Yazar ve gazeteci Suat Derviş 1930 yılında cebinde seksen Mark ve çantasında yazılarıyla Almanya'ya gider.
“1930 senesinin hangi ayı idi bilmiyorum, fakat serince bir gün… Üstümde yünlü bir manto var. Ellerim mantomun cebinde, başımın kenarlı şapkasını sağ gözümün üzerine indirmişim. Anhalter Bahnhof’un geniş taş merdivenlerinden aşağıya iniyorum. Cebimde seksen markım var. İstanbul’da sattığım son romanımdan kalan son param. Fakat valizlerim Almancaya tercüme ettirdiğim hikâyelerimle dolu! Berlin’e geliyorum.
Çalışmak için…
Bu seksen markın bittiği gün, Berlin’de para kazanmaya mecburum.
Seksen markı ebediyet kadar uzatmak lazım!“
Yazar ve gazeteci Suat Derviş 1930 yılında cebinde seksen Markla Almanya'ya gider. Almanya’da yalnızca yazılarından aldığı teliflerle geçinmeyi hedeflemektedir. Bu arzusunu gerçekleştirmek kolay olmaz. Nazizmin yükselişte olduğu bir Almanya’da yabancı bir kadın olmak, yazdıklarıyla kendi ayakları üzerinde durmak ve kadın mücadelesini yazılarına taşımak… Suat Derviş Almanya'da geçirdiği üç yılda bütün bunları ve daha fazlasını başarır.
Saygın bir hekim olan İsmail Derviş Bey’in kızı ve paşa torunu olan Suat Derviş, 1903 (kimi kaynaklara göre 1901) yılında İstanbul’da doğdu ve büyüdü. Kız çocuklarını okutmaktan çekinmeyen varlıklı bir ailenin ferdi olmanın avantajıyla ilk gençliğini yabancı dil bilen, sanat konusunda fikir sahibi, iyi eğitim almış bir kadın olarak yaşadı. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde gazeteciliğe başladı ve Cumhuriyet kurulduktan sonra da gazetecilik çalışmalarına devam etti.
Suat Derviş’in şu an ulaşılabilir roman sayısı daha az olsa da gazetelerde tefrika edilen toplam otuz bir romanı var. Bununla birlikte çeşitli dergi ve gazetelerde yüzlerce öykü, çeşitli röportajlar ve tiyatro oyunları yayımlandı. Yazarak para kazanmak ve ailesinin ona yarattığı konforlu alanı bırakarak kendi ayakları üzerinde durmak için genç yaşta Almanya’ya gitti:
“Niçin olmasın? Ben de yazıyorum! Onlar bizim lisanımıza tercüme edildikleri zaman nasıl sevile sevile okunuyorlarsa, ben de yazılarımı tercüme ettirip onlara sevdire sevdire okutacağım.“
2017 yılının sonunda Suat Derviş’in hayatını anlatan Anılar, Paramparça kitabını ve diğer eserlerini yeniden basan İthaki Yayınları’nın editörü Ayla Duru Karadağ, yazarın Almanya’ya gidişini bir direniş olarak yorumluyor. 30’ların başı, Nazilerin güçlenmeye başladığı yıllar. Yabancı ve Yahudi düşmanlığının çok yoğun olarak hissedildiği bir zamanda Almanya’da olmak Derviş’i etkiliyor. Anılarında, sokakta sık sık ayrımcılığa ve ırkçılığa uğradığını yazıyor. Hatta bir gün, Macar bir aileyle birlikte yediği bir yemeğin ardından, sokakta SA üyelerinin saldırısına uğruyor:
“Fakat fazla mı içmişlerdi bilmem. 'Melun Yahudiler!’ diye bağrışmaya başladılar. Sonra arkamızdan koşmaya! Acele ile yürüdük, köşedeki bir taksiye dar bindik. Taksi hareket ettiği zaman yetiştiler ve taksinin arkasını yumrukladılar. Fakat, herhalde talihimiz varmış ki şoför onlardan başka kanaatte olan bir insan çıkmıştı. Yoksa otomobili yürütmeseydi, biz de orada bir temiz dayak yerdik. Çünkü Yahudilere karşı olan kin, kadın erkek tanımıyordu.“
Suat Derviş, Almanya’ya ilk gittiğinde yazılarını koyduğu çantayı sıkı sıkı tutuyor; bu yeni ülkede evsiz ve aç kalmamak için tek seçeneğinin o yazılar olduğunu düşünüyor. İstanbul’da kendine duyduğu güven, Berlin’e vardığında azalmış. Yazılarını kimsenin basmak istemeyeceği hissine kapılıyor:
“Goethelerin, Schillerlerin, Fichtelerin, Heinelerin ve nihayet Thomas Mannların, Heinrich Mannların, Stephan Zweig ve Arnoldların, Ernst Toller, Bertolt Brechtlerin yazı yazdığı memleketlerde ben şu iki buçuk eserimle hayatımı kazanacağım, öyle mi?“
Derviş, yine de kapıldığı karamsarlığın hayallerinin önüne geçmesine izin vermiyor. Bir gün Ullstein Yayınevi’nin kapısından girmesiyle Berlin macerasının seyri değişiyor. Voss gazetesi yazı işleri ile görüşüyor ve yazlarının yayımlanabileceğini öğreniyor. Bunun ardından dönemin önde gelen gazeteleri Uhu, Die Woche ve Gartenlaube’de yazılarını yayımlamak istediklerini belirtiyorlar. Fakat o dönemlerde bu süreç o kadar hızlı ilerlemiyor. Alacağı telifi beklemeye başlıyor. Cebinde çok az parası var. Bir gün perişan bir halde ne yapacağını düşünürken gözüne bir ilan ilişiyor: Kuaförler Gazetesi. Gazetenin yazı işleri müdürü ona sadece meslek ile ilgili yazılar yayımladıklarını söylüyor:
“Türkiye’de bir berber kaç para kazanır? (…) Vergi ne kadardır, havagazı ücreti nedir, gündelik kaç paradır? Salı gününe kadar bunları bildiren bir makale getirebilirseniz Cuma günü çıkan nüshamızda neşrederiz.“
Derviş konu hakkında herhangi bir fikri olmasa da, çekingen bir şekilde teklifi kabul ediyor. Berberlik üzerine herhangi bir fikri olmasa da eve gidiyor ve içinde rakamlar bulunan bir yazı kaleme alıyor. Yazının yayımlanmasına ihtimal vermiyor:
“Zavallı berber gazetesi tahrir müdürü, İstanbul berberlerinin kazançları hakkında malûmatı doğru olarak kabul etmiş ve bu yazıyı methederek neşretmişti. Bu yazı için bizim paramızla 25 lira aldım. Allah selâmet versin! (…) Allah kusurumu affetsin!“
Almanya'da bulunduğu süre boyunca tefrika edilmiş bir roman, kitap tanıtım yazıları ve çeşitli röportajlar hazırlayarak hayatını teliflerle idame ettiriyor. Bu sırada birçok gazeteden kendisiyle röportaj yapmaya geliyorlar. Türk bir kadın yazarın Almanya’da başarılı olması ülkede büyük ilgi çekiyor. Derviş’in Berlin’deki hayatı, babasının hastalanmasıyla yön değiştiriyor.
Tempo gazetesinden gelen, Osmanlı saray hayatına dair bir roman teklifiyle Sultanın Kadınları adlı romanını on beş günde yazıp bitiriyor. Berlin sokakları Suat Derviş’in romanının ilanları ile doluyken tedavi için Almanya’ya getirilen babası İsmail Derviş Berlin'de hayatını kaybediyor. Aynı günlerde romanı büyük bir başarıya ulaşsa da, Derviş'in anılarında hayatının en acı dolu zamanları o günler.
Babasının ölümünden sonra Türkiye'ye dönen annesi ve kardeşinin ekonomik durumu kötüleşince, Suat Derviş’in de Almanya macerası 1933’te sona eriyor. Türkiye’ye dönüyor ve para kazanmak için o yıllarda çıkan neredeyse tüm dergi ve gazetelerde yazı yazıyor.
Almanya’da yazarak yaşamını sürdürürken, birçok farklı pencereden bakmayı öğreniyor hayata. Avrupa ve Türkiye’deki kadınların farklı yaşam şartlarına rağmen uğradıkları haksızlıkların benzerliği Suat Derviş’in ilgisini çekiyor. Ayla Duru Karadağ’a göre 40’larda tefrika edilen romanlarında çok güçlü bir feminist damar var:
“Elimizdeki metinlere göre ondan ‚Ben feministim‘ cümlesini duymak mümkün olmadı. Ancak romanlarında yarattığı kadınlar feminist, özgür ve kendilerine has kadınlar. Fosforlu Cevriye’nin ‚Bu benim bedenim, kimse karışamaz,‘ demesi o dönem için çok mühim. Biz ancak son on senedir bunu pankartlara yazıp haykırabiliyoruz. Suat Derviş bunu seneler önce yapmış.“
Karadağ, Derviş'in sonraki yıllarda devam ettirdiği gazetecilik faaliyetlerinde de toplumsal konuları ele aldığını anlatıyor. Evsizlerle, şarapçılarla röportajlar yapıyor ve kadın sorunlarına eğilmeye devam ediyor. Tan Gazetesi için Sovyetler Birliği’ne gidip gündelik hayat üzerine görüşmeler yapıyor. Tren istasyonlarına gidiyor, „Ülkeniz çok uzun, tren yolculuklarında hamile kadınlar zorlanmıyor mu?“ diye soruyor.
Hayatını kaybettiği 1972 yılına kadar pek çok eser üreten Suat Derviş, ülkenin öncü gazetecilerinden biri haline geliyor. Karadağ, Derviş’in eserlerinin, ele aldığı konular dolayısıyla “Sınıf çatışmasının olduğu her dönemde güncel olacağını“ söylüyor.
*Suat Derviş'in kaleminden alıntılar, Anılar Paramparça kitabından alınmıştır.