Aralarında Yüksel Koç'un da bulunduğu 14 kişi, 73 gündür açlık grevinde. Talep, PKK lideri Öcalan'ın üzerindeki tecritin kaldırılması. Koç yakında ölebilir, peki bunu hala neden yapıyor? Strazburg'daki toplu açlık grevi yapılan eve bir ziyaret.
Fransa'nın doğusundaki Alsas bölgesine bahar çoktan gelmiş. Avenue de Colmar, Strazburg şehir merkezinin dışında kalıyor. Burada 1970’lerde yapılmış binalarda yaşayan çok sayıda göçmen var. Binanın önündeki park alanı bir çitle ikiye ayrılmış. Elleri arkalarında, sigaraları ağızlarında üç adam binanın önünde volta atıyor. Güvenlik görevlisi olmak için çok yaşlı da olsalar, yine de nöbet tutuyorlar. Kapıyı üç adamdan biri açıyor. Eskiden otomobil ekspertiz ofisi olan bu yerde artık açlık grevine girmiş olan insanlar kalıyor.
Yüksel Koç'un da aralarında bulunduğu 14 kişi, Abdullah Öcalan’ın “tecrit işkencesi“ni protesto etmek için 17 Aralık 2018 tarihinden beri açlık grevinde. Farklı ülkelerde yaşayan yüzlerce insanın açlık grevine girdiği söyleniyor. Eylemcilerin talebi, hapisteki liderlerinin, PKK'nin kurucusu Abdullah Öcalan’ın ailesinin ve avukatlarının onu yeniden düzenli olarak ziyaret etmesine izin verilmesi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İşkencenin Önlenmesi Avrupa Komitesi’nin merkezi Strazburg’da olduğu için eylem burada yapılıyor. İşkence karşıtı komite, Mart 2018’de Öcalan’ın içinde bulunduğu tecrit koşullarını kınamıştı. Avrupa Konseyi de benzer bir karar aldı ancak PKK’ye yakın Kürtler açısından bu girişimler yeterli değil.
Girişte “Otomobil ekspertizi“ yazılı bir levha asılı. Altı kişinin durduğu antredeki resepsiyon bankosunun üzerinde dezenfektan, bağış kutusu ve solup gitmiş çiçek demetleri var. Açlık grevindekilerin en genci 27, en yaşlısı 58 yaşında. Yan odada duvar büyüklüğünde bir pankart asılı, grevcilerin ilk günkü hallerini gösteriyor. Hepsi üzerlerinde Abdullah Öcalan’ın resmi olan yelekler giymiş. Başka bir duvarda şimdiye kadar grevde geçen günleri saymak için çizik attıkları bir levha bulunuyor. Altında da “Liderimiz Apo çok yaşa“ yazıyor.
Peki ya kendileri ne kadar yaşayacak?
Adamlardan biri bana bir sandalye hazırlıyor, bir diğeri bir çay bardağı uzatıp dışarı çıkıyor. Birkaç dakika sonra geri gelip içeri girebileceğimi belirtiyorlar.
Üç grev odasından birine giden camlı kapıda PKK bayrağı asılı. Karton bir levhaya keçeli kalemle Kürtçe “Giriş için izin gereklidir“ ve “Yüksek sesle konuşmayın“ yazılmış. Odanın ışığı loş. Duvarlar beyaz, zemin karolu, altı tane metal karyola, Ikea nevresimleri, her yerde dolu ve boş su şişeleri var, etraf temizlik malzemesi kokuyor. Duvarlarda ölen gerillaların fotoğrafları asılı. Odadaki herkesin ağzında maske var. Oda bir hastanenin karantina servisini andırıyor. Yüksel Koç da içeride yatıyor.
Koç ile yaklaşık 15 sene önce tanıştım. O zamanlar Bremen’de bir paket servis şirketinin forklift şoförü olarak çalışıyordu. Şehirdeki Kürt derneğinin başkanıydı. Dernek Bremen’deki Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) yasal koluydu. Kürtler Bremen’de bir zorluk yaşadığında, lobi faaliyetlerini üstlenerek basınla konuşan, gösteriler düzenleyen, avukatları bulan her seferinde Koç olurdu. Ardından önce PKK’ye yakın Almanya Demokratik Kürt Toplum Kongresi temsilcisi, ardından da Avrupa Demokratik Kürt Toplum Kongresi başkan yardımcısı oldu.
Koç’u en son Temmuz 2017’de Hamburg’ta görmüştüm. Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan G20 zirvesi için şehre gelecekti. Kürtler bir protesto eylemi düzenlediler. Ancak Koç orada uzun süre kalamadı. Birkaç ay evvel federal savcılık MİT adına Koç’a suikast girişimi planı yapan bir kişiyi tutuklamıştı. Koç o zamandan bu yana, izlenmesi daha zor olsun diye sürekli hareket halindeydi.
Kim bilir nasıl değişmiştir, diye kendi kendime soruyorum. Ancak her zamanki gibi görünüyor. Kalın bıyığı ve seyrek saçları var; kısa bir adam. Elimi tokalaşmak için kaldırdığı eline uzatıyorum. Nasıl olduğunu sorarken sesimin yüksek çıkmasından korkuyorum. Koç kafasını sallıyor.
Yoğun bakımdaki bir hasta gibi nefes alıyor. Muhtemelen olması gereken yer de orası. Yatağının yanında küçük bir komodinin üzerinde beş kitap, deodorant, diş fırçası, tıraş bıçağı, mendil ve dizüstü bilgisayar var. Hemen yanında üst tarafında sarı bir şerit bant olan tekerlekli bir bavul duruyor. Biri banta siyah keçeli kalemle “Yüksel“ yazmış. Sonunda eşyaların sahiplerinden hiçbiri artık konuşamaz hale gelirse, buradaki hangi eşyanın kime ait olduğunu bilmek isteyebilirler.
Pes etmemeleri durumunda, uzun süredir devam açlığın nereye varacağını sormak istiyorum. Eşinin ve çocuklarının tüm bunları nasıl gördüğünü, neden yaşayan bir insanın ölü bir insandan daha iyi olduğuna inanmadığını, gerçekten bu eziyeti çekmek isteyip istemediğini… Ancak Koç yarım saatten fazla konuşamayacağını biliyor. Söylemek istediklerini gücü yettiğince söylemeye başlıyor.
Türkiye’nin Kürtlere yönelik saldırısının 2015’ten beri birçok sivili öldürdüğünü, birçok şehri harap ettiğini, ayrıca birçok milletvekili ve gazetecinin tutuklandığını söylüyor. Son yıllarda PKK’nin ideolojisi değişmiş olsa da, Öcalan’ın bir aziz gibi yüceltilmesi ve kurtuluşun ondan beklenmesi devam ediyor. “Yalnızca Öcalan savaşı bitirebilir, bunu sadece o çözebilir“ diyor Koç. Tüm bunları „Alman kamuoyuna“ hitap ettiği ve derneğinin bugünlerde dağıttığı uzun mektubunda da anlatmış.
Kendisinin ve dava arkadaşlarının Öcalan’ın tecritini protesto etmek için “Avrupa’nın tüm ülke ve şehirlerinde“ mitingler, gösteriler ve bilgilendirme standları ile “tüm demokratik eylem araçlarını“ kullandıklarını söylüyor. Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve “tüm siyasi partiler“ ile temasa geçtiklerini anlatıyor. Hiçbiri sonuç vermemiş. Ardından başka bir çözüm bulamayınca, Türkiye’yi etkileyebilmek için “Avrupa toplumunun manevi desteğini almayı“ ummuşlar.
Peki ya etkileyemezlerse?
İçlerinden her biri liderleri kadar değerli değil mi? Bu ılık kış akşamında eşofmanları ve Öcalan yelekleriyle loş ışıklı odalarındaki metal karyolalarda yatan, küçük şişelerden su içip videolu görüşmelerde akrabalarına el sallayan bu 14 insanın ilerleyen haftalarda birer birer ölmesi mi gerekiyor?
Hayır, tam aksine. “Ölmek istemiyoruz, bunu yaşam için, diğerlerini kurtarmak için yapıyoruz“ diyor Koç. Katliamlar son bulsun, özerk bir Kürt bölgesinde Rojava özgür olsun diye. Açlık grevi “intihar değil, direniştir“ diyor. Parti mantığı bunu gerektiriyor.
Karnı ağrıyor, nefes alamıyor. Birkaç dakikada bir susup dinlenmesi gerekiyor. Su şişesini ağzına götürmek bile yoruyor onu. Yanında Kürt kızılayından bir doktor var. Akciğerinin üst kısmında su toplandığını söylüyor Koç. Akciğeri iltihaplanmış. Nefes almakta o nedenle zorlanıyor: “Bu iltihap aşağı inerse ölürüm. O zaman doktor hiçbir şey yapamaz.“
Doktor başıyla onaylıyor, o dışarı çıkınca Koç elinin derisini çekiyor hafifçe, derisinin inceldiğini göstermek istiyor. Ardından da açlık grevi yapan herkesin bir gün mutlaka kurduğu cümleyi kuruyor: “Vücut kendi kendini yiyor.“
Açlık grevi komitesinden Serhat Agiri, “Başlamaya beraber karar verdiler ancak tabii ki herkes ne zaman bırakacağına karar vermekte özgür“ diyor: “Biri bırakmak isterse, kimse 'Devam etmek zorundasın’ diyemez.“ Ancak böyle bir durumda üzerinizde oluşan psikolojik baskı ne büyüklükte olur?
Koç hastaneden taburcu edildikten sonra Fransız Sağlık Bakanlığı müfettişler göndermiş. Müfettişler Avenue de Colmar’a gelip Kürtleri yataklarında ziyaret etmiş ve tıbbi tedavi almalarını rica etmiş. Bunun dışında yetkili makamlar eyleme müsaade ediyor.
Koç 1964’te Ardahan’da doğmuş. 1980’lerin sonunda Kürt hareketine katılmış. 1990’da Almanya’ya gitmiş. Eşi ve iki çocuğu var. “Ailemle her şeyi konuştum“ diyor. Kızı 19 yaşında. Nisan ayında Bremen’de üniversiteye başlamak istiyor. Ailesi zaman zaman Bremen’den ziyarete geliyor. Onun dışında her gün telefonlaşıyorlar. Eşinin sürekli “Bir şey mi oldu? Hayatta mısın?“ diye sorduğunu anlatıyor. Oğlu Facebook’ta babasının ve yoldaşlarının bu eylemini kutlamış. Kızı ise babası Bremen’den ayrıldığında ağlamış. “Ağlama, bunu senin gibi genç insanlar ölmesin diye yapıyoruz“ dediğini anlatıyor Koç.
PKK’ye getirilen en büyük eleştiri, silahlı bir hareket oluşu. Son militan eylemleri, 11 Nisan 2017’de Diyarbakır’da bir polis karakoluna yönelik gerçekleştirilen saldırıydı. Terörizm yaftası parti destekçilerine ve sempatizanlarına yapışmaya devam ediyor. Bu nedenle bu eylemlerinin yankısı da küçük oluyor. Şimdiye kadar buraya yalnızca sol görüşlü birkaç milletvekili geldi. Grev, Avrupa ve Almanya'daki sol cenahta da pek fazla ilgi görmedi.
“Almanya iyi bir rol oynayabilirdi“ diyor Koç: “Ancak silahlarla ve PKK yasağıyla Erdoğan’ı destekledi. Almanya bizden biri ölmeden bu rolü oynamalı, öldükten sonra değil.“
Açlık grevleri üzerine haber yapmak sıklıkla medyanın bu tür yıkıcı protestoları desteklediği yönünde yorumlanıyor. Bu nedenle de çok çekingen davranıldığı düşünülüyor. Ancak bu sefer aslolan kamunun ilgisizliğiydi. Mitingler, dayanışma nöbetleri, Kürtlerin son yıllarda düzenlediği hiçbir şey yankı bulmadı. Bu yüzden şimdi açlık greviyle dikkatleri çekmeyi deniyorlar. Koç zorlukla nefes alıyor. Artık gitme zamanı. Ne diyeceğimi uzunca düşündükten sonra ancak bu sözcüklere varabiliyorum: “Her şey gönlünüzce olsun.“
Ardından bir şey daha söylüyor Koç, kamuoyuna mektubun çok önemli olduğunu. Mektubu yaymamı istiyor: “Hükümetten hiçbir şey beklemiyorum. Ama kamuoyu bizi destekliyor.“