İki yılı aşkın tutukluluğu boyunca tüm imkansızlıklara rağmen gazeteciliğe ve resim yapmaya devam eden Zehra Doğan yaşadıklarını anlattı.
Yaşadığı coğrafyaya, o coğrafyada yaşayan kadınlarının sorunlarına iki farklı „dilde“ ayna tutabilen biri Zehra Doğan. O, hem Türkiye'nin ilk kadın haber ajansı Jinha’nın kurucularından olan bir gazeteci, hem de resimleri dünyanın çeşitli kentlerindeki sergilerde dolaşan bir ressam.
İki yıllık mahpusluğun ardından şimdi soğuk bir kış gününde İstanbul'un Beyoğlu semtinde bir kafede oturuyor. Parlak, heyecanlı gözleriyle bakıyor, konuşuyor, anlatıyor. Dudağının hemen altında genellikle yaşlı Kürt kadınlarında görülen, yöresel motiflerle bezeli bir dövme var. Sımsıkı tutunduğu köklerini dünyaya göstermek isteyen bir kadın.
Zehra Doğan, resimleri ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle, „terör örgütü propagandası“ yaptığı iddiasıyla hükum giydi. Oysa, “Sizin yaptıklarınızı resmediyorum“ diyordu onu iki yıl dokuz ay hapis cezasına çarptırdıklarında. Türkiye'de 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin ardından cezaevlerinde tutulanların sayısı kapasiteyi çoktan aşmıştı. Zehra’nın Mersin’de kaldığı Tarsus Kapalı Kadın Cezaevi'nde de durum buydu: 18 kişilik koğuşun kapısı açıldığında, kimisi çocuklarıyla orada bulunan 50 kadın karşıladı onu.
“Çok şaşkındım, ne yapacağımı bilemiyordum“ diyor Zehra, demir kapının açıldığı anı anlatırken. Hapishane koğuşu zamanla ressam Zehra için bir atölyeye, gazeteci Zehra için de bir gözlem yerine dönüştü. Önceleri, cezaevi yönetiminin resim malzemesi vermemesi nedeniyle sorunlar yaşadığını, hatta bir süreden sonra talep etmekten vazgeçtiğini anlatıyor. Sonra “Onlardan çok şey öğrendim“ dediği diğer mahpus kadınlar girdi devreye. “Susma“, “Talep etmekten vazgeçme“ dediler Zehra’ya. O da öyle yaptı.
Aslında resim malzemesi bulmasa da olurdu. Zehra bazen gazete kağıtlarını, bazen kumaş parçalarını, hatta iç çamaşırları tuval olarak kullandı. Boya verilmediğinde maruldan yeşili, tutsak kadınların regl kanından kırmızıyı yarattı: “Tutsaklığım süresince 300’den fazla resim yaptım.“
O resimlerin çoğu demir parmaklıkların ardından uçtu ve dünyanın büyük kentlerindeki sergilerde gösterildi. Öyle ki, dünyaca ünlü sokak sanatçısı Banksy’nin dahi dikkatini çekti. Kimliği bilinmeyen Banksy, Zehra'nın kim olduğunu biliyordu. New York’ta bir duvara resmetti Zehra’yı.
Dünya Zehra’yı resimleriyle tanırken, koğuştaki kadınlardan birinin hapiste doğurduğu, şimdi 2.5 yaşında olan Ayşe de dünyayı onun resimleriyle tanıyordu. Annesi 2006'da Diyarbakır'da katıldığı bir yürüyüş yüzünden 2016'da hapse girince Ayşe kısacık ömründe koğuş ve avlu dışında hiçbir şey görememiş… Annesinin tahliyesine daha iki yıl olduğundan, durmadan, sıkılmadan daha hiç görmediği dünyayı soruyordu Zehra’ya.
Ağaç neydi? Çimen, çiçek, deniz neydi? Daha önce bunların hiçbirini görmemiş Ayşe’ye doğayı kelimelerle anlatmak yetmiyordu. Çizerek göstermeliydi Zehra. Ağacı, çimeni, çiçekleri, denizi çizdi… Belki de Şubat ayının son günlerinde herkes Zehra'nın tahliye edilmesine sevinirken, tek üzülen Ayşe'ydi. Zira minik kız, gece olup kapılar kapandığında, diğer koğuştaki çocuklara demir kapıların altındaki boşluktan seslenecek kadar iletişime açtı. Bazı günler hapishanenin üzerinden geçen uçağa “Hey uçak! Beni unutma!“ diyecek kadar yalnız.
Cezaevindeyken resim gibi gazeteciliği de bırakamadı Zehra. Darbe sonrası çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerden biriyle kapanan Özgür Gündem gazetesi koğuşa gelmemeye başlayınca koğuştaki kadınlar kendi imkanlarıyla bir gazete çıkardılar. Zehra kağıdı, kalemi eline aldı ve gazetenin mizanpajını hazırladı. Yazıların gireceği alanı, fotoğraf yerine kendisinin çizeceği resimlerin yerini belirledi. Geriye gazeteye bir isim bulmak ve haber merkezini kurmak kalmıştı.
Gazetenin adı „Özgür Gündem Zindan“ oldu. Cezaevinden haberler seçildi, yazılara karar verildi. Gündem toplantısı dahi yapıldı bu haber merkezinde. Yazılar ortaya çıktıkça, Zehra da oturup her biri için bir resim çizdi. Sekiz sayfalık gazetede kadınlarla yapılan röportajlar, kadınlara yönelik baskılar, gözaltı ve cezaevlerindeki hak ihlalleri ve hatta cezaevindeki bağlama ve resim kurslarının haberleri yer aldı.
Ortada bir gazete varsa, okur da bulmak gerekiyordu. 50 kadın, hazırlanan gazeteyi okurlara ulaştırmak için bir şekilde dışarı çıkardılar. Gazeteden ziyade bir sanat eserine dönüşen parça, Zehra’nın yurtdışında sergilenen tabloları arasında gösterildi.
Gazetenin sergilendiği duyulunca infaz koruma memurları koğuşu bastılar. En kuytu köşe dahi arandı ancak aranan bulunamadı… Ne arıyorlardı ki? Gülerek anlatıyor Zehra, koğuşta matbaa makinesinin nasıl arandığını. Fırça ve boya gibi resim malzemelerinin bile sokulamadığı, bunların yerine sebze ve kan kullanılan bir mekana matbaa makinesinin girebileceğini düşünmüştü cezaevi yönetimi.
Şimdi bu günler geride kaldı. “Çıkalı birkaç gün oldu ama garip hissediyorum kendimi“ diyor. Koğuştaki kadınlar hakkında konuşurken biraz özlem, biraz da vefa duyuluyor sözlerinde. Onlardan çok beslenmiş olsa da, bu genç kadının önünde yapacak çok şey var. 130'dan fazla gazetecinin hala hapiste olduğu Türkiye’de, cezaevinden çıkıp mesleğini yapmaya devam edenlere karşı borcu olduğunu söylüyor: “Onlar çıkıp bu mesleğe devam etmeseydi, kimse Zehra’dan ve diğer tutsak kadınlardan haberdar olamayacaktı.“
Hem resimle hem de yazıyla ayna tutmak istiyor Türkiye’ye, Türkiyeli kadınların sorunlarına, acılarına… Yaşadığı mahpuslukla tüm dünyanın tanıdığı resimlerini çizmeye devam edeceğini anlatıyor. O nedenle biraz da „resimli gazetecilik“ onunkisi. Şimdi hapisteki kadınların hikayelerini kaleme aldığı, o kadınları resmettiği kitabını tamamlamak üzere.