Siyasi partiler ve medya, Türkiye'deki Suriyeliler hakkında nefret söylemi üretiyor. Bu söylemler onlara şiddet olarak geri dönüyor.
Türkiye’de yaşayan yabancılara vatandaşlık verilmesini öngören yasa tasarısı Temmuz'un son haftası Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulurken, sokaktaki mülteci karşıtlığı yükseliyor. Bir yandan Erdoğan’ın “otobüse bindirip göndeririz“ tehdidi, diğer yandan medyanın tetiklediği ırkçı baskılar başta Suriyeliler olmak üzere ülkedeki yabancıları kıskaca almış durumda. Yeni yasa tasarısı, toplumda var olan gerilimi yeni bir aşamaya taşıyacağa benziyor.
Suriye savaşının başladığı tarihten bu yana mültecilere “açık kapı politikası“ uygulayan Türkiye’de bugün 3 milyonu aşkın mülteci yaşarken, göçmenlerin çoğunluğunu Suriyeliler oluşturuyor. 27 Temmuz’da incelenmesi için Adalet Komisyonu’na sunulan yasa tasarısına göre; ikamet izni verilen yabancılar, İçişleri Bakanlığı tarafından aldıkları kimlik numaralarıyla yabancılar kütüğüne kaydolacaklar. İçişleri Bakanlığı'nın Türkiye'de bulunan yabancılara ikamet izni şartı aranmaksızın kimlik numarası verme yetkisi de olacak.
Dış politikada sıkıştığı her noktada “mültecileri otobüslere koyup, geri göndermekten“ bahseden iktidar partisi, “başkanlık referandumu“ gibi kiritik gündemlerde ise Suriyelileri oy deposu olarak görmekte bir beis görmüyor. Muhalefet ise AKP karşıtlığını Suriyeliler üzerinden milliyetçi bir tonda yürütüyor.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli her fırsatta Suriyelilere vatandaşlık hakkının hazmedilecek bir durum olmadığını söylerken; Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçlaroğlu referandum sürecinde “evet“ oyunun Suriyelilere vatandaşlık verme anlamına geldiğini iddia etmişti.
Ana akım medya, nefret söylemleriyle toplumdaki gerilimi yükseltmeye devam ederken, bütün bunların toplamı Suriyelilere şiddet olarak geri dönüyor. Konya’da Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelerde mültecileri hedef alan saldırılar, İstanbul Sultangazi’de Suriyeli mültecilerin evlerinin yakılması tehdidine kadar varan linç girişimleri, Adana’da ve Ankara Demetevler’de yaşanan saldırılar son dönemde yaşananlara sadece birkaç örnek.
İki yıl önce Halep’ten Türkiye’ye gelen ve Ankara’da yaşayan 28 yaşındaki Zeid Tüfekçi, Suriyelilere vatandaşlık verilmesinin her iki toplum için olumlu bir adım olacağını söylerken, Suriyelilerin bu sayede Türk toplumu ile daha iyi ilişkileneceklerini ifade ediyor.
Mülteci Dernekleri’yle birlikte çalışan Tüfekçi, Suriyeli mültecilerin haklarını düzenleyen 'Geçici Koruma Statüsü’nün iyi uygulanmadığını ve bunun sıkıntı yarattığını belirtirken, vatandaşlık haklarıyla birlikte pek çok kişinin hayatı kolaylaşacak“ diye konuşuyor. “Suriyeliler çok zor şartlarda yaşıyorlar ve yaşanan şiddet olayları onların hayatını daha da zorlaştırıyor. Bu durumu çözmek için ise kimse elini taşın altına koymuyor. Özellikle şiddet olaylarının yaşandığı mahallelerde ne Suriyeliler ne de Türkler birbirini seviyor“ diyen Tüfekçi, “Türkler tarafından zor kullanılarak bazı yerinden etme durumları yaşadık.“ diye anlatıyor.
Suriye’nin Deyrizor kentinde yaşayan ve iki sene önce Türkiye’ye gelen 31 yaşındaki Kenana Al-Kurdi, İstanbul’da iki küçük çocuğuyla yaşıyor. İstanbul’a gelmeden önce Mardin Kızıltepe’de yardım çalışmaları ile Suriyeli ailelere umut olan Al-Kurdi, mültecileri Avrupa’ya taşıyan ölüm teknelerine karşı bir araya gelen 'Crossing no more’ hareketinin de bir üyesi.
Al-Kurdi, Türkiye’yi sevdiğini ve burada kalmak istediğini söylerken, ülkenin kurallarına uygun yaşamak istediğini ifade ediyor. “Kimliksiz ne hastaneye gidebiliyorum ne de çalışabiliyorum. Vatandaşlık verilirse daha rahat yaşayacağız“ diyen Al-Kurdi, hükümetin Suriyelileri umursamadığını ve onların sesini duymadığını belirtiyor. “Türkleri seviyorum ama bazen Suriye’den geldiğimi söylediğimde bana düşmanca bakıyorlar. Oysa bizler hayvan değiliz, düşman değiliz.“ diye konuşan Al-Kurdi, “Biz sadece iyi bir hayat istiyoruz“ diyor.
“Geçici Koruma Statüsü“nde bulunan milyonlarca Suriyeli vatandaşlık almayı beklerken, uzmanlar hayata geçirilemeyen entegrasyon politikalarının gerilimi artırdığını savunuyor.
Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Didem Danış, 90’lardan beri göç alan Türkiye’nin sığınmacılar konusunda geçici bir politika güttüğünü, ancak gelinen süreçte Suriyelilerin kalıcı olduğunu anlayan toplumun buna direnç gösterdiğini ifade ediyor. “Şu andaki direnç ve gerilim Türkiye toplumunun kalıcılığı kabul etmek istememesinden kaynaklanıyor“ diyen Danış, gerilimi arttıran unsurun yanlış politikalar olduğunu söylüyor.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Selda Tuncer de devlet politikasındaki eksikliğe dikkat çekerken, insanların birlikte yaşamasına dair herhangi bir çalışmanın yapılmadığını söylüyor. Türkiye’de uzun bir süre Suriyelilere dair negatif bir şey olmadığını, hatta uzun bir süre ev sahibi gibi davranıldığını aktaran Tuncer, ilk zamanlar pek çok kişinin parklara, sokaklara yemek bıraktığını da hatırlatıyor.
Zaman içinde artan sayıya karşılık, devletin ciddi bir plan ve program yapmadığını, bunun da toplumdaki endişeyi yükselttiğine dikkat çeken Tuncer, vatandaşlık ve oy tartışmalarının kritik eşik olduğunu beliritiyor. Vatandaşlık söylemiyle Türkiye halkı nezdinde Suriyelilerin mağduriyetinin silindiğini ifade eden Tuncer, bunun karşılığında “devletten para alıyorlar, tembeller“ gibi söylemlerin yerleşmeye başladığını vurguluyor.
Nefret söyleminin odağında Suriyeliler
Hrant Dink Vakfı’nın “Medyada Nefret Söylemi Ocak-Nisan 2017“ raporuna göre Suriyeliler, hakkında en çok nefret söylemi üretilen gruplar içerisinde Ermenilerden sonra ikinci sırada yer alıyor. Suriyeli mülteciler rapora göre basında düzenli olarak cinayet, hırsızlık, taciz gibi kriminal olaylarla anılıyor, güvenlik sorunları ve 'terör’le özdeşleştiriliyor; olumsuz ekonomik gidişatın ve işsizliğin sorumluları olarak gösteriliyorlar.
Medyanın ayrımcı ve ırkçı haber diliyle Suriyeli mültecilerin mağdur edildiğini ve hedef gösterdiğini söyleyen Tunceli Munzur Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Hatice Çoban Keneş, “Eğer medyanın hak odaklı bir habercilik anlayışı ve pratiği olsaydı, en azından ülkemize sığınmış olan savaş mağduru mültecilerin öldürülürken, lince uğrarken, parklarda naylon barakalarda, köprü altlarında yaşama tutunmaya çalışırken, en ucuz işlerde güvencesiz çalıştırılırken, paralarını alamazlarken ve benzeri pek çok nedenle zaten mağdurken, mağdur olanı bir kez daha mağdur edecek bir haber dili ve söylemi kullanmaması gerekirdi.“ diyor.
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi iken 'Barış İmzacısı’ olduğu gerekçesiyle ihraç edilen Doç. Dr. Tezcan Durna ise ana akım medyanın yabancı olana bakışının Suriyeli sığınmacılarda rahatça görülebildiğini söylüyor. “Norm dışı olana bakış genelde yaşanan her türlü polisiye olayın temsilinde kendini gösterir. Herhangi bir mahallede hırsızlık, taciz, yağma vs. olur. Bu tür olaylar Suriyelilerin yaşadığı mahallede gerçekleştiği zaman, haberde Suriyelilerin yaşadığı mahallede olduğu özellikle vurgulanır.“ diye konuşan Durna, basındaki sunuma koşut biçimde hem hükümet yanlısı hem de hükümet taraftarı insanların Suriyeli mültecileri toplumsal düzeni bozan unsurlar olarak gördüğünü belirtiyor.