleri yok değil. Geçen sonbahar Depo’da sanatçı Berat Işık’ın “Are you still alive?“ (Hala hayatta mısın?) adı altında topladığı eserleri sergiledi. Eserlerinde Türk Güvenlik Kuvvetleri’nin yıkıma uğrattığı Diyabakır’daki halkın hayat koşullarını işleyen Işık, yıkımı eleştirmişti.
Hala hayatta mısın? sorusu, yıkıma uğrayan İstanbul’un sanat camiası için de pekala geçerli. Yaşanan baskının boyutları ileride sanat camiasının başına gelebilecekleri gösteriyor. Çoğu sanatçının ve kuratörün bavulları hazır bir şekilde beklemelerine şaşırmamalı. “Göç“, “B Planı“ ve “Hayatta kalma modu“ bu aralar şehirde en çok duyulan kelimeler haline geldi.