Soma Faciası'nın üzerinden tam 3 yıl geçti. 301 kişinin öldüğü facia için “fıtrattır, kaderdir“ dediler. Sorumlular hala yargılanmadı. Faciada oğlunu kaybeden İsmail Çolak ile söyleşi.
Bundan tam 3 yıl önce, 13 Mayıs 2014 tarihinde, Türkiye tarihinin en büyük maden faciası yaşandı. Manisa’nın Soma ilçesindeki maden ocağındaki “katliam“ da, işverenin ihmalleri sonucu 301 işçi yaşamını yitirdi. 255'i evliydi, geride 255 dul eş bıraktılar. 438 evlat babasız kaldı. 300 anne ve baba da oğullarını bir daha göremedi. O babalardan biri (26 yaşındaki Uğur Çolak’ın) İsmail Çolak.
55 yaşında eski bir maden işçisi olan baba Çolak, maden faciasının ardından Sosyal Haklar Derneği ile birlikte giriştiği hukuk mücadelesini sürdürse de, 6 tutuklu sanığın bulunduğu dava 3 yıldır sonuçlandırılmadı. Büyük facianın yıldönümünde, baba İsmail Çolak’la o günleri ve sürdürdükleri hukuk mücadelesini konuştuk.
O madende 25 yıl çalıştım, oradan emekliyim. O gün uzak bir köyde arkadaşımın cevizlerine ilaç atıyordum. Oradayken kötü haber geldi, “Madende yangın çıktı“ dediler.
Muhtarı aradım hemen. “Ciddi bir yangın var“ dedi. Hemen traktöre binip Soma’ya indim. Hastaneye geldik, ortalık ana baba günüydü. Önce “Trafo patlaması“ dediler. Ama ben madeni bildiğim için trafo patlamasına ihtimal vermedim. Trafo patlaması böyle bir yangın çıkaramazdı. Sağlıklı bir açıklama bekledik işveren tarafından ama yapılmadı.
Göz göre göre oldu! Bu çocuklar bile bile katledildi. Çünkü oğlum Uğur 15-20 gündür çalışma şartlarının çok zorlaştığını, madende anormal bir sıcaklık olduğunu söylüyordu. Ailelerden duyduğumuza göre diğer ölen madenciler de söylüyormuş bu durumu.
Madende gaz yoğunlaşması olduğunu söylüyordu. Uluslararası kriterlere göre madende karbonmonoksit gazı belli bir seviyenin üzerine çıkarsa çalışmayı durdurmak gerekir. Ama işverenler, “İşçiler gazı hissedilmesin, gaz seviyeleri düşük görünsün, uyarı veren cihazlar algılamasın“ diye sirenlerin çalmasını engelleyici önlemler almışlar. Yeter ki üretim durmasın!
Uğur, daha iyi bir iş bulduğunda bırakacaktı madeni. Üç buçuk yıldır orada çalışıyordu. Her yıl çalışmaları sonucunda aldıkları bir kömür hakkı vardır. Bana, “Kömür hakkımı alayım da öyle ayrılayım baba“ dedi. Onu da almasına az kalmıştı. Ben kendi ellerimle yerleştirdim çocuğumu. (Sesi titriyor, gözleri doluyor.) Evliydi, çalışması gerekiyordu. Muhasebe okumuştu ama iş bulamamıştı. Ben de madenciydim zaten. İşin riskini hep biliyordum ama başka bir iş olmayınca…
Öyle… Çünkü tarımımızı bitirdiler, tütünümüzü, pancarımızı… Ziraat bitince de madene kaldı herkes. Köleleştirdiler insanları.
Ben kendi çocuğumu kendim eğittim. Nasıl davranması gerektiğini aktarmaya çalıştım. Nerede çalıştığını, ne iş yaptığını takip ediyordum, biliyordum.
2000 yılıydı. Rahmetli Uğur daha 12 yaşındaydı. Gece vardiyasında göçük altında kaldım. Kırılmadık yerim kalmamıştı. Kurtarıldıktan 20-25 saat sonra uyandığımda yanımda oğlum Uğur vardı. “Benim babam sağlamdır, dayanıklıdır“ diyordu. 6 ay yatakta yattım. İyileştim. Ama ben bunu yapamadım evladıma, o morali veremedim. Biz ellerinden tutamadık çocuklarımızın. Çocuklar madende acıdan çok bağırmışlardır…
İşverenin ihmali. Doğru dürüst iş güvenliği eğitimi verilmiyordu. Mahkemede sanıklar kendileri de ifade ettiler. Fakat iş başka burda. Bu şirket devlete satıyordu çıkan bütün kömürü. Ben 1985 senesinde çalışırken küçük bir şirketti. Ama 2000'lerden beri birden büyüdü. İş büyüdü ama işçinin iş güvenliğini almadılar. Çünkü tatlı kazanç vardı.
Erdoğan’ın danışmanının (Yusuf Yerkel) bir işçiye tekme atması, kendisinin bir markette vatandaşı tokatlaması olacak iş değildi. Hele bakanların 1800'li yılların madenciliği ile kıyaslamalarda bulunması, “Oluyor böyle şeyler“ demeleri yaralayıcıydı… Aynı devlet yetkilileri Şili'de göçük olduğunda “Biz olsaydık 2 günde çıkarırdık“ dediler.
Bunun adil bir yargılama olduğunu düşünmüyorum. Zira bu katliamın kamu ayağından yargılanan kimse yok. Enerji Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, Maden İşleri Genel Müdürlüğü, Türkiye Kömür İşletmeleri… Buralardaki bürokratlar da yargılanmalı. Enerji Bakanlığı ruhsat verme, denetleme sorumluluğuna sahip. Enerji Bakanlığı müfettişleri, “En güvenilir, en güzel ocağın bu olduğunu“ açıkladıklarından 38 gün sonra bu olay oldu.
Davanın sonucu ne olursa olsun bir üst mahkemeye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceğiz. Devlet bürokratlarının yargılanması için elimizden gelen herşeyi yapacağız. 5 mühendis, 1 teknik servis görevlisinin üstüne kalıyor bütün suç. Şimdi de katliamı FETÖ'ye bağlamak istiyorlar, “Sabotajdı, bir işçi kendini yaktıydı. Oradan çıktı facia“ diyorlar.
Örgütlenme sayesinde. Soma’ya taziyeye gelen sivil toplum kuruluşlarından arkadaşlar; “Acı böyle yaşanmaz. Hak ve adalet arayacaksınız, örgütlenmeniz gerek“ dediler. Acımızla birlikte öfkemiz de büyüyordu. İstanbul'da Sosyal Haklar Derneği (SHD) ve Soma Temsilcisi Kamil Kartal ile tanıştık. Sonrasında ailelerle irtibata geçme kararını aldık. 301 madencinin ailesinin telefonlarını temin ettik ve tek tek aramaya başladık.
Çıkmaz mı? Katliamdan sonra ve dava sürecinde kaymakamlık Soma'ya girişleri yasakladı mesela. Sadece din adamlarının girişini serbest bıraktılar. Onları ölenlerin ailelerine yönlendirdiler. Onlar da “Fıtrattır, kaderdir“ diyerek aileleri teskin etmek istedi. “Allaha şirk koşmayın. Basına çıkmayın demeç vermeyin, yürüyüşlere katılmayın. Maaşlarınız, bulgurunuz, tarhananız, kömürünüz kesilir“ diyerek baskı yapmayı sürdürüyorlar. Bana sökmez. Ben zaten kaybedeceğimi kaybettim. Bundan sonra daha ne kaybedebilirim ki! Bazı ailelerin şikayetçi olmamak için işverenle anlaştıklarını düşünüyoruz mesela. 40 kadar aile dava açmadı. Bize de gelmişler, ama eşim ve gelinim onları kovmuş.
Devlet şehit diyor ama, “şehit“ statüsüne almıyor. İşin maddiyatında değilim ama bu statüye almadığı için şehitlerin ailelerinin yararlanacağı maaş da bağlanmıyor. Devlet verdiği sözün de arkasında durmuyor. Oysa dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız, “Babamızın oğlu da olsa sorumlulardan hesap soracağız“ demişti. Ama kendi müfettişlerinin yargılanmasına müsaade etmiyorlar.
Kabristan'a gidip dua okunacak, daha sonra da mevlid var. Bizler ise aileler olarak her yıl ayrıca yürüyüş ve miting yapıyoruz. Bu yıl yürüyüşe önce izin verildi sonra iptal edildi. Milletvekilleri devreye girdi, il emniyet müdürü geldi. Vali arandı. Sonunda anlaşma sağlandı.