HDP eski milletvekili Önder'in dosyası, AİHM'in Demirtaş açıklamasından sonra aceleyle karara bağlandı. Artık Önder de Demirtaş gibi hükümlü.
Kürt sorunuyla ilgili 2013 yılında başlatılan ve Ağustos 2015’te resmen sonlandırılan çözüm sürecinin en önemli aktörlerinden biri olan HDP eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder, 6 Aralık günü cezaevine girdi. Sırrı Süreyya Önder daha lisedeyken, Alevi inancına sahip yurttaşların maruz kaldığı 19 Aralık 1978 tarihli Maraş Katliamı'nı protesto ettiği için ilk kez tutuklanmış, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra da yedi yıl hapis yatmış, işkenceler görmüştü.
O yüzden 5 Aralık günü telefonda konuşurken hapse girmeye hazır olup olmadığını sorduğumda, “Bilmediğim bir yere gitmiyorum“ diye kestirip attı. Önder’in davasının hızlı bir biçimde sonuçlandırılmasının başlıca nedeni, aynı dosyadan yargılanan HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ı hapiste tutma çabasıydı.
20 Kasım’da AİHM, Demirtaş’ın serbest bırakılması gerektiği kararı vermiş, Erdoğan da bu kararı tanımadıklarını söyleyerek “gerekli hamleyi yapar, işi bitiririz“ demişti. Nitekim o gerekli hamle AİHM kararından kısa süre sonra yargı eliyle yapıldı ve Önder’le Demirtaş’ın yargılandığı dosya apar topar karara bağlanarak her iki siyasetçi de hükümlü hale getirildi. Yani Türkiye artık AİHM kararını uygulasa bile Demirtaş'ı hapiste tutulabilecek.
Aslında Demirtaş ve Önder davasının hukuki yönünün iler tutar bir yanı yok. Kürt sorununun çözümü için başlatılan sürecin ilk günü, 21 Mart 2013’te, İstanbul’daki Newroz Bayramı kutlaması sırasında her iki siyasetçinin yaptığı konuşmalar, o zaman iktidar medyası tarafından alkışlanarak manşetlere taşınmış, yargı da herhangi bir girişimde bulunmamıştı. Ancak çözüm süreci bitince, siyasetçilerin konuşmaları tahrif edilerek iddianameye dönüştürüldü.
Örneğin Önder’in hapis cezası aldığı konuşmasındaki “HDP“ sözcükleri, PKK’nin silahlı kolu “HPG“ şeklinde iddianameye konmuş. Keza Önder’in “Bu ülkeyi kabristana çevirmişler, gülistana çevireceğiz“ sözü, iddianameye “Kabristanı kabristana çevireceğiz“ şeklide geçirilmiş. Önder’in yargılama safhasında bu tür tahrifatlara yönelik itirazları ve konuşma kayıtlarının incelenmesi talepleri reddedilmişti.
Telefon görüşmemiz sırasında fark ediyorum ki Önder, ertesi gün gireceği hapishaneyi değil, başka konuları konuşmayı tercih ediyor. Mesela son grip hastalığının üstesinden nasıl gelinebileceğine dair tavsiyelerde bulunuyor. Konuşma sırasında “Kamran Erkaçmaz ismi senin için bir şey ifade ediyor mu?“ diye soruyorum. Hafızasını yokladıktan sonra ipucu istiyor.
2013 yılında, henüz 26 yaşındayken Türkiye’deki 70 il ve yüzlerce ilçeyi (19.350 kilometre) otostopla veya yürüyerek gezen, aylarca süren yolculuğu sırasında savaşta hayatını kaybetmiş onlarca asker ve militan ailesiyle görüşüp hem fotoğraflarını çeken hem de seslerini, hikâyelerini kaydeden Kürt genci Erkaçmaz’la ilgili Önder’e ufak bir hatırlatmada bulunuyorum:
“Yaptığı çalışmayı sergileyemediği için Aralık 2013’te TBMM’ye gelip seni bulmuş. Senin referansın üzerinden de 16 Mayıs 2014’te İstanbul’da sergisini açmış. Çözüm süreci bittikten sonra yaptığı görüşmeleri ve tüm yolculuğunu Ekim ayında Acının İki Yüzü adıyla kitaplaştırmış. Kitabın sonunda verdiğin desteğin önemini anlatmış ve şimdi o kitabı sana ulaştırmak istiyor.“ Önder gülümsüyor ve “Kamran kitabı sana yollasın, ben üç yıl sonra hapisten çıkınca senden alırım“ diyor.
Uçak fobisi olan Sırrı Süreyya Önder de HDP milletvekili olarak çözüm sürecinin resmen başladığı 21 Mart 2013’ten fiilen bittiği Ağustos 2015’e kadar onlarca defa Ankara-Kandil Dağı arasında, binlerce kilometrelik seyahatler gerçekleştirdi. İki yıl boyunca İmralı, Ankara ve Kandil arasında mekik dokuyan HDP İmralı Heyeti’ndeki Önder’le o dönem görüştüğümüzde, çözüm sürecinin akamete uğrayacağına ihtimal vermiyordu. İktidarın, bir gün gelir de kendi elleriyle başlattığı sürecin faturasını HDP’lilere çıkaracağını da öngöremiyor ama “Bedeli neyse öderiz ama bu sorun er veya geç çözülmek zorunda.“ diyordu.
6 Aralık’ta hapishaneye giderken, Türkiye’deki mevcut karanlığa değil, gelecekteki aydınlığa işaret etmeyi tercih ediyordu: “Yaşananlar iç karartıcı gibi gözükse de güzel günler bütün ülke için çok yakındır.“ Önder’in “yakın“ bulduğu güzel günler şu an ufukta görünmüyor aslında. Kendisi dâhil, çözüm sürecinde aktif olarak hükümet-Öcalan-PKK arasında mesai harcayan siyasetçilerin çözüm süreci bitince hapse atılması, devletin “Bana asla güvenme, asla inanma“ mesajı olarak okunabilir.
Kitabını Önder'e ulaştırmak isteyen Kamran Erkaçmaz’ın da bu konuda kötü bir deneyimi var. Erkaçmaz uzun seyahati sırasında gittiği Orta Anadolu’daki Kırşehir’de, daha önce savaşta hayatını kaybetmiş bir askerin akrabası olan N.K'ya, yeni başlayan çözüm süreci hakkında ne düşündüğünü soruyor. 5 Ekim 2013’te aldığı yanıt şöyle:
“Barışı neden desteklemeyeyim ki, ne güzel işte, ne asker ne de dağdakiler ölüyor. Kimse acı çekmiyor. Bir biz biliriz bu acıyı. O yüzden barışı tabii ki destekliyorum. Dağdakiler de bizden, Kürt kardeşlerimiz, bu işin en güzel yolu barıştır. Asıl hain bu barışı desteklemeyenlerdir.“
Erkaçmaz, çözüm süreci bittikten sonra, 16 Mart 2017’de N.K. ile tekrar görüşüp şu soruyu soruyor: “Çözüm süreci bitti, çatışmalar tekrar başladı. 'Barış bildirisi’nin altına imzasını atan akademisyenler görevlerinden uzaklaştırıldı. Barış isteyenler hainlikle suçlandı. Bunlar hakkında neler söylersiniz?“
N.K.’nın yanıtı bu kez şöyle: “Ne barışı kardeşim, yok artık barış marış. O hakkı kaybettiler, sonuna kadar mücadele artık. Zaten bitmek üzereler, operasyonlar hep başarılı. O hocalar üniversitedeki hainler. Terörü destekliyorlar…“
Devlet politikasındaki değişikliğin N.K.’da yarattığı bu muazzam dönüşümün kendisi bile güzel günlerin uzaklığını anlatmaya yetmez mi?