Akademisyen Nuriye Gülmen’in mücadelesini ve 180 günü aşan direnişini dinledik, herkes duysun istedik. Bir insan kendini neden aç bırakır?
Siz hiç aç kaldınız mı? Aç kalmanın ne demek olduğunu, vücudunuza ne yapabileceğini biliyor musunuz? Açlığın ilk 24 saatinde vücudunuz önce karbonhidratları, daha sonra yağ ve proteinlerinizi tüketmeye başlar. İlk 24 saatte 800-1500 gram, sonraki 10 gün boyunca günde 1 kilogram, daha sonra ise günde 300 gram kilo kaybı görülür. Deri incelir, pul pul dökülür. Cilt soluk, parlak veya yarı saydam olabildiği gibi, kaba ve kalın görünebilir. Kıllar dökülür, saçlar kurur, incelir, donuklaşır. 35 gün civarında kaslardaki proteinin kullanılmaya başlanmasıyla, kaslarda erime ve kalıcı doku kayıpları oluşur. Vücut ağırlığı yüzde 40-45 oranında azaldığında ise yaşam, tehlikeye girer.
Su kaybı, vücut ısısının aşırı düşmesi, kol ve bacaklarda hücrelerin yaşamsal işlevlerini kaybetmesi; bunlar ölüme eşlik eden en şiddetli bulgulardır. Ölüm, genellikle zatürreden kaynaklanır. Dolaşım ve boşaltım yetersizlikleri de ölüme yol açar.
Ankara’daki İnsan Hakları Anıtı'nın önündeki eylem yerinde Nuriye Gülmen’i ilk gördüğümde cildinin parlaklığına takılmıştı gözüm. “Onlarca gündür aç olan bir insanın yüzü nasıl böyle parlayabilir?“ Bu soru, sohbetimiz boyunca aklımı kurcaladı. Bir de Ankara’da kara kışın bittiğini haber veren sımsıcak güneşli güne neden kar botları ve yün hırkayla çıktığı… Aradığım cevapları Türk Tabipler Birliği’nin internet sitesinde yer alan, yukarıdaki çalışmada buldum.
Nuriye’nin yüzü açlıktan parlıyordu. Açlıktan vücut ısısı düştüğü için üşüyordu. Bana doğru gelirken yürüdüğü son 20 metreyi yavaş çekimde izler gibiydim. Uzun bedeni dal gibi incecikti. Adım attıkça yüzünü buruşturmasından, yürümekte zorlandığı anlaşılıyordu. Doktorların dediğine göre “kas yıkımı“ başlamıştı.
Peki Nuriye neden aç? “İşim için, ekmeğim için, emeğim için direniyorum“ diye anlatıyor. Akademisyen Nuriye Gülmen, bir gece ansızın çıkan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işinden atılan yüzlerce kişiden biri. O günden beri uğradığı bu haksızlıkla mücadele etmekte kararlı. Üstelik bu mücadele sadece kendisi için de değil.
Türkiye'de yaşanan adaletsizliği, insanların uğradığı haksızlıkları çok yoğun hissettiğini söylüyor. Nusaybin’de sokağa çıkma yasağı sırasında yaşanan ölümler, Samsun’da açlıktan ölen 2,5 aylık Kübra bebek için de sürdürüyor eylemini. “Nusaybin’de hatırlarsanız katliam oldu. O gece uyumadım. O zaman açlık grevi yapma düşüncesi bende çok güçlendi. 'Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?’ sorusunu sormayan biri açlık grevi yapamaz.“
Bugünlerde akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça mücadelelerinde kritik bir aşamaya geldiler. 63 gündür açlık grevindeler. Onlar ellerinde kalan bu son gücü, kutsal olan yaşamlarını da ortaya koydular; “Biz haklıyız“ diyorlar. Şimdi söz sırası Türkiye hükümetinde.
Nuriye, doğru kullanıldığında öfkenin de insanı ayakta tutan bir duygu olduğu inancında. “Direnişin mayasında 'Bize bunu nasıl yapabilirsiniz?’ öfkesi var“ ifadesini kullanıyor. Bugün, kendisiyle aynı kaderi paylaşan öğretmen Semih Özakça ile birlikte sürdürdüğü açlık grevinin; öğretmenler Esra Özakça, Acun Karadağ, hemşire Saniye Erenler Öztürk ve sosyolog Veli Saçılık ile beraber toplamda 180 günü aşan eylemlerinin “bütün duyguları“ içinde barındırdığını ekliyor;
“Bu alana çıkarken büyük ihtimalle gözaltına alınacağım ama Kübra için de slogan atacağım dedim. Evet biz işimiz için açlık grevindeyiz; ama bu ülkede haksızlığa uğrayan, ezilen herkes için yapılan bir şey aslında.“ Bu 180 gün, üç mevsime denk geliyor. Ortadaki kış. Ankara’nın kara kışını bilen bilir.
Kendini ilk olarak “Bugünlerde direnişçiyim“ diye tarif eden Nuriye 1982’de Kütahya'da doğmuş. Okul yaşantısının çoğunluğunda- bu tabirden çok hoşlanmasa da ‚inek bir öğrenci‘ olmuş. “Yoksul ya da zengin olmayan“ bir memur ailesinin çocuğu. Ailesi hakkında konuşmayı tercih etmiyor. Kısaca anlattıklarından geleneksel değerlere bağlı bir aileden geldiği anlaşılıyor.
Hayatına ve kendisine dair anlatılarında sıklıkla “devrimci düşüncelerle tanışmaktan“ bahsediyor. Zira Nuriye kendi tabiriyle “2012’ye kadar slogan bile atmamış“ biri. Bir gün arkadaşlarıyla piknikten dönerken tutuklu aileleri derneği TAYAD’ın “cezaevlerinde sohbet hakkı için“ oturma eylemine rast gelmişler. 16 yaşındaki oğlu cezaevinde olan bir anneyle karşılaşmasını ve durumu kavrayamayıp çocuğunun mesleğini sormasını “Hayatımın utancıdır“ diye tarif ediyor. “Bir annenin çocuğu için yapabileceklerini gördüğümde çok utandım ve çok etkilendim.“
O bunu anlatırken, başkentin en yoğun sokaklarından birindeki eylemin yanından geçen insanların pek çoğu, çok da dikkat etmeden geçip gidiyor. Elbette destek vermeye ya da sadece ellerini sıkıp iyi dileklerini sunmaya gelen ziyaretçiler de var. Hatta insan hakları anıtının eteği Nuriye’nin adresi olmuş ki postacı gelip mektuplarını bırakıyor. Onlar açken, sokağa dizilmiş kafe ve restoranlar uzun zaman sonra gelen güneşli günün keyfini çıkarmak isteyen Ankaralılarla dolu.
Nuriye’ye bunun nasıl hissettirdiğini soruyorum. Zira “kazanması“ için kendi canını ortaya koyması yetmeyebilir. Kalabalıkların desteğini de arkasına alması gerekiyor. Bunun üzerine gülümsüyor; “Türkiye'de milyonlarca insan yaşıyor herkes bizim gibi düşünseydi başka bir ülkede yaşıyor olurduk. Biz her şeyi bu gerçekliğe rağmen, bunu değiştirmek için yapmamız gerektiğini biliyoruz“ diyor.
Nuriye, Türkiye'de yaşananlardan iktidarı sorumlu tutuyor. “Bunu AKP iktidarı olarak somutlayalım. Bugün Türkiye'de iktidar sahibi olanlar- bizim işten atılmamıza falan gerek yok- burnumuz bile kanasa sorumludurlar. Bunun kararlarını veren insanlar onlar“ diye açıklıyor. Ancak bugün AKP iktidarını destekleyenlerin, Nuriye gibilerin “terörist“ olduğunu düşünenlerin sayısı da az değil.
“Herkesin hayatı, gerçekleri görmek açısından böyle düşüncelerle kesişmiyor“ ifadelerini kullanıyor. Bazen insanların gelip kendisine AKP’ye oy verenlerle ilgili sert şikâyetlerde bulunduğunu, hatta bazen bu yorumların hoyratlığından rahatsız olduğunu ekliyor. Elbette eylemlerini 30’dan fazla gözaltıyla engellemeye çalışan hükümetin onları 'ölüme terk etmesi’ de ihtimaller dahilinde;
“Onlar birini öldürmek istiyorlarsa bunu kendi istedikleri biçimde, zamanda yapmak isterler. Birinin kalkıp ‚Sen bana bunu yapamazsın. O yüzden ben canımı ortaya koyuyorum’ demesi başkadır. Çünkü halkın vicdanına seslenir. Bu eylem, ona ‘Sen suçlusun!’ demektir.“
Nuriye, Türkiye'de gerçekten en küçük hak ve kazanım için bile tırnaklarıyla kazıması gerektiğine inanıyor. “Ben her zaman kendimde sorumluluk gören biriyim. Bir şeyin nasıl kazanılabileceğini biliyorum. O yüzden en başından beri gösterilen irade de böyle bir irade. Evet gözaltına alabilirim ama ısrar edersem onları da yıldırabilirim; bunun farkındayım. Onlar pes edecekler.“
Ya etmezlerse? Ölümü göze alıyor mu? Ya pes ettiklerinde çok geç olursa? Kendileri için bu soruların bir karşılığı olmadığını söylüyor Nuriye. Ona göre bu sorunun bir benzeri iktidara yöneltilmeli: “Ya işlerine geri dönene kadar bu insanların bedenlerinde, zihinlerinde bir zarar oluşursa; siz bunun hesabını nasıl vereceksiniz? Halkın yüzüne nasıl bakacaksınız?“
*Bu yazının yayınlandığı dakikalarda, Ankara Tabip Odası, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın sağlığı hakkında bir açıklamada bulundu. Yapılan açıklamada, Gülmen ve Özakça'nın sağlık durumunun giderek kötüye gittiği uyarısında bulunuldu: „Tansiyon ve nabız düzensizlikleri başlamış, bulaşıcı hastaklıklara karşı savunmaları zayıflamıştır. Her iki vatandaşımızda algılama, duygu durum bozuklukları, zihinsel ve motor faaliyetlerde bozulma dikkat çekicidir. Bu belirtiler Wernicke-Korsakoff sendromun öncü belirtileridir. Bu hastaların yüzde 10-15'i yaşamını kaybetmektedir.“