İstanbul Havalimanı, 6 Nisan'dan itibaren tam kapasite hizmet vermeye başlıyor.
taz.gazete, İstanbul Havalimanı'nı mercek altına aldığı dosyada bu projenin insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini inceliyor.

Daha fazla okumak için:
taz.atavist.com/istanbul-havalimani

Yargılaması devam eden bir davada tahliye edilen birinin tekrar tutuklandığı bir oyunun içindeyiz

Sorun yargıda

Türkiye'de ifade özgürlüğünü resmi olarak anayasal düzen koruyor. OHAL döneminde yargı bu hakları görmemezlikten geliyor.

VEYSEL OK, 2018-02-14

Türkiye’de yargı konusunda dürüst olacaksak, bütün Cumhuriyet tarihi boyunca kötü uygulamalar sergilediğini söylemek gerekir. Ülkenin yargısı, her zaman devletçi, milliyetçi ve militarist anlayışın hâkim olduğu bir güç olmuştur. Türkiye’de geçmişte yargı pratiğinde “Kürt yoktur“ cümlesininin kullanıldığını ya da Ermeni soykırımını kabul eden birçok gazeteci ve aydının ceza aldığını gördük.

Yine aydınlara yönelik birçok faili meçhul cinayetin gerçekleştiği 90’lı yıllarda birçok gazetecinin ve aydının yargısal kıskaca tabi tutulduğunu da biliyoruz. Ancak o dönemde seyrek de olsa ifade özgürlüğünü koruyan kararlara rastlıyorduk.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ise durum birçok açıdan daha kötüye gitti. Özellikle yeni kurulmuş Sulh Ceza Hâkimlikleri ile birçok gazeteci, yazar, aydın ve siyasetçi tutuklandı. Yine bu mahkemeler aracılığıyla birçok medya organına el konuldu. Sayısız internet sitesine erişim engellendi ki bunlardan biri dünyanın en büyük bilgiye erişim portalı olan Wikipedia’ydı.

Yargıyı eleştirmek yasak

Maalesef Türkiye’de yargı eleştiri sunan herkes bir şekilde cezalandırılıyor. Bu anlamda Türkiye’de “ifade özgürlüğü engelleniyor“ demenin artık yeterli bir tanım olmadığını düşünüyorum.

Onlarca gazeteci ve siyasetçi tutuklu. Bu kişilerin çoğu iddianamesi ve resmi suçlaması olmaksızın aylarca cezaevlerinde tutuluyor. İddianamesi olan, yargılaması başlayan ve duruşmalarda bırakılanlar da tahliye kararı verildiği günün akşamına başka uydurma suçlamalarla yeniden tutuklanıyor. Ya da 656 sayılı kanun hükmünde kararname (KHK) ile savcılara verilen tahliye kararına itiraz yolu ile tekrar tutuklama kararları çıkıyor.

Aslında Türk Anayasası her ne kadar 1982 darbesinin ürünü olsa bile gazetecilere ve siyasetçilere birçok alanda geniş bir ifade özgürlüğü hakkı tanıyor. Ancak mahkemeler ve hâkimler Türkiye’de siyasi iklimin etkisiyle bu kuralları uygulamıyor ya da görmezden geliyor. Anayasa ile artık üst hukuk normu olmuş Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini dikkate almıyor. En önemlisi en üst merci olan Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor. Yargı bir anlamda hukukla arasındaki mesafeyi iyice açıyor, birçok insanı cezaevinde haksız yere tutuyor.

Yargının içinde bulunduğu vahim tablo

Yargıda gelişen bu durum, toplumda eleştirel düşünenenlerin siyasi saiklerle yargı eli ile cezalandırıldığına dair bir kanaat oluşmasına neden oluyor. Bu kanaati doğrulayaca birçok emare mevcut.

Mehmet Altan ve Şahin Alpay hakkında verilen Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması, üstüne üstlük Türkiye devletinin her iki gazetecinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) yaptıkları başvurulara gönderdiği savunmada; Anayasa Mahkemesinin gazeteciler ile ilgili davanın esasıyla ilgili delil değerlendirmesi yapma yetkisi olmadığını ve tahliye etme yetkisinin yerel mahkemede olduğunu, bu nedenle de kararının uygulanmayacağını açıkça itiraf etmesi bu emarelerden en önemlisidir.

Yine Uluslararası Af örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç’a yönelik uygulama yargının içinde bulunduğu vahim tabloyu gözler önüne seriyor.

OHAL’de tahliye edilip tutuklanmak

İstanbul, Büyükada’da gerçekleştirdikleri toplantı sırasında gözaltına alınan 11 insan hakkı aktivistinin yargılandığı davanın tek tutuklusu Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı avukat Taner Kılıç hakkında 31 Ocak'da görülen yargılamada, İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi tahliye kararı verdi. Tahliye kararına karşı dava savcısı bir üst mahkeme olan 36. Ağır Ceza Mahkemesi’nde itiraz etti. İtirazı kabul eden mahkeme Kılıç hakkında yakalama kararı çıkardı ve Kılıç 1 Şubat tarihinde tekrar tutuklandı.

Aslında Türk hukukunda savcıların tahliye kararına itiraz etme yetkisi yasal olarak yoktu. Ancak savcılar olağanüstü halin yarattığı iklimden faydalanarak fiili olarak bu yetkiyi kullanıyorlardı. Gazeteci Murat Aksoy ve Atilla Taş’ın yargılandığı davada savcı, 31 Mart 2017’de çıkan tahliye kararına yetkisi olmamasına rağmen itiraz etmiş ve gazeteciler 15 Nisan 2017’de tekrar tutuklanmıştı. 27 Aralık 2017 tarihli 656 no’lu KHK ile savcıların fiilen kullandıkları “tahliye kararına itiraz“ yasalaştı.

Yargılaması devam eden bir davada tahliye edilen birinin savcı itirazı ile dosyayı bilmeyen bir başka mahkeme tarafından tekrar tutuklandığı bir oyunun içindeyiz maalesef. Yine en üst yargı mercii olan Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmayarak bağlı bulunduğu Anayasa’ya aykırı davranan yargıçlarla karşı karşıyayız.

Türkiye'de ifade özgürlüğü

Türkiye’de yargı mekanizmalarının diğer bir handikapı ise nefret söylemleri ile ifade özgürlüğünün karıştırmalarıdır.

Türkiye de ana akım veya egemen görüşlerden ayrılan fikirlerin seslendirilmesi, azınlıkta olan grupların düşüncelerinin açıklanması ve yaygınlaştırılması yasal veya yasal olmayan birçok müdahale ile karşılaşmaktadır.

Türkiye’ de ifade özgürlüğü devletin resmî söylemini korumakla şekillenmiştir. İşin garip ve trajik yanı da budur.

Kürtlere, Ermenilere, eşcinsellere, Alevilere veya diğer azınlık gruplarına karşı geliştirilen nefret söylemeleri mahkemelerde ifade özgürlüğü olarak değerlendirilmekte ve hiçbir müeyyide ile karşı karşıya kalmamaktadır. En son LGBTİ onur yürüyüşünü engellemek isteyen ve nefret söyleminde bulunan muhafazakâr/milliyetçi bir grubun sözleri ve eylemleri İstanbul Savcılığınca ifade özgürlüğü sayıldı.

Yargı sorunun kendisi

Buna karşılık farklı fikirleri beyan eden insanlar bir haber, bir söz ya da bir tweet gerekçe gösterilerek gözaltı veya tutuklamayla karşı karşıya kalıyor.

20 Ocak tarihinde Türk Ordusu’nun Afrin’e başlattığı “Zeytin Dalı“ operasyonuna eleştirel bakan veya hükümet görüşünden farklı bir fikir beyan eden birçok kişi gözaltına alındı ya da tutuklandı. Gazetecilerden siyasetçilere, Türk Tabipleri Birliği (TTB) üyesi doktorlardan sıradan sosyal medya kullanıcılarına kadar geniş bir yelpazedeki kişiler yargının gadrine uğradı.

Kısacası Türkiye’de yargı; sorunları olan bir mekanizma olmaktan çıkmış, sorunların ana kaynaklarından biri, hatta sorunun ta kendisi olmuştur.

Son umut AİHM?

Türkiye’de yargı bu durumdayken artık biricik umut olan Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi (AİHM) ne alemde?

Biri yılı aşkın süre önce yapılan tutuklu gazetecilerin ve siyasetçilerin başvurularında hala bir gelişme olmadı. Altan kardeşler, Cumhuriyet davası, Nazlı Ilacak, Deniz Yücel ve Selahattin Demirtaş’ın başvuruları mahkemenin ağır refleksi yüzünden beklemede. Bu hafta Altan kardeşlerin yargılandığı davada karar verilecek ve muhtemelen müebbet hapis ile cezalandırılacaklar.

Bu aşamadan sonra AİHM’nin vereceği olası ihlal kararının, gazetecilerin artık karar çıktığı, hüküm aldıkları gerekçesiyle Türkiye Hükümeti tarafından uygulanmaması olası bir durum. Yine KHK’larla ihraç edilmiş binlerce insanın başvurusu AİHM tarafından iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçe gösterilerek red edildi. Bu karar ihraç edilen Türk vatandaşlarının yıllarca iç hukuk ile uğraşmak zorunda kalması anlamına geliyor.

Türkiye’de yargının sorun üreten bir yapıya dönüşmesinde AİHM’in de katkısı olduğu söylenebilir.

Sonuç olarak hukukun tekrar sahaya inmesinden başka çaremiz yok. Bunun için de hem Türkiye’deki hukuki mücadelenin devam etmesi hem de AİHM’in daha etkin, hızlı, hatta cesur davranması gerekir.

VEYSEL OK, 2018-02-14
GERI
YAZAR HAKKINDA