İstanbul Havalimanı, 6 Nisan'dan itibaren tam kapasite hizmet vermeye başlıyor.
taz.gazete, İstanbul Havalimanı'nı mercek altına aldığı dosyada bu projenin insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini inceliyor.

Daha fazla okumak için:
taz.atavist.com/istanbul-havalimani

Mustafa, içinde bulunduğu durumu “Kendi evimde hapisteyim“ sözleriyle açıklıyor.

Güvensiz bölge, güvencesiz yaşam

İnternet üzerinden satın aldığı motosikletin çalıntı çıkmasının ardından sınır dışı edilen Suriyeli Mustafa, Azez'de bir süre kaldıktan sonra Türkiye'ye döndü. Kendi evinde hapis hayatı süren Mustafa'ya göre geriye kalan tek seçenek Avrupa'ya gitmek.

MERAL CANDAN, 2019-10-31

Salonun cam kenarındaki yemek masasının üstü silme tütün dolu. Esenyurt’un ücra mahallelerinden birinde eşi, iki çocuğu, eşinin kardeşi ve annesiyle birlikte yaşayan 30 yaşındaki Mustafa*, hayatını sigara sararak kazanıyor. Birkaç ay öncesine kadar fırınlarda ve inşaatlarda çalışabilen Suriyeli Mustafa için evinin dışına çıkmak artık mümkün değil. Beş yıllık Türkiye macerasının ardından Temmuz ayında aniden Suriye’ye sınır dışı edilen ve bir süreliğine Türkiye kontrolündeki Azez’de yaşayan Mustafa, yaklaşık 20 gün önce İstanbul’daki evine dönmeyi başarmış. Şimdi, yeniden gözaltına alınma endişesi nedeniyle acil bir durum olmadığı sürece de evinden dışarı çıkmıyor. Bu koşullarda yapabildiği en iyi işin, bir dükkanda satılmak üzere tütün sarmak olduğunu belirten Mustafa, içinde bulunduğu durumu “Kendi evimde hapisteyim“ sözleriyle açıklıyor.

İstanbul’un en büyük ilçesi olan Esenyurt, yaklaşık 30 bin Suriyeliye ev sahipliği yapıyor. Ev kiralarının İstanbul’un diğer bölgelerine göre nispeten daha ucuz olması ve iş imkanlarının varlığı bu ilçeyi göçmenler için cazip hale getiriyor. Ancak İstanbul Valiliği’nin 12 Temmuz’da aldığı bir karar, kaydı İstanbul dışında olan göçmenleri kayıtlı oldukları illere göndermeyi öngörüyor. Kayıtlı olmayan göçmenlerin şehri terk etmesi için verilen son tarih 30 Ekim.

Kararın ardından İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü'nün talimatı doğrultusunda göçmenlere yönelik pek çok operasyon gerçekleştirildi. Kaydı İstanbul'da olmayanlarla birlikte, „Kamu düzeni ve güvenliğini bozan“ göçmenler hakkında işlem yapıldı. Valiliğin 18 Ekim'de yaptığı açıklamaya göre şu ana kadar 36 bin kişi Göç İdaresi makamlarına teslim edildi. Göçmenler İstanbul’da kurdukları hayatlarından kopartılıp kayıtlı oldukları şehirlere gönderildiler. Bazıları ise Suriye’ye sınır dışı edildi.

Uluslararası Af Örgütü’nün 25 Ekim’de açıkladığı „Savaş bölgesine gönderilmek: Türkiye'nin Suriyeli sığınmacıları yasa dışı biçimde sınır dışı etmesi“ başlıklı raporda Temmuz ayından bu yana en az 20 zorla geri gönderilme vakası olduğu belirtildi. Raporda ya hiçbir gerekçe sunulmadan ya da battaniye gibi temel ihtiyaçların sağlanması karşılığında Suriyelilere “gönüllü geri dönüş“ belgesi imzalatıldığı belirtilirken, geri döndüklerinde şiddete maruz kalan göçmenlerin beyanlarına yer verildi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise Eylül ayında yaptığı bir açıklamada kimsenin Suriye’ye zorla geri gönderilmediğini, Suriye’ye gönüllü olarak geri dönenlerin sayısının ise 354 bin olduğunu açıkladı.

Mustafa’nın Suriye’ye geri dönüşünün Türkiye’deki yasal statüsüyle bir ilgisi yok; o ve ailesi, kaydını İstanbul’a yaptırabilmiş olan 546 bin kişi arasında. Kendisinin Suriye’ye sınır dışı edilmesinin gönüllü olarak gerçekleştiği de söylenemez. Her şey, internet üzerinden bir motosiklet satın almasıyla başlıyor: “Uygun fiyata motosiklet aldım. Paranın yarısını ödedim. Diğer yarısını da aracın belgeleri teslim edilince ödeyecektim.“

11 Temmuz’da Esenyurt’ta motosikletiyle dolaşırken polisler tarafından durdurulunca motosikletin çalıntı olduğu ortaya çıkıyor. Mustafa, aracı satın aldığı kişinin kimlik bilgilerini polislere vermesine rağmen kişi hakkında bir işlem yapılmadığını ifade ediyor. Gözaltına alındığında olayın anlaşılıp bırakılacağını düşünen Mustafa, birkaç gün sonra Binkılıç Geri Gönderme Merkezi’ne götürüldüğünde dahi sınır dışı edilebileceğine ihtimal vermediğini söylüyor: “Suçlular sınır dışı edilir, ben suçlu değildim ki…“

Suriye Milli Ordusu kontrolündeki Azez'de yaşam

Evin televizyonunda çocuklara yönelik program yapan bir uydu kanalı açık. Biri üç, diğeri dört yaşında olan çocukların ilgisi televizyondan çok ellerindeki cep telefonunda. Sardığı sigaralardan birini yakmak isteyen Mustafa salondan çocuklarını çıkararak kapıyı kapatıyor ve hikayesini anlatmaya devam ediyor. İstanbul’un batı ucundaki Çatalca’da yer alan Binkılıç Geri Gönderme Merkezi’nde ailesi ile yaptığı telefon görüşmesini hatırlıyor. Valilik kararından ve Suriyelilere yapılan operasyonlardan ilk kez o zaman haberi olmuş.

Kısa süre sonra Mustafa'nın önüne “gönüllü geri dönüş“ belgesi konuluyor: “İlk başta imzalamak istemedim. Ama sonra şiddet göreceğimden korktum ve imzaladım.“ Bir hafta sonra kendini Suriye’ye giden bir otobüste bulan Mustafa, Bab el-Hava kapısından sınır dışı edildikten sonra ilk önce ailesini, ardından Azez’de yaşayan kuzenini arıyor.

Suriye’nin kuzeybatısında yer alan Azez şehri, 2016 yılında gerçekleştirilen “Fırat Kalkanı Harekatı“ndan beri Türkiye ve Suriye Milli Ordusu'nun (eski adıyla Özgür Suriye Ordusu) kontrolü altında. Savaş öncesinde 31 bin kişinin yaşadığı Azez’in nüfusu, İHH’nin 2016 yılında verdiği sayılara göre 300 bini bulmuştu. Aradan geçen üç yıl boyunca oraya kaç ailenin gittiği bilinmese de şehir yoğun göç alıyor. Azez şehrindeki bazı yollar sınırın diğer tarafındaki Kilis Valiliği tarafından yeniden yapılırken bazı sokakların isimleri değiştirildi. Aynı zamanda PTT şubesi de bulunuyor.

Türkiye’ye geldiği günden bu yana ilk defa Suriye’ye giden Mustafa, ülkesini tanıyamadığını, kendisini yabancı gibi hissettiğini anlatıyor. Gündelik hayata alışması Mustafa’nın bir haftasını almış: “İlk gittiğim günlerde su ve elektriğe erişim kısıtlıydı ancak daha sonra düzenli hale gelmeye başladı. İki ya da üç günde bir bombalama oluyordu.“

Ailesi Mustafa’yı geri getirmek için İstanbul’da bir avukat tutmuş ama avukat da elinden bir şey gelmeyeceğini belirtip işin peşini bırakmış. Artık geri dönemeyeceğine inanan Mustafa, Azez’de iş aramaya başlıyor: “İnşaatlarda iş var ama 16 saat inşaatta çalışsan bile günlük kazancın 20 TL. O parayla geçinmek imkansız.“ Başka bir şehre gitmenin de mümkün olmadığını söyleyen Mustafa, Suriye rejiminin kontrolde olduğu yerlerde güvenliğinin olmadığını vurguluyor: “Daha önce rejim için askerlik yapıyordum ve bıraktım. Bu, en ağır suçlardan biri. Rejim kontrolünde bir yere gidersem tutuklanırdım.“

Mustafa'nın Esad kontrolündeki bölgelere dönmekle ilgili kaygıları da önemli bir soruna işaret ediyor. “Saygınlık, Kardeşlik, Sosyalleşme Derneği“nin geçtiğimiz hafta yayınladığı rapor, Esad kontrolündeki bölgelere dönenlerin ciddi hak ihlallerine maruz kaldığını ve bu kişilerden yüzde 63'ünün yeniden kaçmanın yollarını aradığını gösteriyor. Geçmişte rejim ordusunda savaştıktan sonra muhaliflerin saflarına katılan kişilerin yeniden rejim ordusuna alındığı ve tehlikeli cephelere gönderildiği bilgisinin yer aldığı raporda, bu insanlardan çoğu zaman bir daha haber alınamadığı belirtiliyor.

„“Yaşanalar politik bir oyundan ibaretti“

Mustafa, savaşmak istemese de para kazanmak için Suriye Milli Ordusu’na katılmayı bile düşünmüş. 2012 yılında Esad rejiminin ordusunu terk ettikten sonra, bir süreliğine o zamanki ismi Özgür Suriye Ordusu olan örgüte katıldığını anlatıyor. Cep telefonunu çıkarıp başında bandaj, üzerinde askeri kıyafetler olan bir fotoğrafını gösteriyor. Savaş sırasında vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandıktan sonra ordudan ayrıldığını ifade ediyor: “Yaşananlar politik bir oyundan ibaretti. Bunun bir parçası olmak istemedim.“

Şiddetin giderek artmasıyla 2014 yılında Türkiye’ye kaçan Mustafa, şimdi beş yıl sonra bir kez daha aynı ikileme düşüyor: Suriye Milli Ordusu'na katılıp savaşmak, ya da Türkiye’ye göç etmek. İki buçuk ayın ardından bir kaçakçıya 550 dolar veriyor ve yeniden Türkiye’ye geliyor. Sadece kendisinin değil, Azez’de tanıştığı pek çok kişinin Türkiye’ye dönmek istediğini söylüyor: “Oradaki çalışma ve yaşam koşullarının Türkiye’den daha kötü olduğunu görenler geri dönmenin yollarını arıyor.“

Türkiye’nin 9 Ekim’de Suriye’nin kuzeyinde başlattığı ve geçtiğimiz günlerde Rusya ile varılan mutabakatın ardından şimdilik sonlandırdığı “Barış Pınarı Harekatı“ da Türkiye’deki Suriyeliler ile ilgili tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı. Operasyon sırasında öne sürülen, Fırat'ın doğusunda 32 km derinliğinde oluşturulması planlanan güvenli bölgeye yaklaşık bir milyon Suriyelinin gönderileceğine yönelik haberler toplumun büyük bir kısmında Suriyelilerin Türkiye’den gideceği beklentisini yarattı.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum 22 Eylül’de Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada, güvenli bölgede 5 bin nüfuslu 140 köy ve 30 bin nüfuslu 10 ilçe oluşturmayı planladıklarını aktarmıştı. Rusya ile varılan anlaşmanın ardından şu an için bu projenin siyasi ya da finansal olarak nasıl hayata geçirilebileceğine dair somut bir yol görünmüyor. Ancak Türkiye’de yaşayan her Suriyeli, böyle bir projenin gerçekleşme olasılığını düşünmek zorunda.

„Avrupa ülkeleri göz yumacak“

Mustafa’nın eşi mutfakta akşam yemeği hazırlıkları ile meşgul. Çocuklar, babalarının uyarısına rağmen kapıyı açıp konuşulanları dinlemeye çalışıyorlar. Tütün sarmaya devam eden Mustafa’nın artık ileriye bakması lazım. Normal koşullar altında Suriye’nin kuzeyinde kurulması planlanan güvenli bölgeye gitmek isteyeceğini söyleyen Mustafa, bu planın en az 2-3 yıl süreceğini düşündüğünü belirtiyor. Elbette konuyla ilgili pek çok belirsizlik var: “Oraya yerleşenler kirada mı oturacak, işleri olacak mı? Bunlar belirsiz. Hükümet gönüllü geri dönüşten bahsediyor ama ona da inanmıyorum. Bugün bir şey söyleyip, yarın başka bir şey yapıyorlar“.

Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği kurucu üyesi Didem Danış, hükümet yetkililerinin açıklamalarındaki istikrarsızlığın mülteciler arasında ciddi bir tedirginlik yarattığını söylüyor. Suriye’deki güvenli bölge fikrinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu söyleyen Danış, buna rağmen bunu ihtimallerin dışında tutmuyor: “Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, yasallığın üzerinden çok hızlı atlanabiliyor. Görünen o ki, Türkiye tarafından Suriye topraklarında güvenli bölge benzeri bir yer inşa edilecek ve Avrupa da buna göz yumacak.“

Gönüllü bir geri dönüşün cazip hale gelmesi için öncelikle söz konusu bölgede güvenliğin tesis edilmesinin, ekonomik ve sosyal alanların yeniden inşa edilmesi gerektiğini vurgulayan Danış, “Geri dönüşü bu şekilde gönüllü yapabilmek, oldukça zor gözüküyor. Dolayısıyla gönüllü geri dönüş için Suriye’de çekici faktör yaratamıyorsanız, iş itici bir faktör yaratmaya kalıyor. Bu da Suriyelilerin Türkiye’de kalmalarını olabildiğince zorlaştırmak anlamına geliyor“, ifadelerini kullanıyor. 30 Ekim’den itibaren, mültecilerin Türkiye’den ayrılmalarını teşvik etmek için her türlü baskı ve zorluk yapılacağını belirten Danış, “Suriyeliler için durum çok daha zorlaşacak. Çünkü destek alabilecekleri hiç kimse yok.“ diyor.

Hem güvenini hem de umudunu yitirmiş olan Mustafa, daha önce aklından geçirmediği bir fikrin planını yapıyor: Avrupa’ya gitmek. Savaşın bu kadar uzayacağını düşünmediğinden şu ana kadar Avrupa’ya gitmeyi düşünmediğini söyleyen Mustafa, “Şimdi artık burada da kaçak durumdayım. Bu nedenle daha iyi bir yaşam için Avrupa’ya gitmeyi deneyeceğim,“ diye konuşuyor. Mustafa, başıyla çocuklarını işaret ederek Avrupa’daki eğitimin kalitesinden bahsediyor: “Hedefim ilk etapta Almanya. Kaçakçılarla konuştum. Tüm ailem için yaklaşık 4 bin dolar biriktirmem gerekiyor.“

Avrupa’ya kaçak yollarla girmeye çalışmanın oldukça riskli olduğunun farkında olan Mustafa, Türkiye’de de risk altında olduğunu belirtiyor: “Her an evi basacaklar ve beni alıp götüreceklermiş gibi geliyor. Burada da hiçbir hakkım yok. Kimse bizi istemiyor. “

* İsim redaksiyon tarafından değiştirilmiştir.

MERAL CANDAN, 2019-10-31
GERI
YAZAR HAKKINDA