193 günün ardından 1 Aralık günü tahliye edilen akademisyen Nuriye Gülmen yaşadıklarını ve mücadelesini anlattı.
İşlerinden atılmakla kalmadılar, ekmeklerini geri alabilmek için yaptıkları açlık grevinden dolayı terörist sayıldılar, hapis yattılar. Devletin inadına karşı daha büyük bir inattır Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ninki… 282 gündür açlık grevinde olan Nuriye Gülmen, cezaevinden çıktıktan sonra konuştu: “Biz hep tutunacak bir dal bulduk, zorluklardan sıyrılacağız.“
Günler geçtikçe risk artıyor, sevenlerinizin endişesi de aynı şekilde. Bu iş nereye varacak?
Geleceği çok öngöremiyoruz. Sadece taleplerimizin yerine getirilmesi için eylemimize devam etmeyi düşünüyoruz. Sağlıkla ilgili meseleler ikinci planda kaldı. Beyin bir şeye odaklandığında vücudunuzu da kontrol altına alabiliyor. Şu anda dışarıdayım. Kendimi çok iyi hissediyorum. Bundan sonrasında direniş yolunu çizecek. Ne olacağını hep birlikte göreceğiz.
Başından beri talebiniz neydi?
Sadece işimizi geri istiyoruz. Başka bir talebimiz yok. Karşılanması gerçekten de çok zor değil. Aclık grevimizin 174. gününde komisyon kurulmuştu. Üzerinden 100 küsür gün geçti. Hâlâ bekliyoruz. Oradan çıkacak sonuca göre her şey netlik kazanacak.
Yargı Semih Özakça`yı bir önceki duruşmada bırakmıştı. Neler hissettiniz?
Bir yanım bunca haksızlığa uğramış olmaktan ötürü buruldu elbette. Ancak onun özgürlüğüne kavuşması ve mücadelemiz açısından sevindim. Yeniden görünür olması iyi oldu.
Ankara Yüksel Caddesi direnişçileri birbirine sıkı sıkı kenetlendi. Ancak Semih Özakça ile bağınız ayrı…
Kardeşim oldu. Birlikte bir yola çıkmak ve her ne pahasına o yolda birlikte yürümek insanları birbirine bağlıyor. İnanç yakınlaştırıyor. En çok özlediğim insanlardan biri de Semih oldu. Cezaevinden önce halen bizim gibi açlık grevinde olan eşi Esra Özakça, Semih ve ben aynı evde kalıyorduk. Diğer direnişçiler de yanımızdaydı. Akşamları direnişin nasıl şekilleneceğini konuşurduk. Esra sosyal medyada planlama yapar, Semih ise kitap okurdu. Tam bir kitap kurdudur.
Ayrı kalmak nasıl hissediyor?
Maalesef süre ilerledikçe sağlık koşullarımız nedeniyle birlikte kalabilme olanakları ortadan kalktı. Bu açıdan bir kırıklık duygusu oluştu. Hissettiklerimiz ve duygularımız aynı, yaşamlarımız bir ama birbirimizi göremiyoruz. Fiziksel olarak ayrıyız. Gerçek bir kavuşma duygusu yaşayamadık.
Cezaevinde ve tutukluyken hastanede neler yaşadınız?
Önce hapiste tecrit altındaydım. 3 kişi kalıyorduk, biri tahliye oldu, diğerini sürgün ettiler. Böylece refakatçi dostlarımdan oldum ve yalnız kaldım. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı çok büyük zora soktu. AİHM, “Hayati riski var ancak tahliye edilmesine gerek yok“ deyince beni cezaevi kampüsü hastanesine kaldırdılar.
Hastanede durum nasıldı?
Zorla tutuluyordun. Gerçekten de saatte bir gelip öldüm mü diye kontrol ediyorlardı. Çünkü böyle bir durumu bilmiyorlar. Amirler öyle istiyor. Zamanla aşama kat edebildik. Hasta olmadığımı anlatabildim. Ama bunlar iyi günlerimmiş… Kaldığım yerde içeriye hava giriyordu. Ne kadar da önemliymiş meğer… Kardeşim Beyza da benimle birlikte kalıyor, refakat ediyordu. Bir gece yarısı geldiler… Beyza bana kitap okuyordu. Ayak seslerini duyduk. Odaya doktor doldu. Beni Ankara Numune Hastanesi’ne götürecek ekip gelmişti.
Bu duruma karşı çıktınız değil mi?
Kim dinledi ki beni! Çarşafı dört bir yanından tutup beni sedyeye aldılar. Numune Hastanesi’ndeki 3. derece yoğun bakım ünitesine kaldırdılar. Durumu çok ağır hastaların arasında kaldım. Gece boyunca ağlayanlar, inleyenler, bağıranlar oluyordu. Genelde yeni ameliyattan çıktıkları için her yerleri sargılı oluyordu. Gün aşırı cenaze çıkıyordu. Gazete okumama izin verilmedi, zaten oraya gazete gelmiyordu.
Bir nevi ölümü gösterdiler diyebilir miyiz?
Buradan da alıp hasta mahkûm koğuşuna götürdüler. Hiç güneş görmeden bir ay kaldım. Gece ile gündüzü ayırt edemedim. Kardeşim de benle tutsak oldu adeta. Stres nedeniyle en çok kiloyu bu süreçte verdim. Önceden 15 günde 1 kilo verirken, o koşullarda 2 ayda 7 kilo verdim.
Halkın tepkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Toplumsal dinamikleri bugün baktığımız yerden değerlendirmek mümkün değil. Bütün Türkiye’den aynı cesareti beklemek mümkün değil. Maçtan 45 dakika önce bizim için pankart açan Beşiktaş taraftarlarını tutuklayıp, maçta çıkan olayları da buna bağladılar. Böyle bir yıldırma operasyonu. Buna rağmen herkes bizi sahiplendi. Halkımızın çok duyarlı olduğunu düşünüyorum.
Bir de tutuklanan avukatlarınızın durumu var. Bunun hakkında neler söyleyeceksiniz?
Biz tahliye beklerken 17 avukatımız tutuklandı. Bu kadar saldırırsanız korku duvarının aşılmasına neden olursunuz. Üstelik bizim avukatlarımızın halkın yanında olmak gibi bir gelenekleri var. Birlikte, omuz omuzayız. Mesela Engin Gökoğlu yeni haykırdı, “Bizim tutsak olmamız mühim değil önemli olan Nuriye ve Semih“ diye. Böyle insanlarla birlikteyiz. Biz yeter ki karşı koymasını bilelim, umudumuzu kaybetmeyelim. Hep tutunacak bir dal bulur, tüm zorluklardan daha güçlü sıyrılırız.