İstanbul Havalimanı, 6 Nisan'dan itibaren tam kapasite hizmet vermeye başlıyor.
taz.gazete, İstanbul Havalimanı'nı mercek altına aldığı dosyada bu projenin insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini inceliyor.

Daha fazla okumak için:
taz.atavist.com/istanbul-havalimani

Barbaros Şansal, Brüksel'de.

„Teknik olarak hiçbir ülke bokunda boğulmaz“

Bir video yüzünden linçe uğrayan modacı Barbaros Şansal, iki ay Silivri'de hapis yattı. Kendisiyle hukukun üstünlüğünü ve bol gelen tayyör ceketleri konuştuk.

FATMA AYDEMIR, 2017-07-24

Türkiye Barbaros Şansal'ı modacı, ‚Bugün ne giysem‘-jüri üyesi, LGBTI*-aktivisti, yazar, sanatçı olarak tanıdı. Ama bu günlerde ona memleketinde ‚vatan haini‘ diyorlar. Kendisiyle hukukun üstünlüğünü ve günümüzün moda anlayışını konuşmak için Brüksel'de bir öğle yemeği yedik.

taz: Barbaros bey, buluşma yerimiz için „Emine Erdoğan'ın kapattığı Longchamps mağazasının önünde buluşalım“ diye yazdınız. Mağaza nasıl kapatılır?

Barbaros Şansal: Bir PR şirketi bulursunuz, 200 bin Euro ödersiniz, o kadar. Zor birşey değil.

Emine Erdoğan'la çalıştınız mı hiç?

Hayır. Şimdiye kadar tüm First Lady'lerle tanıştım, çoğu için çalıştım. Ama Emine hanım için hiç çalışmadım. Erdoğan başbakan olduğunda zaten artık devletle çalışmamaya karar vermiştim.

Neden?

Devlet fildir, ve bir fil ile asla yatağa girilmez. Zevkini sürdürür, yorgun düşer, uykusunda döner, sizi ezer geçer. Bir de sıçtığını düşünün, bokunun atından kalkamazsınız.

„Bokunda boğul Türkiye“ lafını yılbaşı gecesi paylaştığınız bir videoda söylediğiniz için, 2 Ocak'ta Kıbrıs'tan yurt dışı edildiniz, Atatürk havalimanında lince uğradınız ve iki ay hapis yattınız.

Darp edilmemin ve hapis yatmamın bu lafla alakalı olduğunu düşünmüyorum. Bu o tarzda yayınladığım ilk video değildi. Zaten o laf da bana ait değil. Ben sadece tekrarladım.

Kime ait?

2015'te verdiğim bir röportajın başlığıydı. Röportajı yapan arkadaş „Bokunda boğul Türkiye diyebilir miyiz?“ diye sordu, ben de onayladım. O röportajı zaten savcılığa delil olarak verdim.

Size 301. madde olarak tanınan „Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni alenen aşağılama“ suçundan 6 ay ve 2 yıl arası hapis cezası talep edildi.

Evet öyle, ama „alenen“ kelimesi önemli burada. Çünkü „Bokunda boğul Türkiye“ temenni oluyor. Teknik olarak benim dememle herhalde hiçbir ülke bokunda boğulmaz. Hem hepimiz, hangi ülkede yaşıyorsak yaşayalım, günde en az bir kere içine siçtiğimin memleketi demiyor muyuz? Neyse, dediğim gibi, mesele video değildi zaten.

Peki neydi o zaman?

Asıl mesele 29 Aralık'ta başlıyor. Ben bir tweet attım: „Albayraklar Elexus otelde kumar masasında dolar dalgalandırıyorlar“ diye. Yarım saat sonra beni bir kadın aradı, numaramı nerden bulduysa. „Çabuk o tweet'i silin, ben Bilmemkim Albayrak“, dedi. O kişiyi hiç tanımıyorum. „Çabuk otelime gelin“ dedi. Ben de gelemem, şu an yemekteyim dedim.

„Gelmezseniz görürsünüz“ dedi, kapattı telefonu. Sonra beni araştırmışlar bir şeyler bulmak için, bu videoyu buldular. Güya Reyna katliamı sonrası paylaştığımı söylediler. Halbuki öyle bir şey yok. Timeline'de yazıyor paylaşım saati 00:15. Reyna katliamı bir saat sonra oldu.

Sonra ne oldu?

1 Ocak'ta sekiz kişi beni şikayet etmiş video'dan dolayı. 2 Ocak'ta tam çantalarımı topluyordum, dönüş biletim hazırdı zaten dönecektim İstanbul'a, kapı çaldı. Sivil polis „İfadenizi almak istiyoruz, emniyete gelin bizimle“ dedi. Ben de nüfus kağıdımı alıp gittim. Bir baktım, „Tutuklandınız, yurt dışı ediliyorsunuz“ diyip beni uçağa bindirdiler.

Anadolu Ajans bunun üzerine uçuş bilgilerinizi yayınladı. Uçaktan inereken tedirgin mıydınız?

Hayır, hiç değildim. Uçuş bilgilerimin, telefon numaralarımın, ev adreslerimin devletin resmi haber ajansı tarafından yayınlandığını bilmiyordum ki. Bunu yaparak, sadece benim değil, uçakta bulunan 200 diğer yolcunun da hayatını tehlikeye soktular. Ama yanımda polis vardı ve apronda polis bekliyordu. Bana birinin saldırabileceğini düşünmemiştim. Saldıranlar da TGS görevlileriydi zaten. Hepsine karşı suç duyurusunda bulundum, ama hiçbiri görevden alınmadı. Savcılık iddianame hazırladı, mahkeme 7 aydır kabul etmiyor. Demek ki, uluslararası Atatürk Havalimanının uçuş güvenliği maalesef yok.

Geçen ay Kıbrıs'tan sizin hakkınızda „Yurt dışı kararı yoktu, o yüzden iptal edemiyoruz“ açıklaması geldi. Bu ne anlama geliyor?

Beni yasa dışı bir operasyonla götürdüler Türkiye'ye, bu anlama geliyor. Benim Kıbrıs Cumhuriyeti vizem var, KKTC değil. Beni Schengen topraklarından kaçırdılar. Bu bütün uluslararası yasalara aykırı. Bu yüzden KKTC'yi Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesine şikayet ettim. Türk Hükümetini de edeceğim.

Hapishanede geçirdiğiniz 56 gün hakkında „Makam Odası -Linç“ kitabını yazdınız. Çok ağır sahneler geçiyor kitapta. Tekrar normal hayata dönebildiniz mi?

Daha bir ay önce uyumaya başladım. Önceden ilaçla uyuyordum. Yeni yeni kendime geliyorum. Hapiste antisemitik, homofobi ve psikolojik baskıya maruz kaldım. Hiçbir şekilde sağlık hizmeti alamadım. İdrarımdan kan geliyordu, defalarca dilekçe verdim, hiç bir şekilde sonuç alamadım. İnce aramaya gidince, iki kazağımı, iki donumu yere atıp üzerine basıyorlardı hep.

Çok hareketsiz kaldım, üç adıma üç adımdı hücrem. Sol dizimde ortopedik sorun var, aldığım darbelerden dolayı. Merdiven çıkarken aksıyor. Omurgam protez olduğu için, hasar var. Ama tedavi görüyorum. Biraz da o yüzden Brüksel'deyim. Bak şu an dışarıda oturup özgürce yemek yiyebiliyorum. Ben bunu Türkiye'de yapamıyorum artık.

Brüksel'de temelli mi kalacaksınız?

Bilmiyorum, çok zor günler geçiriyorum şimdi. Seksenli yıllarda da sürgün yaşadım, Londra'da, İsviçre'de. Yine o günlere geri dönüyorum. Ama geçici bir süre olarak görüyorum. Türkiye can güvenliğimi sağlayamadığı sürece buralardayım. Ama üç haftada bir Türkiye'ye gidip, emniyette imzamı veriyorum.

Nasıl yani? Türkiye'ye gidip geldiğinizde, tutuklanmaktan ya da çıkamamaktan korkmuyor musunuz?

Ben herhangi bir suç işlemedim ve bu yüzden davadan da kaçmam. Sığınma da talep etmem başka bir ülkede, çünkü sığınma talep etmek davadan kaçmak anlamına gelir. Türkiye'yi, oradaki dostlarımı kendi kaderlerine bırakamam.

Türkiye'deki yargı bağımsızlığına inanıyor musunuz?

Hukukun üstünlüğüne inanıyorum. Bugün yargı çok ağır hasarlar görmüş olabilir. Ama seriat olsa, ona da uyarım. Yani, seriata inanmam, ateistim. Ama Suudi Arabistan'da yaşasam ve orada yargılanıyorsam, mutlaka hukukun üstünlüğüne inanan bir adamım, o manada söylüyorum.

Türkiye'de bugün Bimer (Başbakanlık İletişim Merkezi) ve Cimer (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) üzerinden gelen şikayetlerle talimatlar veriliyor. Beni yılbaşı günü şikayet edenlerden birinin dolandırıcılık ve cinsel istismar yüzünden F-Tipi cezaevinde hapis yattığı ortaya çıktı. Sanki hapishanede internet varmış gibi! Bu detayların açıklığa kavuşması gerekir. Dişlerim kırıldı, boynumda protez var. Orada beni canavarca öldürmek istediler, polisler kurtardı. Bu davanın peşini bırakamam.

Sizin darp edildiğinizi gösteren video kayıtları Yunanistan'da sığınma talep eden darbeci askerlerin davasında linç olasılığına delil olarak gösterilmiş.

Evet, ve en çok canımı sıkan şey de o açıkçası.

Neden?

Bakın, ben vatansever değilim. Vatanını sevmek zorunda değil hiç kimse, herkes eleştirebilir. Bu satirik de olabilir, kara mizah da içerir. Ama ben Türkiye'ye eksi puan yazılmasına neden olmak istemem. 60 yaşında adamım ve şimdiye kadar ülkemi her yerde gururla temsil ettim. Helmut Kohl'un gelininin gelinliğini ben yaptım. Dünya çapında çalışan ve Türkiye'yi temsil eden biriyim, ve şimdiye kadar ülkemden bir kuruş yardım almadım. Hep yok sayıldım. Bu beni hiç etkilemedi, ben kendi mesleğime, kendi ideallerime bakarım. Ama Türkiye bu sefer çok ileri gitti.

Artık „vatan haini“ deniliyor size. Bu kavram hakkında ne düşünüyorsnuz?

Türkiye'de vatan haini ilan edilmek, şu an Top 10'a girmek gibi birşey. Madalya gibi algılanmalı. Ben ne yaptım ki vatan haini oldum? Devlet sırları mı paylaştım? Darbe mi yaptım? Gezi eylemlerinde tüm ötekiler adına ilk günden katıldım, bornozla koştum oraya. Yıllardır LGBT hakları, hayvan hakları, çevre haklarını savunuyorum. Bin üzerinde çocuk okuttum. Bu mu vatan hainliği? O zaman evet, vatan hainiyim.

Türkiye'de televizyonda açıkça eşcinselliğini konuşan nadir ünlülerdensiniz. Hatta sizden başka biri var mı, bilemiyorum şu an.

Cemil var (Modacı Cemil İpekçi). Ama Cemil bir AKP'li, bir CHP'li. Biliyorsunuz Cemil'i. O muhafazakar eşcinsel.

Neden eşçinselliğinizi açıklamaya karar verdiniz?
Foto: Teun Voeten

Söylemeseydim, belden aşağı vuracaklardı. Bana şantaj yapacaklardı.Diğer yandan da bir sorumluluk olarak gördüm. Bir zamanlar, 1980 darbesinden sonra, minibüslere bindirildim, saçlarım tıraşlandı, tecavüz edildim. O zamanlar hep susmak zorunda kaldım. Bir gün, artık susmayacağıma karar verdim. 6 yaşında bir kıza evlenilebilir demek „ifade özgürlüğü“ne giriyorsa bu coğrafyada, ben de eşcinsel olduğumu söyleyebilirim. Kaldı ki bu Türkiye'de yasak bile değil.

2012'de Hormonlu Domates Transfobi ödülüne aday gösterildiniz. Bülent Ersoy hakkında, „Bizim kıyafetlerimiz ona uymaz çünkü kadın terzisiyiz“ demiştiniz.

Evet, ama neden dedim? Çünkü Bülent bana borcunu ödemedi diye. Ödeseydi, ben ona laf etmezdim. Emek bu. Bülent benim 40 yıllık arkadaşım. Ben onunla Göztepe'de top oynardım. O tabii hep kaleciydi. (Gülüyor.)

Moda sektörünü bırakacağınızı açıklamışsınız. Doğru mu?

Bıraktım mesleğimi, evet. Yani Türkiye'de o meslek yapılmaz zaten. Belki Avrupa'da bir gün Couture'ye dönerim. Ama Türkiye'de insanlar ya soyunuyor, ya örtününüyor. Dolayısıyla tayyör, manto yok artık. Ben dikiş ipliğimi Almanya'dan alıyorum, kumaşımı İtalya'dan, dantelimi Fransa'dan. Polyester bir ülkede bunların hiç biriyle bir şey yapamıyorsun. Artık o kültür de yok. Rafine burjuva kalmadı ki.

Çalışmayı özlemiyor musunuz?

Hayır, o ülke Nur Yerlitaş'ı, İvana Sert'i ve Hakan Akkaya'yı hak ediyor. Beni değil. O ülkenin moda anlayışı yok. Merdiven altı, sendikasız, sigortasız bir tekstil var artık Türkiye'de. Dünya markaları bile terk etti ülkeyi artık.

Brüksel'in moda anlayışı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Burada bari Couture var, küçük köylerde bile dikişçilere rastlıyorsunuz. Ama artık dünya çapında bir moda anlayışından bahsetmek çok zor. Aksesuar ve kozmetik satıyor artık, elbise yok. Zara'dan 19,99 Euro'luk bir bluz alıyor, ama Chanel'den iki bin Euro'luk çanta takıyor millet.

Bu her zaman böyle değil miydi?

Hayır, eskiden ayakkabının, çantanın üzerinde marka varsa, giymeye utanırdı insanlar. Ve eskiden moda insan vücuduna odaklanıyordu, artık vitrine, askıya, online shop'a odaklandı. Esneyen giysiler var, ya da bol giysiler. Siz kendinize ceket aradığınıyda, kolu, yakası yerinde bir tayyör ceketi bulabiliyor musunuz?

Hayır. Ya kısa geliyor, ya beli bol oluyor.

Çünkü herkesin vücudu farklı. Ama elbise giyilmiyor artık, elbisenin içine girilmeye çalışıyor. „Bu ol“, deniyor sana, „buna gir“. „Bunu giy“ değil. Ben işi zirvedeyken bırakıyorum. Kurtuluyorum. Başka şeyler yaparım. Belki küçük bir brasserie açarım, kitap yazmaya devam ederim. Birikimlerim var ne de olsa, bu yüzden şanslıyım, olmayada bilirdi.

Emekli oluyorsunuz yani.

Büyük servetimle küçük bir hayat kuruyorum. Bütün antikalarımı sattım. İyi gümüş servislerim vardı. Ama markette gümüşü parlatan ilaç yok ki artık. Nasıl parlatayım? Londra'ya mı uçayım gümüş parlatmak için? Ne saçma bir hayat! Ne verdi ki o büyük hayat bana? Zulüm verdi, işkence verdi, iftira verdi, darp verdi.

30 yıl çalıştım Yıldırım Mayruk'la buralara gelmek için. Tahliye olduktan sonra 29 çalışanımdan 24'ünü işten çıkarmak zorunda kaldım, tazminatlarını verdim, gittiler. Çünkü onların can güvenliği yoktu, benimle çalıştıkları için. Bana verilen en büyük ceza bilgi birikimimi ve mesleğimi memleketimden çekmek zorunda kalmak.

FATMA AYDEMIR, 2017-07-24
GERI
YAZAR HAKKINDA