Ceylanpınar'da suikaste uğrayan iki polisin davasında kanıt olarak sunulan telsiz konuşmalarıdan cinayetin işlenme saatine, polis ifadelerinden suikastin işlendiği evdeki parmak izlerine kadar bir dizi tutarsızlık bulunuyor.
Ceylanpınar Emniyet Müdürlüğü’nde görevli polisler Feyyaz Yumuşak ve Okan Acar, 22 Temmuz 2015 gecesi başlarını yastıklarına koyduklarında bir suikasta kurban gideceklerini bilmiyorlardı. Kapıyı hiç zorlamadan eve giren suikastçı ya da suikastçılar iki genç polisin başucuna kadar sokuldu; ikisini de başlarından birer kurşunla vurdu ve sonra ortadan kayboldu.
İki gün sonra Kandil bombalanıyordu. Çözüm sürecini bitirdiği söylenmesine rağmen bu önemli suikast hakkıyla soruşturulmadı. Araştırılması gereken bulguların üzeri örtüldü, bunların üzerine gitmek yerine yoldan geçen birkaç kişi gözaltına alındı. Sanıkların tümü, 1 Mart 2018'de beraat etti. Kamuoyu, faili meçhul bir suikast dosyası ve yüzlerce can kaybı ile kalakaldı. Oysa üzerine gidilmesi gereken, ama karanlıkta bırakılan noktalar öyle çoktu ki…
Suikastin üstlenilmesi: Cinayetlerin işleniş şekli örgütünkine benzemiyordu ama, suikast PKK’ye bağlı Halk Savunma Güçleri HPG tarafından üstlenildi. HPG açıklamasına göre, suikasti iki gün önceki Suruç katliamına misilleme olarak Apocu bir fedai timi gerçekleştirmişti. Emniyet, suikastçilerin öldürülen polislerin „kimlik ve silahlarının ellerinde olduğunu“ anons ettikleri telsiz görüşmelerine ulaştığını duyurdu. Örgütten günler sonra “Bunlar PKK'den bağımsız birimler. Bize bağlı olmayan, kendi içlerinde örgütlenmiş olan yerel güçlerdir.“ açıklaması geldiğinde iş işten geçmişti. Kandil bombalanmış, üç yıllık çatışmasızlık sona ermişti.
HPG yanlış isimle üstlendi: İki polisin silah ve kimliklerinin PKK’nin elinde olduğunu duyursa da, HPG’nin sitesinde yapılan duyuruda polislerden Feyyaz Yumuşak’ın soyadı Özsahra olarak yer aldı. Özsahra, Feyyaz Yumuşak’ın Facebook’ta kullandığı ismiydi. Örgüt kimlik bilgileri yerine Facebook ismiyle açıklama yapmıştı.
Elde olduğu iddia edilen telsiz konuşmalarının dökümü bazı gazetelerde yayınlandı. Kayıtta suikastin 06.00’da yapıldığı söyleniyordu. Acar ve Yumuşak’ın muayenelerini yapan doktor ise aynı gün 15.15’te imzaladığı raporda cinayetlerin 12 saat önce işlendiğini belirtti.
Polis ifadelerindeki çelişkiler: İki polis memurunun akıbeti sabah 10.10’dan sonra anlaşıldı. Olay yeri inceleme ekipleri suikast mahalline 10.30 sıralarında çağırıldı. O sırada eve çilingir yardımıyla girilmiş ve iki polis memuru yataklarında cansız yatarken bulunmuştu. İfadesine başvurulan polislerden E.G., Terörle Mücadele’den saat 10.05’te gelen bir telefon üzerine olay yerine gittiğini ve arkadaşlarının ölümünden orada haberdar olduğunu söylemişti. E.G.’nin ev arkadaşı polis memuru M.D. ise bambaşka bir ifade veriyordu:
“Bizim mesaimiz 09.00’da başlaması gerekiyor iken, arkadaşım E.G. o sabah saat 08.40 civarlarında telaşlı bir şekilde evin içinde koşuşturmaya başlamış, ne olduğunu kendisine sorduğumda rahmetli Okan ve Feyyaz’ın intihar ettiğini duyduğunu söyledi.“
Yıllık izin muamması: İfadesine başvurulan diğer bir polis memuru da E.G. ve M.D. ile aynı evi paylaşan M.B. idi. M.B. 22 Temmuz 2015 sabahı yıllık izninden döndüğünü söylüyordu. Ama bir tanık ifadesine göre daha iki gün önce polis Okan Acar ile bir spor salonuna gitmişti.
Evdeki parmak izleri sanıklara ait değil: Olay yeri inceleme esnasında evden bulunan 10 yabancı parmak izinden 4’ü bir polis memuruna aitti. Okan Acar ve Feyyaz Yumuşak’ın eski ev arkadaşı B.K.’ya. Ne var ki, suikastten 6 gün sonrasının tarihini taşıyan ekspertiz raporu dosyaya girmemişti. Bu durum mahkeme parmak izi incelemelerinin hangi aşamada olduğunu sorunca Nisan 2017’de ortaya çıktı. Rapor, diğer parmak izlerinin ihbar üzerine tutuklanan sanıklara ait olmadığını da gösteriyordu.
Kullanışlı ihbarcılar: Telefonla yapılan iki ihbarda da basmakalıp ve birbirine benzer ifadeler kullanılmıştı. Birincisi 22 Temmuz gecesi ankesörlü telefondan yapılan bir aramaydı. Arayan kişi “Bugün polisleri vurdular. Ben vicdan azabı çektim. Ben bunu kimler yaptı biliyorum“ deyip isimler sıralıyordu. Ne tesadüf ki, ihbarcı, tam da o esnada Emniyet Müdürlüğü’nde arabaları alıkoyulan dört kişinin ismini sıralamıştı!
HTS uzmanı ihbarcı: Suikastten bir gün sonra polisi cep telefonuyla arayan şahıs da araya bol bol “gardaş“ hitabı serpiştirerek “Benim vicdanım rahat etmiyor. İki polis şehit oldu değil mi? Bunları yapanları biliyorum“ diyor, bir uzman edasıyla “Bunlar olay yerine giderken telefonlarını falan almamışlar gardaş. Bak ona dikkat edin“ diye de uyarıda bulunuyordu.
Savcı ihbarcıları araştırmadı: Ankesörlü telefonu kimin kullandığı kamera kayıtlarıyla tespit edilebilecekken edilmedi. İkinci ihbarın yapıldığı cep telefonu numarasının sahibi de belliydi. Sanık avukatları ihbarlara dair hem kamera kayıtlarının hem de HTS kayıtlarının dosyaya alınmasını talep etti. Ama dosya hakkında gizlilik kararı olduğu süre içinde bütün bu kayıtlar soruşturmaya dahil edilmedi, hatta yok edildi. Soruşturmayı genişletmeden iddianameye dönüştüren ve aleyhlerinde tek bir delil olmayan sanıkların müebbetle yargılanmasını isteyen savcı ise terfiyle Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Merkezi’ne hakim olarak atandı.
Aileler duruşmalara katılmadı: Suikaste kurban giden polislerin aileleri davaya müdahil olmalarına rağmen duruşmalarda bulunmadılar, avukatla da temsil edilmediler. Dolayısıyla soruşturmanın eksikliklerine ve dosyaya yabancı kaldılar.
İhbarcının kardeşlerinden, ihbar edilenleri tutuklayan hakime, otopsi savcısından bazı polislere kadar bu suikast soruşturmasında adı geçen bazı kişiler daha sonra cemaat bağlantıları nedeniyle soruşturuldu, aralarında tutuklananlar oldu. Bu nedenle Ceylanpınar suikastının cemaatçi yapı tarafından çözüm sürecini bitirmek için düzenlenmiş olabileceği üzerinde duruldu.
Dönemin Şanlıurfa Emniyet Müdürü Eyüp Pınarbaşı da iki polisin cenaze töreninde açıkça cemaatçi yapının Urfa’da kasti olarak güvenlik zafiyeti yarattığını ilan etmişti. Pınarbaşı meclisteki darbe araştırma komisyonuna bilgi verirken de, aynı yapının bombalı intihar saldırıların arkasında olduğunu anlatmıştı.
Ama ne hikmetse hükümet bu suikastın araştırılması için mecliste bir komisyon oluşturulması önerisine hep karşı çıktı. HDP’nin 18 Ağustos 2016’daki araştırma önergesi AK Parti ve MHP’nin oylarıyla reddedildi. HDP davanın sanıklarının beraatinin ardından tekrar araştırma komisyonu kurulmasını istedi, ama önerge AK Parti oylarıyla meclis gündemine alınmadı.
Neden? Madem hükümet cemaat yapısına karşı topyekün mücadeleye girişti, böylesine karanlık bir suikastin hakkıyla soruşturulmasından neden kaçınıyor? Bu suikastle ilgili tercih edilen düşman FETÖ’den ziyade PKK olduğu için mi? Çözüm sürecinin köküne kibrit suyu dökmek, üç yıllık çatışmasızlığı sonlandırmak için iyi bir neden bulunmuşken, artık hakikate ihtiyaç kalmadı mı?
Adalet, misliyle verilen karşılıklar yoluyla arandıkça, mahkeme salonlarında bulunmayacak.