Anayasa hukukçusu Murat Sevinç ile son KHK’ları, 19 Temmuz'un ardından OHAL'e ihtiyaç duymayacak olan sistemi Türkiye’de „çoğunluğun oyuyla“ gerçekleşen rejim değişimini konuştuk.
Kendisi de önceki dönemlerde çıkartılan bir KHK ile Ankara Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen Anayasa hukukçusu Murat Sevinç ile son KHK’ları, 24 Haziran’daki seçimlerle birlikte geçilen yeni sistemi; Türkiye’de „çoğunluğun oyuyla“ gerçekleşen rejim değişimini konuştuk.
6 Temmuz sabahı yayımlanan, seçimlerden sonraki ilk KHK ile başlayalım. 698 sayılı KHK’ye göre bakanlar kurulunun tüm yetkileri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a devredildi. Hangi yetkiler bunlar?
Aslında bu, 16 Nisan 2017’de yapılan referandumun ardından gelen bir uyum KHK’si. Referandumdan sonra, altı ay içerisinde bunların çıkarılması gerekiyordu, ancak yapılmamıştı. 24 Haziran için baskın seçim kararı alınınca da yeni sistem için gerekli mevzuatı yeniden düzenlemek zorunda kaldılar. Bunu çok hızlı bir yöntemle, KHK ile gerçekleştirdiler. Dolayısıyla daha önce ‚iki başlı’ yürütme organının gereği olan yetki düzeni değiştirilerek, bakanlar kurulunun sahip olduğu yetkiler tamamen cumhurbaşkanına aktarıldı. Bu değişiklik, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a kendi kurum ve makamlarını, kararnamelerle ve yapacağı atamalarla yaratma yetkisi tanımış oluyor. Bu, bugüne dek hiçbirimizin deneyimlemediği, tarihsel birikimi tersine çeviren ‘yepyeni’ bir şey.
95 yıllık cumhuriyet birikiminin bir gecede, tek bir KHK ile kaybedildiği yönünde yorumlar yapılıyor. Bu doğru mu? Yoksa Türkiye, bu kazanımları 16 yıl içerisinde yavaş yavaş mı teslim etti?
Hem doğru, hem de yanlış. Kendi elimizle verdiğimiz kısmı tamamen doğru. Kazanımlar özellikle son 10 yılda bazen yavaş, bazen de çok hızlı tüketildi. 2007’deki Anayasa değişikliklerinden başlayarak 2010 ve 2017’de her taleplerini oylamaya sundular. Seçmen de çoğuna ‚evet’ dedi. Yani Türkiye’de rejim, çoğunluğun oyuyla değişmiş oldu. Aslında son KHK’ler ile Erdoğan’a devredilen pek bir şey yok. Bunlar sadece daha önce devredilenlerin görünür hale gelmesi. Halkın yanısıra Meclis de kendi gücünü azaltan değişiklikleri hevesle kabul etti. Başbakan Binali Yıldırım dahi kendi makamını ortadan kaldıran Anayasa değişikliklerini büyük heyecanla destekledi. Bir gecede değil, on küsur yılda gözümüzün içine baka baka yapıldı her şey.
Bakanlar kurulu yetkilerini Erdoğan’a devreden KHK’nin içerisinde, ‘çeltik ekimi’ ile ilgili de bir madde bulunuyor. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilirken, çeltik ekiminin de unutulmamış olması ne anlama geliyor?
“Nasıl olsa denetlenmeyecek; fırsat bu fırsat. O konuyu da aradan çıkaralım“ demişlerdir. Mesela daha önceki OHAL KHK’lerinin birinde de 'kış lastiği’ konusu düzenleniyordu. Bir tür „torba KHK“ hazırlayıp, ilgisiz konuları da araya sokuşturuyorlar.
Yeni sistemde cumhurbaşkanının anayasal yetkilerini göz önüne aldığınızda, özetle Türkiye’yi nasıl bir sistemin beklediğini söylersiniz?
Lamı cimi yok! Tek adam rejimine geçtik. Bu söylediğimin, cumhurbaşkanının kim olduğuyla da ilgisi yok. Kim seçilirse seçilsin, bunun adı 'tek adam anayasası’ olur. Geçen referandumla yapılan Anayasa değişikliği, sistemden kaynaklanan sorunları çözmek değil, bir kişinin isteklerinin gerçekleşmesi için yapıldı. Öyle bir yapı kurdular ki, cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğu aynı siyasal eğilimdeyse cumhurbaşkanının yapamayacağı tek bir şey bile yok. Farklı siyasal eğilimlerde olurlarsa sistemin tıkanma ihtimali çok güçlü.
24 Haziran seçimleri sonuçlarına göre durumumuz hangisine daha uygun? Erdoğan istediği her şeyi yapabilecek konumda mı, yoksa sistem tıkanacak mı?
Erdoğan, Meclis çoğunluğunu kaybedeceğini ve ittifaklar kurması gerekeceğini hiç hesap etmemişti. Haliyle bizi bekleyen sistemin adı: “Yönetilemezlik“ Cumhurbaşkanının olağanüstü güçlü yetkileri var ve bunun karşılığında da siyasal denetimden bağımsız. Diyeceksiniz ki “Yargı bağımsız; hakimler denetleyebilir.“ Herhalde Türkiye’de bunu söyleyebilecek aklı başında tek bir insan dahi yoktur. Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini bile büyük ölçüde cumhurbaşkanı belirleyecek. Aynı zamanda bürokrasiyi dizayn edebilecek. Hesap vereceği hiçbir kurum yok. Güçler ayrılığı ilkesinin işlevini yitirdiği, siyasal gücün tek elde toplandığı, bir asırlık geleneklerin terkedildiği, karman çorman bir dönem bekliyor hepimizi. Altından kalkılamayacağını ve bu sistemin sürdürülemeyeceğini düşünüyorum. Kazanan muhalefet olsaydı da sürdürülemeyecekti.
Binlerce insanın sabaha dek Resmi Gazete’nin internet sitesinin başında beklediği ve öncesinde kamudan ihraçların olacağının duyurulduğu bir KHK de 8 Temmuz sabahı yayımlandı. Buna göre 18 bin kişi görevinden ihraç edildi. Bu, bugüne kadarki en kabarık ihraç listesi. Sizce özel bir anlam ifade ediyor mu?
İnanılmaz sayılar bunlar. Bu bir OHAL KHK’si ve aslında kabul edildiği tarih seçimden önce. Yani listeye girecek isimler bir ay önce kararlaştırılmış, duyurulması için de seçimlerin sona ermesi beklenmiş. Herhalde oylar etkilenmesin diye böyle yapmışlardır. İnsan yaşamlarının değil, oy oranlarının önemi var çünkü bu ülkede. Sanırım bu, sistemimiz, demokrasimizin kalitesi ve yönetim anlayışı açısından yeteri kadar özel bir anlam ifade ediyor.
Eski sisteme göre OHAL sonlandığında, çıkarılan KHK’lerin Meclis’in onayına sunulması gerekiyordu. 18 Temmuz günü OHAL sona erdiğinde, iki yıllık süreçte çıkarılan KHK’ler Meclis’in onayına sunulacak mı?
Erdoğan’ın yemin edip göreve başlamasıyla artık yeni sistem yürürlüğe girmiş oldu. Ve bu sistemde OHAL KHK’si diye bir şey de Meclis’in bu metinleri görüşme, hakkında karar verme ve yasalaştırma yetkisi de yok. Meclis, olmayan yetkisini mi kullanacak yoksa yasalaştırma gereği duymayacaklar mı bilmiyorum. Ancak her halükarda OHAL kalktığında bu KHK’lerin de geçerliliğini yitirmesi gerektiğini söylemek hem hukukun, hem de aklın gereği. Bu durumda nihai kararı verecek olan Anayasa Mahkemesi (AYM). AYM’nin ne ölçüde bağımsız davranabileceği ise başka bir tartışma konusu.
18 bin kişinin görevinden ihraç edildiği KHK’ye baktığımızda, kimileri için 'kurum kanaati’ diye bir gerekçelendirmenin yapıldığını görüyoruz. Bir kurumun, soruşturma olmaksızın bir çalışanı hakkında kanaat kullanarak onu işsiz bırakması hukuki açıdan ne anlam ifade ediyor?
Sizin bir gazeteci olarak bir diğer gazetecinin suçlu olduğu yönündeki kanaatinizin hukuksal değeri neyse, kurumun kendi çalışanları hakkında kanaatinin değeri de odur. Bir insanı ‚kurum kanaati’ ile kamu hizmetinden ihraç edip haklarını elinden almak, akılla mantıkla açıklanabilecek bir durum değil. Kurum kim? Kanaat sahipleri kim? Kanaat ile nasıl mücadele edilebilir? Kurum kanaatini oluşturanlar seyyar mahkeme mi? Hukuki açıdan anlamı, Anayasa’nın temel ilkelerine ve hukukun bilinen doğrularına tümüyle aykırı bir durum. Dua edelim de insanları ‘kurum kanaati’ ile idam etmesinler.
Meclis’in, Erdoğan’ın çıkaracağı kararnameleri engelleme ya da değiştirebilme gücü olacak mı?
Eğer Meclis’te istediği ittifakı sağlayabilirse, devlet başkanının önüne set çekebilecek bir güç yok. Şayet sağlayamazsa, bazı konularda Meclis zorluk çıkarabilir. Anayasa’ya göre cumhurbaşkanı kararnameleri de AYM’de incelenebilir ve yasa ile düzenlenmesi gereken konularda kararname çıkarılamaz. Peki, hangi AYM? Neredeyse üyelerinin tamamı cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek olan AYM. Dolayısıyla bu sistem ya ‚tek adama’ ya da ‘tıkanmaya’ neden olacak. Zira tek bir kişi ve tek bir parti düşünülerek dizayn edildi.
Meclis'in de cumhurbaşkanı ile aynı konuda yasa çıkarması durumunda Meclis'inkinin geçerli olacağı ifade ediliyor.
Yeni metne göre, 'yasa ile düzenlenmiş bir konuda kararname çıkarılamaz.’ Ancak bu son derece muğlak bir tanım. Çünkü doktrinde, yasa ile düzenlenmesi zorunlu olan durumlar tartışmalıdır.
Hangi şartlar altında sistem tıkanır? Somut bir örnek verebilir misiniz?
Eğer cumhurbaşkanlığı ve meclis çoğunluğu aynı siyasal eğilimdiyse, cumhurbaşkanını engelleyecek hiç bir mekanizma yok. Eğer farklı görüşteyseler, birbirleri için sürekli sorun çıkarabilirler. Bu da devamlı bir gerginlik ve istikrarsızlık demek. Türkiye, uzlaşmacı bir siyasal kültüre sahip olmadığı gibi şu anda yönetenlerin, muhalefetle uzlaşma gibi bir amacı da yok. Halihazırdaki Anayasa’da, ABD başkanlık sisteminde olduğu gibi ‘fren-denge’ mekanizmaları yok. Güçler ayrılığı büyük ölçüde ortadan kalkmış durumda. Böyle bir sistemin uzun süre devam etmesi -kim cumhurbaşkanı olursa olsun- pek mümkün görünmüyor. Bu sistemde muhalefet azınlıkta olduğu sürece artık hiç bir hükmü ve etkisi yok bu sistemde. Olsalar da olur, olmasalar da…
OHAL 18'inde sona eriyor. 17'sinden ne kadar farklı bir Türkiye olacak?
Pek farklı bir Türkiye olacağını düşünmüyorum. Çünkü bir süredir konuşulan yeni bir yasa değişikliği paketi var ve bu değişikliklerle olağan dönemde, olağanüstü bazı yetkilerin verilmesi öngörülüyor. Yani OHAL kalkacak ancak OHAL hukuku, büyük ölçüde olağan dönem hukuku haline getirilecek. Tek bir örnek yeterli olur sanırım: Eğer kabul edilirse, söz konusu yasal değişiklikle kamu görevlilerini ihraç etme yetkisi, üç yıl boyunca 'kurumlara’ verilecek. Bu da demektir ki, üç yıl boyunca tüm kamu çalışanları ve tabii akademisyenler, ihraç edilme riski altıda çalışmak zorunda kalacaklar. Farklı bir Türkiye olabilmesi için bugünkünden farklı bir yönetim anlayışı olması gerekiyor. Aynı insanlar, aynı zihniyetle, nasıl farklı bir Türkiye yaratabilir? Bu soru dahi akla aykırı!
Yeni bir paket ile valilere, daha lokal OHAL ilan etme yetkisi verilecek. Gözaltı ve tutuklama süreleri de uzatılabilecek. OHAL gerçekten sona eriyor mu?
Yukarıda da söylediğim gibi, bence hukuken sona eriyor ancak fiilen devam edecek. Soru şu olmalı: Söz konusu yasa değişiklikleri kabul edilirse, OHAL döneminde yapılabilen ama sonrasında yapılamayacak ne olacak? Hiç bir şey! İktidar, uzun süredir başka türlü yönetemiyor. Daha doğrusu, yönetemeyeceğini düşünüyor. Haliyle, OHAL sona eriyor ancak ‘gerçekten’ sona ermiyor.
OHAL varken KHK'larla küçük rötuşlar yapılıyordu. Şimdiyse sanki daha büyük taşlar yerinden oynatılıyor. Bu hızlı geçişi nasıl tarif ediyorsunuz?
Bu değişim, akıl almaz bir dönüşüm. Hem yöntem olarak hem de içerik olarak. Büyük bir alt üst oluş, TBMM dışarıda bırakılarak yapılıyor şu anda. Her gün cumhurbaşkanı kararnameleri çıkarılıyor ve tüm bürokrasi yeniden dizayn ediliyor. Oysa örneğin Fransa’da bu çapta bürokratik değişikliklerin bir kısmı organik yasalar ile yapılır ve bu yasalar Anayasa Konseyi’nin denetiminden geçmek zorundadır. Modern devlet bürokrasidir. Bürokrasiyi alt üst ederseniz, devletin temelini sarsarsınız. Bürokrasi, on yıllarca süren uygulamalardan, geleneklerden oluşur. Hızlı geçiş elbette son derece sağlıksız bir durum. Neredeyse tüm kurumlar aynı makama bağlanıyor çünkü artık bir bakanlar kurulu yok, siyasal sorumluluğu olmayan bir cumhurbaşkanlığı kurumu var.
Bu söyleşiyi okuyan Almanlar şöyle düşünebilir: Bir sabah kalktıklarında Almanya’nın federal yapısının kaldırıldığını ve üniter devlet olduklarını hayal etsinler. İşte böyle köklü şeyler yaşanıyor.
Yeni sistemde pek çok şey damat Berat Albayrak'a bağlandı. Hukuki açıdan bunun bir anlamı var mı?
Sanırım bu 'hukuk alanında’ tartışılamayacak bir durum. Devleti bir aile şirketi olarak görüp görmemekle ilgili. Eğer öyle görürseniz, hazine ve ekonominin başına damadınızı geçirirsiniz, çok doğal. Azerbaycan’da da Aliyev eşini başkan yardımcısı yapmıştı hatırlarsanız. Bir farkı yok.