İstanbul’da akla hayale sığmayan suçlamalarla tutuklanan 8 hak savunucusu, ilk duruşmada tahliye edildi. Banu Güven'in izlenimi.
Çok gözyaşı aktı bu davada. Madem tahliye edileceklerdi, neden 4 aya yakın bir süre özgürlüklerinden mahrum bırakılmış ve ajandan darbeciye uzanan iftiralarla karşılaşmışlardı?
Alman vatandaşı eğitimci Peter Steudtner, hak savunucularına ikincil travma ve stresle baş etme yolları öğretmek için İstanbul’a gelmişti, ve kendi bildiklerini unuttu. 5 Temmuz'da toplantılarını basan polis, “Peter nerede?“ diye bağırarak onları gözaltına almıştı. Elleri havada duvara dayandığında ne olduğunu henüz kavrayamamıştı.
On üç gün daracık bir alanda tek kelime Türkçe anlamadan kalan Steudtner’i, tutuklama istemiyle mahkemeye çıktığı gece gördüm. Darmadumandı. Büyükada karakolunda polis ona “casus“ da dedi, „terör örgütü üyeliği“ ile de suçladı. Tutuklandıktan sonra 3 gün tecritte tutuldu. Ailesini hiç göremedi. Savunmasına iyi hazırlanmıştı, ama “Almanya’da eşim ve iki çocuğum var. Onlarla ancak iki haftada bir 10 dakika telefonda konuşabiliyorum“ derken sesi titredi. Bütün salon duygulandı.
İran kökenli İsveç vatandaşı eğitimci Ali Gharavi’nin de cezaevindeki her avukat görüşmesinde gözünden yaşlar geldi. Çarşamba günkü duruşmada yaptığı savunmasında o da tecritten, delillerin karartıldığından ve çok sayıda hak ihlalinden söz etti. “Kariyerim bir yana, beden ve akıl sağlığımdan endişeleniyorum“ derken konuşmakta zorluk çekti. Kalbinden sorun yaşıyordu. İki kez hastaneye götürüldü. O Türkçe bilmiyordu, polisler de İngilizce. “Muayene edilirken kendimi bir hayvan gibi hissettim“ diye anlattı durumu.
BM Gıda Programı’nda çalışan Veli Acu, savcının tutukluluğunun devamını istediği tek isimdi. Daha 6 yaşındayken ailesi çatışmalar nedeniyle Siirt’in Şirvan Köyü’nden Ankara’ya göç etmişti. Genç adam, hayatını insan hakları mücadelesine adamıştı. Eğer serbest bırakılmasaydı ilk bebeğinin doğumuna tanık olamayacaktı.
Karısı riskli bir gebelik geçiriyordu ve duruşma günü tam 9 ay geride kalmıştı. Veli de sağlık sorunu yaşıyordu. “Küçükken geçirdiğim bir kaza sonucu gözümü kaybettim. Tek gözüm protez. Üç ayda bir kontrol lazım“ derken annesinin gözlerinden yaşlar boşaldı. Zaten Acu savunmasını yaparken annesinin dudakları hiç durmadı, gözleri oğlunun üzerinde sürekli dua etti. Savcının tutukluluk talebini duyunca fenalık geçirdi. Aile koridorda, Veli Acu içeride gözyaşı döktü.
Herkes mahkemede şu soruyu sordu: Neden bir tek Veli tutuklu kalsın?
Mahkeme heyeti de bu soruyu sormuş olacak ki herkesi tahliye etti. İşte o zaman Veli’nin ailesi bir daha ağladı.
Hak savunucularının tutsaklıkları 114. gün sabaha karşı bitti. Peter Steudtner, Ali Gharavi, Veli Acu ve İnsan Hakları Gündemi Derneği yöneticisi Günal Kurşun Silivri Cezaevi’nden saat 04.00’te çıktılar. Onları bekleyenlerle kucaklaşırken yine gözyaşı döktüler. Steudtner elinde çöp poşetleriyle cezaevi aracından indi, bavula izin yoktu çünkü. Yanında bir de tutukluluğunda ona eşlik eden gitarı vardı. Çok konuşmak istemedi. Kameralar önünde “Bize destek veren, bizi içeride unutmayan herkese teşekkür ediyorum“ derken yine boğazı düğümlendi, gözleri doldu. Kendi ifadesiyle “her sabah yeniden uyandıkları kabus“ artık bitmişti.
Sonra kadınlar geldi. Yurttaşlık Derneği’nden Özlem Dalkıran ve Nalan Erkem ile Af Örgütü Direktörü İdil Eser cezaevi aracından indiklerinde, onları coşkuyla bekleyen kalabalık kah ağladı kah güldü. Distopyanın orta yerinde, Silivri Cezaevi’nin önünde özgürlüğü kutlamak insanı alt üst ediyordu.
Onları özgürlüğe götüren minibüs, yolda tekrar Çağlayan Adliyesi'nin önünden geçti. Steudtner ve Gharavi, sabah kelepçelerle girdikleri adliye binasına inanmayan gözlerle baktılar. Kabus sona ermişti.
Distopyanın sonuna gelindi mi peki?
Dalkıran çıkar çıkmaz aynı cezaevinde yeni yaşına giren Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu duysun diye gökyüzüne seslenmişti: “Doğum günün kutlu olsun Murat Sabuncu!“
Herkes evlerine dağılırken, gözaltında birinci haftasını dolduran sivil toplumcu işadamı Osman Kavala’nın da tahliyelerden büyük olasılıkla haberi yoktu.
Hayır, distopya henüz bitmedi. Silivri Cezaevinde ve Türkiye’nin dört bir yanındaki masum insanlar özgürlüklerine kavuşmadan da bitmeyecek.