3. Havalimanı inşaatında iş bırakma eylemi yaptıkları için tutuklu yargılanan işçiler, ilk duruşmada tahliye edildi. „Farklı bir çağı andıran“ duruşma salonundan bir izlenim.
Gaziosmanpaşa'da tepesine “adalet sarayı“ yazılınca saraya dönmemiş beş katlı bir binanın en üstündeki yemekhanedeyiz, fakat kimse yemek yemiyor. Salonun arkasındaki paravana sabahleyin aceleyle “Adalet mülkün temelidir“ yazısı iliştirilmiş. Üçüncü havalimanı inşaatındaki çalışma koşullarına dayanamayarak 14 Eylül'de eylem yapan 31'i tutuklu 61 işçi burada yargılanıyor.
Eylül ayında on binlerce işçiye iş bıraktıran gerekçeler arasında ödenmeyen ücretlerin, tahtakurularıyla dolu koğuşların, iş alanına varmak için saatlerce beklemek zorunda kaldıkları servislerin yanı sıra, yetmeyen kötü yemekler, son kullanma tarihi gelmiş peynirler, pudingler de vardı. Eylemin sona ermesi için işçilerin bir kağıda karaladıkları taleplerden biri, işçilerle formenlerin aynı yemekhanede yiyebilmesiydi. 2000'li yıllar Türkiyesini en iyi anlatacak davalardan birinin iki mutfağı burada birleştirmesi tuhaf.
Soğuk yemeklerin konduğu buzdolabının üzeri örtülmüş, ortamıza bir bırakılan bir hayalet gibi. Jandarma, polis, üst düzey güvenlik görevlileri ve hakim, manalı bir sembolizm yaratarak salona mutfaktan giriş yapıyorlar.
Salonun ortasında bulunan tutuklu ve tutuksuz işçilerse önlerine nasıl bir yemek konacağını kaygıyla bekleyen gepgenç insanlar. Kimilerinin üzerinde belli ki bir yaz düğünü için alınmış ince kumaştan ceketler, baharlık gömlekler var. Arada arkaya dönüp varsa yakınlarına, kanından olmayanın dahi içini acıtan suratlarla bakıyorlar. Çok azının İstanbul'da kayıtlı bir adresi var. Pek azının ailesinin maddi gücü binlerce kilometre öteden duruşmaya gelmeye yetmiş.
Ramazan ve Servet Gözel ile Cihan Sarıburak kuzenler. Van'da yaşayan aileleri duruşmaya gelememiş. İstanbul'daki halaları Nazife Tuncay duruşma boyunca dua üzerine dua okuyor. Yargılanan bir diğer işçi olan İlker Kurt'un sadece babası salona girebilmiş, annesi Türkan Hanım ise dışarıda soğukta bekliyor. Oğlunun bir haftadır uyumadığını anlatıyor. Arkadaşları deseniz, onlar da duruşmaya gelemediyse sevinmek gerek. İşleri var yani, işçinin arkadaşlığı bu. Örneğin işkolunda örgütlü iki sendikadan biri olan İnşaat İş'ten Tezcan Acu işinden zor izin alabilmiş. Aylardır bu konuyu anlatmaktan sesinin kısıldığını söylüyor.
O kadar tuhaf bir duruşma ki sanki hakim iki-üç yüzyıl öncesinde tarihin ilk işçi eylemlerini yargılıyor, ilk grev hakkının kararını verecek. İddianamede, su olmadığı için altı gün gölette yıkanan, tahtakurularına karşı gece ışık açık yatan, dört bayram izin kullanmamış, kaç aylık maaşından alacaklı insanların “çalışma şartları bahanesiyle“ toplandığı yazıyor. 60 işçinin ifadeleri milattan öncesinin isyanı gibi “köle değiliz“ sloganını attıran bu yüzyılın çalışma koşullarını kaydediyor mahkeme tutanaklarına. “Tahtakurularının ısırık izlerini göstereyim mi?“ diye soruyor Diyar Bozkurt.
CİMER kayıtlarına göre 2013-2018 yılları arasında 52 işçi havalimanı inşaatında çalışırken ölmüş. Yüzde 81'i kesilmiş ormanların üzerine kurulan, dünyanın en büyük havalimanı olma iddiası taşıyan bir inşaat bu. Bunu çekemeyen dış güçler olmasının gülünçlüğünden söz edecek avukatlar, duruşma hakimi tarafından “Oralara girmeyelim“ diye susturuluyorlar.
Altı yaşındaki Taylan sıkılmış, arada not aldığım deftere bir şeyler yazıyor. Babası Özkan Özkanlı, onun gibi İnşaat İş'ten Uğur Karadaş, Yunus Özgür, Deniz Gider ve DİSK'e bağlı Dev Yapı-İş Genel Başkanı Özgür Karabulut gibi tam olarak sendikacılık yapmaktan yargılanıyorlar. İşçilerle niçin toplantı yaptıkları, neden WhatsApp grubu kurdukları soruluyor. İş bırakmanın, örgütlenmenin uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınmış anayasal haklar olduğu çağla, bu duruşmanın yapıldığı salon aynı çağda değil.
2013'ten beri havalimanı inşaatında bu kadar büyümeyen birçok eylem olduğunu, öfkenin biriktiğini anlatıyorlar ifadelerinde. Şimdiye kadar 250 bin işçinin bu şantiyede çalıştığını, kiminin koşulları görüp eşyalarını almadan kaçtığını söylüyor Özgür Karabulut.
Eylemin ardından işçi taleplerinin reddedildiği, görüşmenin bir lütuf olarak nitelendirilip işe devamın dayatıldığı, İGA'nın CEO'su Kadri Samsunlu'nun mülki amirin üzerinde şef aşçı gibi davrandığı bu mutfak da eski çağlara dair bir manzara aslında. Avukatlar müvekillerinin sorgusuna giremezken ellerini kollarını sallayarak içeri girip bilgi alan şirket temsilcileri, jandarma baskısıyla alındığı söylenen ifadeler, ortak bir parolaymış gibi işçilere yöneltilen “vatan haini“ tamlaması da bu manzaraya dahil.
Aradan geçen zamanda hiçbir koşulun iyileşmediğini, açılış tarihinin yakınlaşması telaşıyla bilakis daha da ağırlaştığını anlatıyor İnşaat İş'ten Tezcan Acu. Bu davanın çalışanlara gözdağı olduğunu söylüyor. Tam 12 saat süren duruşma, başka bir davadan tutuklu Serhat Bilici dışında 30 işçi hakkında tahliye kararı verilmesiyle sonuçlanıyor. Yukarıda herkes mutlulukla birbirine sarılırken kapının önünde halaylar başlıyor.
Lakin yargılanan 60 işçinin tamamına adli kontrol kararı çıkmasıyla aslında gözdağı yeni bir dozla sürüyor. Bu, aylarca izin kullandırılmayabilen bir sektörün emekçilerine haftada bir imzaya git demek. İkameti çalışmadığı yerlerde olan çoğu işçi için ayrıca zor bir bürokrasi söz konusu. Yurt dışında bir şantiyede iş bulsalar ona da gidemezler, yasak. 21. yüzyılda hukuken hiç var olmaması icap eden davanın bir sonraki duruşması, 20 Mart'ta.