Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinin sonlandırılması büyük bir hata mı? Geç kalınmış bir adım mı? Yoksa tartışmaya bile gerek duyulmayan bir konu mu? Muhalefet partileri değerlendirdi.
Almanya’daki hiçbir seçim, Türkiye’nin böylesine belirleyici olduğu bir şekilde geçmemişti.
İkili ilişkiler tarihinde ilk kez iki gazeteci ve hak savunucusunun da aralarında bulunduğu bir düzine Almanya vatandaşı, Türkiye’de cezaevinde ve bizzat devlet başkanı tarafından casuslukla suçlanıyorlar. İlk kez bir Türk hükümeti Almanya’yı darbecileri korumakla suçluyor. Bugüne kadar hiçbir bir hükümet ya da lider kendi evindeki seçim kampanyasını Almanya’ya taşımak için böylesine bir mücadeleye girmedi ve hiç bu kadar reddedilmedi. Hiçbir hükümet ya da devlet başkanı Almanya’daki seçimlere bu kadar müdahil olmadı. Türkiye kökenli Alman vatandaşlarına „Şu partilere oy vermeyin’’ demedi.
İki başbakan adayının pazar günü televizyondan canlı yayınlanan tartışmada Türkiye ile ilişkiler konusunda verdikleri vaadleri dinlerken, aklıma 2015’te AB İlerleme Raporu’nun ertelenişi geldi. Türkiye’nin ifade özgürlüğü açısından ciddi şekilde eleştirildiği rapor, Almanya’nın önayak olduğu mülteci anlaşmasına halel gelmesin, Erdoğan Suriyeli mültecileri Avrupa’ya göndermesin diye, Kasım’daki seçim sonrasında yayınlanmıştı. Hatta bu konunun mülteci anlaşmasının gizli bir maddesi olduğu bile iddia edilmişti.
Türkiye’de muhalefet ‚‘Rapor neden açıklanmıyor?’’ diye sorarken, ne Almanya Başbakanı Angela Merkel, ne de o zaman Avrupa Parlamentosu’nun başkanı olan Martin Schulz ses çıkarmıştı. O dönem Deniz Yücel, Meşale Tolu, Peter Steudtner gibi Almanya vatandaşları casusluk ya da teröristlikle suçlanıp cezaevine atılmamıştı. Yine de 14 gazeteci hapisteydi ve Erdoğan bir gazeteci için açık açık „Onu öyle bırakmam’’ diyebiliyordu.
Almanya’da Hıristiyan Birlik–Sosyal Demokrat koalisyonu gidişatın farkında olsa da ipleri bırakmak istemedi. Martin Schulz da 2016’da verdiği söyleşilerde Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin kesilmemesi gerektiğini savunuyordu. İki yıl gibi kısa bir sürede köprünün altından çok sular aktı. Nehir taştı ve iki ülke ilişkilerini boğacak hale geldi.
Pazar günkü tartışmada bugüne kadar Türkiye ile bağları koparmamak, buradaki muhalefeti yalnız bırakmamak adına yapıcı bir politikadan yana olan Martin Schulz’un üzerine basa basa „Başbakan olursam AB üyelik müzakerelerinin kesilmesi için elimden geleni yapacağım’’ demesi bunun en güçlü göstergesiydi.
AB İşlerinden Sorumlu Bakan Ömer Çelik, iki lideri de popülizmden inşa edilmiş bir Berlin Duvarı örmekle suçladı. Çelik'e göre Türkiye’nin içinde bulunduğu durumda bir sorun yoktu ama Türkiye’ye yönelik müzakerelerin durdurulması ya da fonların kesilmesi gibi öneriler AB’nin bir kriz yaşadığına işaret ediyordu!
Son dönemlerde iktidarın ve bizzat Erdoğan'ın hedefinde olan, kaos planlamak ve Gülenciler'e destek vermekle suçladığı ana muhalefet partisi CHP'nin Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz, Dışişleri’nden genç yaşta ayrılmış bir diplomat. Zamanında AB Daimi Temsilciliği’nde müsteşarlık görevinde bulunmuş olan Yılmaz, lafı uzatmadan „Merkel ve Schulz Sayın Cumhurbaşkanı'nın tuzağına düşüyorlar’’ dedi. Yılmaz’a göre iki lider de Erdoğan’la şahsi atışmalarını Türkiye’ye yansıtarak Cumhurbaşkanı'nı hedef almak isterken, Türk halkını hedef alacak politikalardan söz ediyorlar.
Yılmaz Almanya’nın Türkiye’nin AB üyeliği konusunda baştan beri çekinceleri olduğu, Kıbrıs sorunu ya da Ermeni sorunu gibi bahanelerle tam üyeliği kabul etmekten kaçtığı görüşünde; „Ama bu sefer ilk defa Türkiye’deki bir gerçeği pazarlamaya başladılar Avrupa kamuoyuna. AKP yönetimi 16 Nisan referandumuyla Türkiye’de demokrasiyi bitirdi, AB’ye üyelik için Kopenhag siyasi kiterlerini karşılamaktan iyice uzaklaştı. Bu durum da onların elini kolaylaştırmış oldu’’ ifadeleri kullandı.
„Türkiye’yi Erdoğan üzerinden okumamalılar. Türkiye’de özellikle 'Hayır’ bileşenlerinin oluşturduğu güçlü bir muhalefet var. Türkiye’yi izole eden adımlar atılması halinde bundan hem bu muhalefet hem de Türkiye halkı zarar görecek. Bu durumdan tek kar eden ise yine Erdoğan olacak. Erdoğan Almanya’nın tutumunu iç politika malzemesi yapacak ve kendi kamuoyuna bunu mağduriyet olarak gösterip kazançlı çıkacak. Ayrıca unutulmasın ki, AKP gelinen nokta itibariyle zaten artık AB’ye tam üyelik istemiyor.’’
Yılmaz ekonomik ambargoların da Erdoğan’ın değirmenine su taşıyacağı görüşünde. „Ambargolar otokratik rejimleri güçlendirir’’ diyen Yılmaz, „Zarar gören halk olur’’ diye ekliyor. CHP milletvekiline göre Alman firmaları da zaten Türkiye pazarını terketmek istemeyecek ve bu konuda hükümetlerine baskı yapacaklar.
Eş Başkan Selahattin Demirtaş ve eski eş Başkan Figen Yüksekdağ ile birlikte 10 milletvekili cezaevinde olan HDP, ana muhalefet partisinden farklı düşünüyor. Partinin Meclis Dış İlişkiler Komisyonu Üyesi milletvekili Hişyar Özsoy, „Öncelikle şunu söyleyeyim: Biz Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinde ısrarlıyız’’ diyor, bununla birlikte müzakerelerin askıya alınması ya da ekonomik yaptırımların daha önceden gündeme gelmesi gerektiğini söylüyor.
Özsoy, „AB hep idare eden, Erdoğan’ın sırtını sıvazlayan politikalarıyla 3-4 yıldır neredeyse diktatoryal bir rejimin kurulmasına payanda oldu’’ diyor. „Eğer Almanya bunu 1 yıl önce yapsaydı Erdoğan belki referandumu kazanamayabilirdi. „Seçmenlerinin ilk 3 ay Almanya’ya vereceği tepki sonra kendisine dönebilirdi’’ diye düşünüyor.
Rusya ile yaşanan krizi hatırlatan Özsoy’a göre, Almanya’nın Türkiye politikasını ekonomik yaptırımlarla sertleştirmesi de işe yarayabilir. „Rusya turist göndermedi, domates de almadı. Turist ve domates. Bu ikisi Erdoğan’ın geri adım atmasına yetti. Üç ay önce marşlarla Rusya’yı protesto eden esnaf özür dilenince kurban kesti’’ diyor. HDP milletvekili Erdoğan’ın ekonomik nedenlerle AB’yi ve Almanya’yı karşısına alamayacağı görüşünde. Kısa süre önce Alman şirketleriyle ilgili çıkan bir listeyle ilgili hükümetin hemen nasıl özür dilediğini de hatırlatıyor.
MHP’den kopup Meral Akşener başkanlığında bir parti oluşumuna giren Ümit Özdağ, iki liderin ortaya koyduğu yaklaşımların sonuçlarını değerlendirmek istemiyor. Bununla beraber yakında Türkiye siyaset sahnesine katılacak olan yeni partinin AB politikasına dair ilginç açıklamalar yapıyor.
Özdağ, Türkiye’nin AB’ye tam üye olamayacağını AB’nin de bunu istemediğini söylüyor. '‘Zaten şu an kendini yeniden tanımlamak konusunda sıkıntı içinde olan AB Türkiye’ye üyelik perspektifi sunamaz. Tam üyelik hedefi gerçekçi değildir. Biz AB ile yeni bir dostane ilişki tanımı yapılmasını, bir geçiş uygulaması olan Gümrük Birliği’nin yerini de yeni ve kalıcı farklı bir model oluşturulması istiyoruz. En azından yeniden ilişkilerin çerçevesini oluşturacak bir mekanizma üzerinde çalışmak gerekiyor’’ diyor.
Bugünkü durumun tarafları iç politikaya yönelik bu tür açıklamalar yapmaya ittiğini ve ilişkileri zehirlediğini söylüyor. Ekonomik yaptırımlar konusunda ise, „Ne olursa olsun. Savunma sanayi ve turizm alanında gizli bir ambargo uygulanıyor olsa da, büyük Alman şirketleri hala Türkiye’de büyük ihaleleri alabiliyor’’ diyor.
AB fonlarından yararlanan sivil toplum kuruluşları Almanya’nın müzakereleri sonlandırma tercihini nasıl karşılıyor? KAOS GL Derneği Dış İlişkiler Sorumlusu Murat Köylü, Türkiye’nin Avrupa ekseninden uzaklaşmasının Türkiye’deki LGBTİ’ler dahil her tür toplumsal hareketi yeni zorluklarla karşı karşıya bırakacağından endişe ediyor. AB’nin müzakereleri sonlandırması ve yardımları durdurması halinde sivil toplum hibe programının da tehlikeye girebileceğini söylüyor. '‘Hükümet STK’ların fon almasını engelleyebilir’’ diyor.
AB’nin STK hibe fonundan faydalanan kuruluslar arasında Kadınlarla Dayanışma Vakfı KADAV da var. KADAV Gönüllüsü Özgül Kaptan: „Biz halkanın sonundayız ve bu fonları ulaşması gerekenlerin yararlanacağı şekilde kullanıyoruz, onlara ulaştırıyoruz. Zaten AB fonlarını almamız bile uzun prosedürler nedeniyle zordu. Şimdi bir kesintiye yol açacak bir adım atmak neye hizmet eder?’’ diye soruyor. Kadav gönüllüsü Kaptan’ın sorusu cevap bekliyor.