Ankara’nın Ermeni Soykırımı hakkında yüz seneyi aşkın zamandır devam eden inkârı, Almanya’daki Türk toplumunda da hissedilmekte. Almanlar ise bu tutumu görmezden geliyor.
Her sene 24 Nisan günü tüm dünyada, 1915 yılında Osmanlılar tarafından gerçekleştirilen Ermeni Soykırımı anılır. Geçtiğimiz sene Alman Parlamentosu'nda kabul edilen Ermeni Soykırımı tasarısı ile 1,5 Milyon Ermeni’nin, Süryani’nin ve Pontus Rumları'nın planlı olarak katledildiği, parlamentoda bulunan tüm partiler tarafından onaylandı.
Katliamın „soykırım“ olarak tanımlanması, önemli bir mesaj oldu. Ancak bu tasarının Alman hükümeti tarafından tamamıyla kabul edildiğini söylemek mümkün değil.
Tasarı 2 Haziran 2016 günü parlamentoya gelmeden önce, İncirlik Üssü'nün kullanımı ve AB-Türkiye arasındaki mülteci anlaşması gibi konuların hassasiyetinden ötürü „soykırım“ ifadesinin metinden çıkartılacağı yönündeki tartışmalar basına yansımıştı.
Şansölye Angela Merkel ve o zamanın Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'ın tasarının oylandığı oturumda bulunmamaları da dikkat çekmişti. Bunun üzerine Alman hükümeti Türkiye'nin tepkileri üzerine Federal Meclis tarafından kabul edilen Ermeni Soykırımı tasarısının „yasal bağlayıcılığı olmadığının“ altını çizmişti.
100 sene önce Almanya Şansölyesi'nin Osmanlı İmparatorluğu’na karşı sergilediği itaat, adeta tekrarlanıyor gibi. „Tek amacımız savaşın sonuna kadar Türkleri yanımızda tutabilmek. Ermeniler yok edilse bile.“ Şansölye Theobald von Bethmann Hollweg'in bu sözleri, Alman diplomat ve askerlerin Ermeni Soykırımı'nı önlemek yerine Osmanlı İmparatorluğu'nun yanında saf tuttuğunu ve soykırımı kabul ettiğini ortaya koyuyor.
Adolf Hitler, 1939 yılında Polonya'ya saldırmadan kısa bir süre önce, “Bugün kim hala Ermeni katliamı hakkında konuşuyor?“ diye sormuştu. Hitler’in bir ırkın katliamına dünyanın karşı çıkmayacağından emin olması gibi Türkiye Cumhuriyeti de kuruluşundan itibaren Ermenilere karşı işlenilen suçu kabullenmedi ve agresif tavırlarla geçmişiyle yüzleşmeyi reddetti.
Osmanlı İmparatorluğu’nda soykırımı gerçekleştirenlerle, Atatürk’ten Erdoğan’a kadar uzanan modern Türkiye arasında fazla görünür olmasa da bir bağ söz konusu. Soykırımcıların isimleri bugüne kadar okullara, meydanlara ve sokaklara verildi.
Cemal, Enver ve Talat Paşa’nın mezarları hala okul gezilerinin rotasında. Bahsi geçen üç paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından bir Alman denizaltısına bindirilerek ülkeden kaçarak, bir süre Berlin’de farklı isimlerle yaşadılar. Çünkü üç paşa da Osmanlı mahkemelerinde ölüm cezasına çarptırılmışlardı.
Katliamın öncüsü Talat Paşa, 1921 yılında Berlin’in Hardenberg Caddesi'nde, Ermeni öğrenci Soghomon Tehlirian tarafından sokak ortasında vurularak öldürüldü. Tehlirian'ın yargılandığı mahkemede izleyiciler arasında bulunan genç hukuk öğrencisi Raphael Lemkin de davayı yakından takip ediyordu.
Birleşmiş Milletler Soykırım Kongresi’nin kurucusu ve „soykırım“ kelimesini ilk kez kullanan kişi olan Lemkin, bu kelimenin yasal anlamda tanımlanıp, şekillendirilmesi için Ermeni ve Yahudi katliamlarını örnek göstermişti.
Birkaç sene öncesinde, 24 Mayıs 1915'de İngiltere, Fransa ve Rusya yaşanan toplu katliamları “insanlık suçu“ olarak adlandırmıştı. Ermeniler, Türkiye’nin tüm itirazlarına karşı kendilerine destek bulmak için uğraşmış olsalar da, Uluslararası Ceza Mahkemesi bugüne kadar bu meseleyi „insanlık suçu“ olarak tanımlamaktan öteye geçemedi.
Ankara’nın yüz seneyi aşkın zamandır devam eden inkarı, Almanya’da da hissedilmekte. Türk dernekleri ve toplulukları, Ankara’nın tutumunu aynı şekilde Almanya’da sürdürüyor. 16 Nisan'daki referandumun aksine bu konudaki görüşler, “Evet“ ve “Hayır“ üzerinden ikiye bölünmüyor.
Politik görüşleri ne olursa olsun, söz konusu kişi ister hükümet yanlısı, ister Kemalist olsun: neredeyse herkes Ermeni Soykırımı hakkında ortak düşüncelere sahip. Türkiye’nin çoğunluğuna göre Ermenilere karşı soykırım aslında gerçekleşmedi. Bu ortak görüş DITIB, ATIB ve UETD’den Atatürk derneklerine, Türk sosyal demokrat derneklerine ve hatta Almanya Türk Toplumu’na (TGD) kadar uzanıyor.
Söz konusu topluluklar, inkarlardan yana tavırlarını, politik olarak da yıllardır ortaya koyuyorlar. Ermeni Soykırımı hakkında hiçbir Alman üniversitesinde, eğitim enstitüsünde veya kilise derneğinde, Türk Konsololuğu’nun uyarı yazısı olmadan herhangi bir organizasyon düzenlenemiyor. Alman-Türk dernekleri, Ermeni Soykırımı ile ilgili açık oturum, sergi, söyleşi düzenleyen yetkili kişilere, organizasyonun iptali için baskı uygulmaya devam ediyorlar.
Bu etkinlikler, tehditkar reaksiyonlar sebebiyle birçok kez polis gözetiminde gerçekleştirilmek durumunda kaldı. Aynı davranışlar entegrasyon komitelerinde de Ermeni meselesi gündeme geldiğinde boy gösteriyor. Politika, kilise ve toplum bu davranış biçimine karşı uzun zaman boyunca tolere edip göz yumdu. Hatta DITIB, TGD ve diğer kurumlara sağladıkları fonlarla, aynı Ankara'nın yaptığı gibi soykırımın inkarına destek oldu.
Köln şehrinin Keup Sokağında, NSU’nun (Nasyonal Sosyalist Yeraltı) çivi bombası saldırısının gerçekleştiği yerde, birden fazla sanatçının sahne aldığı ve Cumhurbaşkanı'nın konuşma yaptığı “Birlikte“ festivali düzenlenir. Fakat Alman radikal sağcılara, ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı mesajlar verilen bu festivalin organizatörleri aynı zamanda 40 Türk derneği ile işbirliği içinde Ermeni Soykırımı’nı anma anıtına da engel olmuşlardır.
Aynı insanlar, Federal Meclis'in Ermeni tasarısında 101 yıl sonra katliamın „soykırım“ diye kategorize edilmesini protesto etmişlerdi. IG Keup Sokağı Derneği ve diğer dernekler, aktif olarak insanlık suçunun inkarının propagandasını yapmalarına rağmen ortada toplumsal olarak çekinmelerini gereken bir durum yok. Almanya’nın savaş sonrası tecrübeleri ile çelişkili olsa da Almanlar bu tutumu görmezlikten geliyor.
Almanların savaş sonrası tutumu inkar yoluyla değil, itiraf ederek, ölenlere ve onların soyundan gelenlere saygı duyarak, gelecek nesillere kendileri tarafından yapılan haksızlığı anlatarak, bu konuda hassas davranmalarını sağlayarak gerçekleşti. Toplumsal olarak bu şekilde uzlaşmak, Alman politik kültürünün tanımlayıcı özelliği haline geldi. Türk göçmen derneklerinin ırkçılığa karşı kontrol edilip olası tehlikelerin kamuoyuna duyurulması çoktandır izlenilmesi gereken tutum.
Ermeni Soykırımı, Alman milliyetçileri tarafından yapılmadığı için daha mı kolay inkar edilebilir? Neden Yahudi Soykırımı’nı inkar edenler hapis cezasına çarptırılıyor ama Ermeni Soykırımı’nı inkar edenler değil?
Her bir itiraz açılan yarayı daha da derinleştiriyor. Çünkü inkar etmek suçun anılmasına karşı doğrudan bir saldırı niteliği taşıyor; soykırım kurbanlarını anmayı imkansızlaştırırken, suçu işleyenleri ise temize çıkarıyor. Burada herkese eşit oranda iş düşüyor. Politika, kilise ve toplum, söz konusu insanlık suçunun inkarı olduğunda kökene ve pasaporta göre ayrım yapmamalı.
Eğitim kurumlarına burada düşen görev, Ermeni katliamını da „20. yüzyılda etnik çatışmalar“ olarak tarih derslerinin müfredatına dahil etmesi. Ermeni ve diğer Hristiyan azınlıklarına karşı yapılan soykırımı arşivlerde tozlanmaya bırakmak yerine, hep birlikte okullarda, üniversitelerde ve toplumda yaşatalım.