Almanya'daki Türkiye kökenliler hala sadık birer SPD seçmeni mi? Erdoğan'ın 24 Eylül seçimlerine müdahalesinin nasıl bir etkisi oldu? Türkiyeliler arasında CDU'ya oy vermek artık bir tabu değil mi? Umursayan var mı? Bir izlenim.
Frankfurt'un Bockenheim mahallesinde, eski bir sanayi bölgesinde yer alan Franfurt Türk Halkevi'nde canlı müzik ve balık kokusu. 1965 yılında kurulan Frakfurt Türk Halkevi'nde rakı ve balık gecesi düzenleniyor. Sol kültürden gelen Türkiye kökenlilerin Almanya seçimleri hakkında ne düşündüklerini öğrenmek isteyenler için ideal bir yer.
41 yaşında bir mühendis olan Bülent Yavuz, “Burada Alman siyaseti yapmıyoruz“ görüşünü paylaşıyor. Halkevi, kurulmasının ardından geçen yarım yüzyılda siyasi olarak bir tür soyutlanmadan geçmiş.
Yavuz birkaç sene önce yaşanan bir olayı anımsıyor; “2012 Avrupa Şampiyonası eleme turlarında Almanya ve Türkiye eşleşmişti. Alman medyasından bazı gazeteciler maçı burada izlemek istedi. Maç tam başlamıştı ki, yayın kesildi. İzlediğimiz Türk kanalın lisansıyla ilgili bir problem olduğu ortaya çıktı. Bir baktık, Halkevi'nde Alman kablo yayını yok. Gazeteciler bu duruma çok şaşırdı.“
Burada bulunan Türkiyelilerin Almanya'dan kopukluklarını, “Sadece televizyon çanaklarımız değil, yüzlerimiz de Türkiye'ye bakıyor.“ sözleriyle anlatıyor Yavuz; “Ama burada yaşıyorsun, bir de buraya baksana“ diye ekliyor.
Almanya'daki Türkiye kökenli seçmenlerin büyük çoğunluğu, işçi geçmişlerinden ötürü, Almanya seçimlerinde Sosyal Demokratlar'a (SPD) oy verme eğilimindeler. Fakat Türk – Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı'nın (TAVAK) araştırmasına göre SPD'nin Türkiye kökenli seçmenler arasındaki popülaritesi azalmakta. 2013 yılında Türkiye kökenliler arasında yüzde 54 destek gören SPD, şu anda yüzde 45'e düştü. Hristiyan Demokratlar (CDU) ise bu süre içinde yüzde 9'dan yüzde 12'ye yükseldi.
Halkevi'ndeki geceye katılanlardan Eyüp Yılmaz, Sol Parti'den Frankfurt Belediye Meclisi üyesi. 1991 yılında, 25 yaşındayken Almanya'ya yerleşmiş. 2004 yılından beri Alman vatandaşı olan Yılmaz, Alman vatandaşlığının kendisine verdiği güvenin öneminden söz ediyor. Erdoğan'ın boykot çağrısıyla ilgili endişe duymayan Yılmaz, bu çağrının sadece ona fazlasıyla sadık olan kesimde karşılık bulacağından emin. Bilinçli çoğunluğun, Türkiye'de neler olup bittiğinin farkında olduğunu söylüyor.
Türkiye'deki toplumsal ayrımın Almanya'ya sıçradığını belirten Yılmaz, Almanya'nın da hataları olduğunu vurguluyor; “70'lerde ve 80'lerde yabancıları siyasete dahil etmek yerine yabancı kurulları oluşturuldu. Bu yüzden yabancılar Almanya'ya sırtlarını döndü. Sonunda Erdoğan gibi biri onlara hitap etti ve verilen mücadeleler sonucu edinilen kazanımlar zarar gördü.“
Köln'ün Keupstrasse sokağında bu zararın etkilerini görebilirsiniz. Sokağın başındaki berber dükkanında zaman geçiren dertli bir adam, „Alman seçimleri umurumuzda bile değil. Hiçbiri samimi değiller. Almanlar'ın içinde öyle bir Türk nefreti var ki, bakın, yabancı nefreti demiyorum, özellikle Türk nefreti…“ diye serzenişte bulunuyor. Dışarıdaki sokak direğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın fotoğrafı asılı, ve altında bu cümleler;
“Türkiye dostu olanlarla beraber olun! Onlara oyunuzu verin! Onları büyütelim!“
Sadece Kuzey Ren-Vestfalya (KRV) eyaletinde seçimlere katılabilecek olan, kimsenin ismini bilmediği bir parti olan ADD, (Alman Demokratlar Birliği) Erdoğan'ın Alman partilere ve siyasetçilere karşı sarfettiği sözleri bir fırsata çevirmiş gibi görünüyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Alman seçimlerine müdahalesi ne kadar sıradışı görünse de, benzer bir durum 27 Eylül 1998 seçimleri öncesinde de yaşanmıştı. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, Şansöyle Helmut Kohl'un Avrupa Birliği konusundaki olumsuz tutumu üzerine Almanya'yı „1930’lardaki hayat alanı (Lebensraum) politikalarına dönüşle“ suçlamış, Alman hükümeti sözcüleri ise bu sözleri „emsalsiz, kabul edilemez, yersiz, affedilmez“ olarak nitelendirmişti.
Yılmaz, Ağustos 1998'de verdiği bir röportajda Almanya'daki Türkiye kökenli seçmenlere üstü kapalı bir „mesaj“ vermişti. Gelen tepkiler üzerine geri atan Yılmaz, Almanya'nın içişlerine karışmak gibi bir durumun söz konusu olmadığını belirtmişti. Yine de Kohl kaybetmiş, SPD'nin adayı Gerhard Schröder kazanmıştı. O dönemde Almanya'da seçme hakkı bulunan Türkiye kökenli seçmen sayısı 150 bin civarındaydı. Federal İstatistik Dairesi, bugün Almanya'da seçme hakkı bulunan 720 binin üzerinde Türkiye kökenli seçmen olduğunu tahmin ediyor.
Duisburg’un merkezinden uzak, yabancıların çoğunlukta olduğu Dieselstrasse'de Türkiyelilerin takıldığı ıssız bir çayevi. Yerel politikacılar bir yandan çaylarını karıştırırlarken, diğer yandan Alman partilerine ve siyasetçilerine duydukları rahatsızlıkları dile getiriyorlar. Geçtiğimiz ay Yeşiller Partisi Eş Genel Başkanı Cem Özdemir'e hakaret ettiği gerekçesiyle- ödenmediği takdirde hapis cezasına dönüştürülebilecek- bir para cezasına çarptırılan, yürüttüğü #FreeBekir kampanyasıyla adından söz ettiren Duisburg Uyum Meclisi üyesi Bekir Sipahi, konuşmayı „Bismillahirahmanirahim“ sözleriyle açıyor.
30 sene boyunca SPD üyesi olduğunu söyleyen Bekir Sipahi, Sosyal Demokratlar'ın Türkiye'ye verdiği zararı CDU'nun vermediği kanaatinde; „Almanya, Türkiye'nin her alanda gelişip dünyaya yön verecek bir misyonunun olduğunun farkında değil. Sayın Cumhurbaşkanı'nın öncülüğünde atağa geçtik. Alman partilerinin liderleri, sağa giden oyları geri alabilmek için sağ eğilimli görüş belirtiyorlar.“ Peki, kendisi Türkiye'nin söylemlerini yumuşatmasında bir fayda görüyor mu? „Aşk karşılıklıdır. Almanya yumuşatırsa Türkiye de yumuşatır. Alman siyasetçileri popülizmi bıraksınlar. “
Erdoğan'ın yüzü ve sözleriyle kampanya yürüten ADD hakkında görüşleri nedir? Yükselen kahkaha çayevinin beyaz duvarlarında yankılanıyor. Bekir Sipahi grup adına konuşuyor; „Hiçbir görüşümüz yok, tanımıyoruz. ADD'nin Cumhurbaşkanı'mızın posterini kullanmalarını onaylamıyoruz. Cumhurbaşkanımız o partiyi desteklemiyor, öyle şey mi olur?“ Aynı gün, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kazakistan ziyareti öncesi gerçekleştirdiği basın toplantısında ADD için „Eğer onların gücüne bizim portremiz faydalı olacaksa, hayırlı olsun. Keşke tüm Almanya'da seçime katılabilseler.“ dedi.
Bütün bu kırgınlığın seçimlere nasıl yansıyacağı merak konusu. Sadece iki parti olsa, CDU ve SPD, o zaman ne olurdu? Bekir Sipahi tekrardan sözü alıyor. „SPD'ye vermeyiz. Orası kesin. CDU en azından açıktan söylüyor ‚sizi istemiyorum‘ diye, diğerleri arkadan. CDU'ya istemeden de olsa verebiliriz.“
CDU'da siyaset yapan sayılı Türkiye kökenlilerden olan, Kuzey Ren-Vestfalya (KRV) Eyaleti Uyum Müsteşarı Serap Güler de CDU'nun Avrupa Birliği konusunda her zaman „dürüst olduğu“ konusunda görüş belirtmişti: „CDU hiçbir zaman Türkiye'yi istemedi. CDU her zaman dürüst davrandı, girmeyeceğini bilerekten girecek gibi davranmadı. Türkiyeliler SPD ve Yeşiller'in verdiği sözleri tutmadığından CDU'yu desteklediklerini aktardılar.“
Essen'den Yeşiller Partisi milletvekili adayı olan Gönül Eğlence ise, muhafazakar Türkler arasında CDU'ya oy vermenin eskiden bir tabu olduğunu, ancak artık bu tabunun ortadan kalktığı görüşünde.
Keupstrasse'de bir çiçek dükkanı işleten Meral Şahin, tezgahın arkasında kafasını iki yana sallıyor. ADD türü “göçmen partilerin“ Alman siysetindeki etkinliği sorulduğunda kafasını sallamaya devam ediyor. Başörtüsü taktığı için olduğundan farklı algılandığını söyleyen Şahin, “Beni sürekli muhafazakar olarak damgalıyorlar.“ diyor. Kendisi için durum açık; „Türkiye kökenliler Alman partileri muhatap almalı. Hem Almanya, hem Türkiye sırtımızdan siyaset yapıyor. Politikacılar bizi kullanıyorlar, kendimi top gibi hissediyorum.“ diye ekliyor Şahin.
Erdoğan'ın Almanya'yı kendi ülkesindeki problemleri gözardı etmek için bir malzeme olarak kullanması gibi, Alman siyasi partileri de seçim kampanyalarında konuyu başka yere çekiyorlar. Şahin'e göre asıl konuşulması gereken eğitim, işsizlik ve Keupstrasse'nin çürüyen altyapısı. Bu konulardan bahsederken sesi yükselen Şahin, her şeye rağmen SPD'ye oy verecek. Sosyal Demokratlara inancı olmasından çok, onların daha az “ırkçı“ olduğunu düşündüğü ve en kötü ihtimali önlemek için: aşırı sağın yükselişi.