İstanbul Havalimanı, 6 Nisan'dan itibaren tam kapasite hizmet vermeye başlıyor.
taz.gazete, İstanbul Havalimanı'nı mercek altına aldığı dosyada bu projenin insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini inceliyor.

Daha fazla okumak için:
taz.atavist.com/istanbul-havalimani

„Evet“ çıkarsa Türkiye karanlığa uyanacak.

Hangi Türkiye'ye uyanacağız?

Referandumdan „hayır’’ çıkarsa, demokrasiden yana olanlar Gezi'den ve 7 Haziran seçimlerinden sonra gelişen „çaresiz azınlık’’ duygusunu üzerlerinden atacaklar.

BANU GÜVEN, 2017-04-11

16 Nisan akşamı Türkiye’de nefesler tutulacak. Ertesi sabah, eğer uykuya dalındıysa tabii, iki Türkiye’den birine uyanılacak. Biri aşağı yukarı bugünkü Türkiye olacak.

Diğerini nasıl anlatsam? O zaman kara deliğe doğru yolculuk başlayacak ve yolculuğun sonunda şu an kavrayamadığımız başka bir evrene çıkmış olacağız. Teorisi hazır. Anayasa değişikliği metni önümüzde duruyor, ama pratiğinin neler doğuracağını tam olarak hayal etmek mümkün değil.

Hayır çıkarsa…

Ehven-i şer olandan, ilkinden başlayalım:

Eğer sandığa gidenlerin yüzde 50.1’i „Hayır’’ diyecek olursa, bugünkü şikayetlerimizle yaşamaya devam edeceğiz, ama bir farkla. Demokrasiden yana olanlar güne daha güçlü başlayacak. Katılımcı demokrasiye inananların yüzü, o kadar da demokratik olmayan bir referandum sayesinde de olsa, uzun süre sonra yine gülecek.

Bu kesim Gezi'den ve 7 Haziran seçimlerinden sonra gelişen ‚‘çaresiz azınlık’’ duygusunu üzerinden atacak. Adeta kendilerini yokuş aşağı hızla giden ve önüne çıkan herkesi ezen koca bir kamyonu durdurmuş gibi hissedecekler. Çünkü daha fazla insan ezilmeden o kamyonun frenine basmış, hızını azaltmış ve de direksiyonu kırmış olacaklar.

Tek adam sistemi yerine, hala parlamenter bir sistemimiz olacak. Bugün doğru düzgün işlemese de, 13 milletvekilinin cezaevine gönderilmesini sineye çekse de, o meclis yerinde duracak. En azından muhalefet bazen meclis iç tüzüğünü kullanarak hayati değişiklikleri engelleyebilecek. „Çocukların tecavüzcüleriyle evlendirilmelerine’’ yol açabilecek yasa teklifinin bertaraf edilmesi örneğinde olduğu gibi.

„Hayır’’ çıkarsa, AK Parti çatlayacak mı? Oradan ayrılacaklarla, bazı eski AK Partililer yeni bir parti kuracak mı? Cumhurbaşkanı yargının da iplerini hala elinde tutarken, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski Başbakan yardımcısı Bülent Arınç gibi isimlerin de partiyi bölecek bir muhalefete kalkışacaklarını hiç sanmıyorum.

Ağzını açanın „paralelleştirildiği’’ bir dönemde daha da temkinli olacaklar. Erdoğan rejimine yüzde 50'ye yakın „evet“ diyecek bir seçmen varken, böyle bir partinin başarılı olmayacağı da ortada. AK Parti'li vekiller de koltuklarını yeni bir seçim kapıyı çalana kadar korumak isteyecekler.

MHP, CHP ve HDP ne yapacak?

Sağın dişi kurdu Meral Akşener ne yapacak? O MHP’den ayrılacaklarla bir parti kurup, ortada salınan, bir kısmı AK Parti’ye bir kısmı CHP’ye meyleden milliyetçi oyları toplamaya çalışacak. Bu durumda CHP hala milliyetçi oyların peşinden mi gidecek, yoksa sol bir söylemde başka partilerle mi buluşacak? Korkarım, yine ilki olacak.

Kürt seçmenlere gelince; seçtikleri milletvekillerinin ve belediye başkanlarının tutuklanmasına, iradelerinin zindana sokulmasına rağmen istenenin tam tersine, sandığa daha da yakınlar. ‚‘Hayır’’, demokratik mücadelenin devamında ısrar etmek demek. Mecliste şu anda hakkıyla temsil edilemeseler de biliyorlar: Beterin beteri var. Meclisin hayatta kalması bu yüzden ehven-i şer.

Siyasal Sosyal Araştırmalar Merkezi SAMER’ın son araştırmasına göre Kürtlerin yoğunlukta olduğu 16 şehirde „Hayır’’ oyları yüzde 65’i bulacak. Sandıktan ‚‘Hayır’’ çıkarsa başka ne olacak peki? 8 Mart’ta sokaklara dökülen kadınlar mutlu olacak.

Kaç çocuk doğuracaklarından, nasıl doğuracaklarından, kürtaj yaptırıp yaptırmayacaklarına kadar bedenlerine burnunu sokan bu erkek iktidara daha rahat nanik yapacaklar. „Benim bedenim, benim kararım’’ lafta kalmayacak.

„Evet’’ çıkarsa…

Evet çıkması halinde, kamyon son hızla o kara deliğe girecek. Benzerlerini belki daha önce Suriye’de ya da Irak’ta gördüğümüz bir rejime doğru savrulacağız. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle „davul da tokmak da aynı kişide olacak.’’ Davul ne çalarsa o olacak. Öyle bir hayat.

Belki ilk başta ipleri biraz gevşetecek Erdoğan. Yine bir balkon konuşması dinleyeceğiz. „Herkesin Cumhurbaşkanıyım’’ diyecek ama „makul vatandaş’’ tanımını yapmayı da ihmal etmeyecek. Ama sonra… Referandum sonucundan aldığı güçle, idam cezasından AB ile ilişkilere kadar uzanan hayati konularda yine halk oylamasıyla karşımıza çıkabilecek.

Tek adam yönetimini salt çoğunluğun oylarıyla meşrulaştırmaya devam edecek. Başkomutan olacak, Beştepe’den savaş kararı alacak. Hükümetin yerine geçecek, „OHAL ilan ettim’’ de diyecek.

Bildiğimiz türden bir hükümet de olmayacak. Cumhurbaşkanı istediğini bakan yapacak, istediğini görevden alacak. Hatta bakanlıklar kurup, sonra feshedebilecek. Bir taraftan sert güvenlik politikalarını sürdürürken, diğer taraftan „Yeni Türkiye’'sini kentsel dönüşüm ve TOKİ’lerle dayatacak. Yıkıntıların üzerine dökeceği betonla hafızayı da gömmeyi umacak, ama bodrumların üzerini asla örtemeyecek.

‘‘Yeni Türkiye’'nin betonarme muteberleri de tüm küstahlıklarıyla parsayı toplamaya devam edecek. Tabii hükümet medyasının küçümsediği yüzde 11’i geçen enflasyon, içinde yaşadıkları balonu patlatmaz ise.

Çaresizlik mi, mücadele mi?

Kadınları ne bekleyecek peki? Yeni sistemde tek başına kanun çıkarabilecek olan Cumhurbaşkanı ipucunu vermiş; ‘‘Nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş, hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayışın içerisinde olamaz. Rabbim ne diyorsa, Sevgili Peygamberimiz ne diyorsa, biz o yolda gideceğiz. Buna bakacağız.’’

O iş öyle kolay olmayacak ama. Biz kadınlar, öyle ya da böyle, asfaltı kamyonun altından çekivereceğiz. Lastik patlayacak.

Ama Erdoğan da pes etmeyecek. Sandıktan anketlerin öngördüğü gibi ‚‘Hayır’’ çıksa da, yani kamyonun el freni çekilse de, o, hedefe kilitli kalacak. Direksiyon hakimiyeti hala ondayken hedefe varmak için başka yollar deneyecek.

Kırmızıda geçecek, kaldırıma çıkacak, tabelaları ezecek, ters yöne girmeyi bile göze alacak belki. Geçen hafta yaşananlardan anladığımız kadarıyla, her iki senaryoda da cezaevindeki gazeteciler, vekiller, seçilmişler serbest kalmayacak.

Kritik soru şu: Bu durumda yine „çaresiz azınlık“ psikolojisi mi baskın çıkacak, yoksa mücadelecilik mi? O kamyonu er ya da geç durduracak olan, ikinci seçenek.

BANU GÜVEN, 2017-04-11
GERI
YAZAR HAKKINDA