10 Ekim 2015’te Ankara Garı’ndaki 'Barış ve Demokrasi’ mitingi sırasında meydana gelen katliamın davasının üçüncü duruşması başladı. Yakınlarını kaybedenlerin, yaralıların ve hukukçuların talebi açık: Adalet.
101 kişinin yaşamını yitirdiği, 400’ün üzerinde insanın yaralandığı Türkiye’nin en kanlı katliamının davasının üçüncü duruşmaları başladı. 4 Mayıs’a kadar devam edecek duruşmalarda, sanıkların sorgulanmasına, müştekilerin ise dinlenmesine devam edildi. Duruşmada sanık Metin Akaltın, aynı davadan yargılanan ve kısa süre önce tutuklanan eşi Hatice Akaltın'ı mahkeme salonunda „Konuşmayacaksın“ diye açıkça tehdit etti.
Tek bir kamu görevlisinin yargılanmaya başlaması bile katliamın arkasındaki ilişki ağını çözebilir. Dava piyonlardan, başka noktalara doğru seyredebilir. Ankara, bir katliamdan daha fazlası. Aynı zamanda, devletin kiriyle birlikte Suriye politikası sonuçlarının ve adeta bir IŞİD yatağına dönüşen Türkiye’nin profilini ortaya koyuyor.
Şüphesiz 'Türkiye’nin IŞİD'le ilişkisinde değişen ne var?’ sorusu da önemli. Maalesef cevap çok iç açıcı değil. Devlet kaç kişinin cezaevinde olduğu konusunda bile kamuoyuyla tutarlı bilgi paylaşmıyor. Gaziantep başka olmak üzere pek çok Türkiye şehrinde ise hücreler görev bekliyor. Maddeler halinde katliamın resmini çizmeye çalışıyoruz:
- 10 Ekim 2015’te, Başkent’teki mitingi vuran eylemde 101 kişi yaşamını yitirirken, 400’ün üzerinde insan da yaralandı. İki canlı bomba, kısa aralıklarla kendilerini patlattı. Biri Suriyeliydi, kimliği hâlâ belirlenemedi. Diğeri ise 'Ankara’dan kısa bir süre önce, Urfa, Suruç’ta gerçeklen ve 34 kişinin ölümüne neden olan saldırının canlı bombası Şeyh Abdurrahman Alagöz’ün kardeşi Yunus Emre Alagöz’dü.
- Suruç’tan sonra, devlet ve AKP iktidarı, yeni katliamların gerçekleşme olasılığı konusunda sivil toplum kuruluşları, halk ve diğer siyasi partiler tarafından uyarıldı. Ancak bunlar dikkate alınmadı. Dahası Türkiye’de farklı şüpheler ortaya çıktı. 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tahtı sallandı. Erdoğan’a ‚başkanlık’ yolu kapandı. Topluma yeni bir seçim dayatıldı.
- Halk yeni seçimde ‘doğru tercih yapmazsa’ bedelini ödemekle tehdit edildi. 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 tarihleri aralığında, çatışma yükseltildi. IŞİD, bu ortamda aktif hâle geldi, getirildi! Seçim öncesi, sık sık halkın eğilimleri ölçülüyordu. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, 'Ankara’nın ardından o korkunç cümleleri sarf etti: “Patlamadan sonra anket yaptırdık ve oylarımızın arttığını gördük.“
- Devletin katliam ile bağı sorgulandı. En azından IŞİD canilerinin ve katliamların görmezden gelindiği, dahası bunlara yol verildiği açıktı. Ayrıntılar can sıkıcıydı. IŞİD, Gaziantep’i mesken tutmuştu. Selefi canilerin, uzunca bir süreye yayılan faaliyetleri dikkate alınmadı. Eylem planlayıcıları Yunus Durmaz ile Halil İbrahim Durgun ve onların ekipleri teknik takipteydi. Buna rağmen katliamlar gerçekleşti!
- Sınırlar delik deşikti, IŞİD üyeleri rahatlıkla Suriye’den Türkiye’ye girip çıkıyordu. Örgüt üyelerinin hepsi Suriye’de birer 'vekil’ olarak kullanıldı. Örgütün Türkiye ayağı, ülkedeki kirli işlerde de piyon ve koçbaşı oldu. Katliamı planlayanlar, Suriye’den başlayarak rahat bir organizasyon yaptı, patlayıcıları Türkiye içinde oradan oraya taşıdı, olay günü ise canlı bombaları Antep’ten Ankara’ya kolayca getirdi.
- Hem canlı bombaları taşıyan hem de onlara eskortuk yapan iki araç emniyet çevirmesine takılsa da Antep’ten Ankara’ya ulaşmayı başardı! Patlama günü meydanda nedense hiç polis yoktu. Olay günü de olmak üzere emniyete tam 62 istihbarat gelmişti. Hiçbiri önemsenmedi. Son gelen bilgi notu da gösteriyi tertipleyen komiteyle paylaşılmadı. İstihbaratlardan birinde, canlı bombanın adı bile yazılıydı!
- Katliamdan sonra olanlar da korkunçtu. Ortada olmayan polis, bir anda meydana çıktı. Yerde yatanların üzerine bastı, emniyet araçları ölüleri ezdi. Yaralılara gaz, tazyikli su ve plastik mermiyle saldırı yapıldı. Böylece ölümler arttı. Tanık ifadeleri korkunçtu: Gülen polisler vardı! Ambulanslardan önce yayın yasağı getirildi, internet erişimi yavaşlatıldı. Olanlar belgelendi. Ancak ne olay zincirinde ne de olay anında sorumluluğu bulunan hiçbir kamu görevlisi dava dosyasına dâhil edilmedi, yargı önüne çıkarılmadı. Dava avukatlarının, bu konudaki ifadeleri önemli: “Bu dava katil piyonlarla kapatılamaz!“
- Türkiye’nin en büyük katliamına yol verenler yerine, başından beri Türkiye’deki IŞİD ilişkilerini belgeleyen gazeteciler gözaltına alındı, tutuklandı ya da haklarında soruşturma açıldı. Ne yazık ki patlamadan yaralı olarak kurtulanlar da ‚terör örgütüne üye olmak suçlamalarıyla’ davalara maruz kaldı, kalıyor. Şaibeler ise bitmek bilmedi. IŞİD’in ‘Antep Emiri’ olarak bilinen katliamın kilit ismi Yunus Durmaz polisin yaptığı operasyonda kendini patlattı. Emniyet, planlayıcı Halil İbrahim Durgun’un da yine operasyon sırasında kendini patlattığını açıkladı. Antep yapılanmasındaki bir diğer isim Mehmet Kadir Cebael ise şehirdeki 'düğün patlamasını’ organize etmişti. O da ölü ele geçirildi!
- Önemli ve kilit isimlerinin adeta buharlaşması şüphe üzerine şüphe ekledi. Daha derin şaibeler de vardı. İki sanığın; Antep Emiri Yunus Durmaz ve yine Antep’teki Kürt düğünündeki katliamı planlayan Mehmet Kadir Cebael’in otopsi tutanaklarına bir türlü ulaşılamadı. Emniyet, bunları, “Bizde yok“ diyerek dosyaya sunmadı! Açıkçası; Ankara katliamı, devlet, iktidar, istihbarat ilişkilerinin yumuşak karnı. 2, 3, 4 Mayıs tarihlerinde üçüncü duruşmaları görülecek dava bu yüzden yine çok önemli… Belki de ülke tarihinin en büyük katliamı tamamen çözüldüğünde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Mağdurların, olay anını yaşayanların ve yakınlarını kaybedenlerin de başından beri tek bir isteği var: Adaletin sağlanması.