Ama şimdilik sadece şunu söyleyeyim kız kardeşlerime: Kafanızda başka bir ses üretin. O berbat sesin söylediklerinin tam tersini söyleyen başka bir ses. Size şefkat gösteren bir ses.
Paris’te şimdilerde müze olan Rodin’in evindeyim; çok genç olduğum için kendimi ihtiyar hissettiğim bir yaştayım. Rodin’in eli ve Claudel’in yüzü, gerçek boyutlarıyla çıkarılmış kalıplarıyla bir camekanın içinde duruyor. El çok büyük, yüz çok güzel. Hafızamda sonradan değiştirmediysem- ki yazmakla yaşamayı sık sık karıştırdığım için bunu yaparım- yüz avucun içinde duruyor. Parçanın adı “Güzel ve Çirkin“.
Öfkeleniyorum. Camille Claudel’in onlarca yıl akıl hastanesine kapatılmasına, Rodin’in bu inanılmaz kadına karşı mevzilenmiş erkek dünyası ile işbirliği yapmasına ama en çok da Claudel’in bu adamı yine de sevmesine… Yüzünü avucunda sıkıştıran bu elin onu okşadığını zannetmesine… Rodin’e değil, Claudel’e kızgınım. Kendini koruyamadığı için kızgınım. Kurbanlara kızacak kadar gencim demek.
Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ve ben en çok kendi kendimize uyguladığımız şiddette karşıyım. Şiddet görmek için ne bir erkeğe ihtiyacımız var ne de erkek egemen dünya ile işbirliği yapan hain kadınlara. Binlerce yıl ezildikten, aşağılandıktan ve alay edildikten sonra kafamızın içine yerleşen, neredeyse genetik kodumuza işlenen mekanizma sayesinde bir kadın etrafında kimse olmasa da kendi kendini dövebilir, işkence edebilir ve ruhen can çekişebilir.
Tıpkı bir kölenin ezilmeye katlanmak için köleliği normalleştirmesi gibi. Ve köleliğin devam edebilmesinin birincil nedeni kölelerin bunu doğal durum sanmasıdır. Zulmün sona ermemesi ancak bu kabul ile mümkündür. Köle, efendiyle böylece işbirliği yapar.
Sahnedeyiz. Bir sunucu, beni ve yaptıklarımı övüyor. Kitabınız çıktığında çeşitli dillerde, çeşitli ülkelerde defalarca tekrarlanan bir sahne bu. Ben her dilde aynı şeyi yapıyorum. “Yok canım“ diyorum, “O kadar da değil.“ Ne zaman iltifatlar başlasa o iltifatların yersiz olduğunu ispatlamaya çalışıyorum. Bir erkek gibi sakince oturup benimle ilgili söylenen güzel sözleri dinlemeyi beceremiyorum. Ve her seferinde aynı şekilde bitiyor bu konuşma. Gülerek, kendimle alay ederek şu acıklı sözleri söylüyorum:
“Saldırılara, aşağılanmaya karşı ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Ama iltifatlar karşısında yerin dibine geçiyorum. Tıpkı çiçek verildiğinde nasıl tutacağını bilemeyen genç kızlar gibi.“ Acıtmayan her şey gıdıklıyor…Yüzümü sıkıştırmayan her el havada kalıyor…
Kadına şiddet uygulayan her erkek cezalandırılabilir. Kadının kendini güçsüz ve yetersiz hissetmesine neden olan her düzen yıkılabilir. Ve hayır, henüz bunun nasıl bir his olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz. Ama kafamızın içindeki bu berbat mekanizma, bu en beter şiddeti uygulayan ve geri kalan, dışarıdan gelen her tür şiddeti kolaylaştıran bu mekanizma… Kendimizi değersizleştiren küçük, kötücül makina. Ona karşı ne yapacağız?
Karşımda genç, akıllı, canlı, hamarat ve güzel bir kadın oturuyor. Her kadın gibi o da binlerce yıllık kadınlık tarihinin bir eseri. (Yoksa bu kadar karmaşık olmazdık) Sigarasının dumanını savurarak, sanki söylediklerinin ne kadar hastalıklı olduğuna aldırmadan konuşuyor. Onu insanca seven genç bir adamdan söz ediyor. “Bilmiyorum“ diyor yüzünü buruşturarak, “Bana fazla iyi davranıyor. Bu yüzden hep sanki eksik bir şey var gibi. Sanırım bu yüzden onu ciddiye alamıyorum.“
Kolunu sıkıyor, bir duyguyu ya da bir duygu eksikliğini tarif etmek için. “Sanki o kadar hafif dokunuyor ki dokunduğunu hissetmiyorum. Tüy gibi… Sadece gıdıklıyor.“ Çok genç olduğu için kendini olgun hissediyor. Olgun hissettiği için, tıpkı çocuklar gibi istemeye çekindiği çikolata verilecekmişçesine dikkat kesiliyor söyleyeceklerime. Kendinden yaşlı kız kardeşin bu garip kadın bulmacasına bir cevabı olmalı. Ona diyorum ki “Bunu hak ettiğine inanmalısın. Böyle güzel sevilmeyi hak ettiğine. Ve sadece böylesinin sevgi olduğunu kendine öğretmelisin. Çünkü sana tam tersi öğretildi ve bunu kendi seçimin sanıyorsun.“Dumanı biraz daha savuruyor. Belli ki bunu anlamak için daha birkaç yıla ihtiyacı var.
Kafamda “Değersizsin, yeterince başarılı değilsin, beğenilmeyi hak etmiyorsun, kendini ne sanıyorsun ki!“ diyen, bunları durmadan söyleyen sesi nasıl kıstığımı bir gün uzun uzun anlatacağım. Ama şimdilik sadece şunu söyleyeyim kız kardeşlerime. Kafanızda başka bir ses üretin. O berbat sesin söylediklerinin tam tersini söyleyen başka bir ses. Size şefkat gösteren bir ses.
O küçük kötücül değersizleştirme makinesi çalışmaya başladığında, ellerini beline koyup “Nedenmiş o?“ diye soran, “Hadi oradan!“ diye kovalayan bir ses. Garip mi? Şizofrenik mi geliyor kulağa? Belki de. Ama ben de binlerce yıllık kadın tarihinin bir eseriyim. Binlerce yıllık kadının ezilmişlik tarihine karşı yalın kılıç ancak bunu yapabiliyorum. Ama daha iyisini beraber yapabileceğimize kesinlikle inanıyorum.