İstanbul Havalimanı, 6 Nisan'dan itibaren tam kapasite hizmet vermeye başlıyor.
taz.gazete, İstanbul Havalimanı'nı mercek altına aldığı dosyada bu projenin insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini inceliyor.

Daha fazla okumak için:
taz.atavist.com/istanbul-havalimani

Elektrik kesintilerini protesto eden çiftçiler, 16 Temmuz günü İpek Yolu'nu trafiğe kapattı

„Çiftçi tarımı niye sürdürsün?“

Türkiye’nin tarımsal üretim dengesinin yaşadığı bozulmayı ve bunun sebeplerini Prof. Dr. Bülent Gülçubuk ile konuştuk.

BATUHAN SARICAN, 2020-07-23

Türkiye, son 18 yılda Belçika’nın yüzölçümüne denk düşen büyüklükteki kullanılabilir tarım alanını kaybetti. Güven ve kazanç kaybı yaşayan çiftçi, kırdan kente göç etmek zorunda kalırken TÜİK'in verilerine göre 3 milyon 300 binden fazla çiftçi tarımsal üretimi bıraktı. Üretime devam eden çiftçiler ise yüksek su ve elektrik maliyetleri nedeniyle zor durumda. Türkiye’nin tarımsal üretim dengesinin yaşadığı bozulmayı ve bunun arkasındaki politik sebepleri Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden Prof. Dr. Bülent Gülçubuk ile konuştuk.

taz.gazete: Geçtiğimiz hafta Urfa'da, daha öncesinde ise Mardin ve Konya'da, faturalarını ödeyemedikleri için elektrikleri kesilen ve ekimleri zarar gören çiftçiler eylemler düzenlediler. Bu protestoları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bülent Gülçubuk: Bu eylemler, elektrik dağıtımında özelleştirme uygulamaları sonrasında belirdi. Tarımda elektrik ücretinin şehir şebeke fiyatı üzerinden hesaplanıyor olması çiftçinin yaşam maliyetini artırıyor. Bu huzursuzluklara engel olabilmek için elektrik ve akaryakıt maliyetlerini düşürmek lazım. Tarımsal sulamada enerji destekleri uygulanmalı. Tarımda suyu, sulama kaynaklarından tarla ve bahçelere götüren devlet, elektrik ve akaryakıtta maliyeti en azından ürün fiyatlarına endekslemeli. Daha kapsamlı bir çözüm önerisi olarak da tarımda yenilenebilir enerji yaygınlaştırılmalı ve çiftçi örgütleri ve kooperatifleri üzerinden çiftçilere enerji olanakları sağlanmalı.

Çiftçileri zor durumda bırakan özelleştirme politikaları ne zamandır sürdürülüyor?

Enerji alanına özel sektörün dâhil olabilmesi yönünde ilk adımın atıldığı 2705 sayılı Kanun Eylül 1982’de yürürlüğe girdi. TEK ve DSİ’nin santral kurma konusundaki öncülükleri kaldırıldı. Enerjide özelleştirmeler başladı. Bununla birlikte 2000’li yıllarda özelleştirmeye dayalı neoliberal politikalar, devletin elini tarımdan çekmesi ve çiftçinin satış güvencesini kaybetmesi, girdi maliyetinin artması, dolayısıyla reel gelirinin azalması, Türkiye’nin tarımsal momentumunu kaybetmesine yol açtı. Çiftçi, kazanç sağlayamadığı yerde tarımı niye sürdürsün ki? Bu yıllar, hem tarımda serbest piyasa kurallarının acımasızca uygulandığı, hem de tarım toprakları ile doğal varlıklar üzerindeki baskının en fazla olduğu dönem oldu. Arazilerin ve meraların amaç dışı kullanıma açılması, bilinçsiz kentleşme, plansız sanayileşme, orman ve su varlıklarının ticarileştirilmesi ve son olarak da 2012’de Resmî Gazete’de yayımlanan 6360 Sayılı Büyükşehir Yasası ile tarımsal momentum tamamen dağıldı ve bozuldu.

Bahsettiğiniz yasa nedir, tarımı niçin bu kadar olumsuz etkiledi?

Foto: özel
Prof. Dr. Bülent Gülçubuk

Bu yasa kapsamında bütün köyler, mahalle statüsü aldı. Bu dönüşümle birlikte çiftçiler, elektrik su gibi altyapı hizmetlerinde daha yüksek maliyetlerle karşılaştılar. Eskiden köy tüzel kişiliğine ait olan tüm taşınmazlar, belediye ve mülki idarelere devredildi. Çiftçinin yaşam maliyeti arttı. Burada yaşam maliyetinin artmasından kastımız, başta su olmak üzere bütün hizmetlerin ücretlendirilmiş olması. Köy içi yerlerin kentsel arsa statüsüne dönüşmesiyle çevre ve temizlik vergileri geldi. Yani çiftçi, daha önce ödemediği tutarları ödemeye başladı. Hal böyle olunca da kırdan kopmalar yaşandı.

Çiftçilerin kırdan kente göç etmesinin başka ne gibi sebepleri var?

Özel sektör piyasaya hâkim olmadan önce devlet, çiftçinin ürününü taban fiyat koyarak alıyordu. Yani çiftçiye güvence veren bir üretim planlaması yapıyordu; ne kadar ektirecek, ürünü ne zaman alacak, ne kadar hasatta bulunacak bunların hepsini planlıyordu. Çiftçi şimdi tamamen özel sektörün kendine dayattığı koşulları kabul etmek durumunda kalıyor. Sözgelimi, çiftçi, “ben 1 kilo buğday ile 1 litre mazot alabiliyordum, şu anda 6 veya 6,5 kilo buğday ile bunu alabiliyorum.“ diyor. Dolayısıyla geliri düşen çiftçiler göç etmek zorunda kalıyor.

Geldiğimiz noktada Türkiye’de tarımın bugününü nasıl tanımlarsınız?

Bir yanda özel sektörün baskın olduğu, diğer yanda ise devletin her alanda bulunmak istediği bir durum var. Fakat gerçek olan şu ki arz-talep, tamamen serbest piyasa koşullarına göre biçimleniyor. Sürdürülebilir üretim planı yapılmıyor. Tarımsal ilaç ve makinelerde de hemen hemen tamamen yabancı şirket hâkimiyeti var ve bunlar aynı zamanda tekel veya birkaç oyuncunun yer aldığı oligopol durumundalar. Tohumculukta da özel sektör egemen ama yerli ve yabancı firmalar birlikte işlem yapıyor. Devlet ise nadiren, daha çok gerekli gördüğü durumlarda fiyatlara ve üretime müdahale anlamında devreye giriyor.

Tarımsal üretimde kayıp yaşamayan birçok ülke varken Türkiye’de sistem niçin sorun yaratıyor?

Bunu Türkiye’deki çiftçiyi koruyacak etkin bir üretim planlaması olmamasına bağlayabiliriz. 2001 yılında çıkarılan tütün ve şeker yasalarının bugün neden olduğu sonuçlar, bu durumu iyi anlatıyor. Tütün örneğiyle açıklayalım: 2001’de tütün yasası çıktıktan sonra tütün ithalata açıldı ve özel sektör burada etkin olmaya başladı. Burada sorun şu: Özel sektör, bir yandan tütünü üreticiden düşük fiyatla sözleşmeli olarak alıyor, diğer yandan da belli kotalarda yurt dışından getiriyor. Üstelik yasa gereği tütün üretiminde de kota var; dolayısıyla ekim ve üretim alanları gün geçtikçe daha da daralıyor.

Bunun somut bir örneğini verebilir misiniz?

Mesela Adıyaman… 2009 yılına gelindiğinde Adıyaman’daki Tekel fabrikası bu sebeple kapandı. O fabrikada yaklaşık 4 bin kişi çalışıyordu. Geçiminin %90'ını tütünden sağlayan çiftçi de tütünün yerine alternatif ekonomik gelir sağlayacak bir ürün konmayınca üretimden kopmak durumunda kaldı. Sonuç olarak Tekel’in de kapatılmasından sonra üreticilerin üçte biri tütün ekimini bıraktı ve göç etti. Adıyaman’ın kır-kent nüfusu dengesi bozuldu. Öyle ki son 20 yıl içinde yirmi binin üzerinde insan kırdan kente göç etti.

Şeker yasasında da benzer bir durum olduğunu söylediniz. Bu yasalar, üreticide niçin güven kaybına neden oldu?

Çiftçiler için şeker pancarının önemi, satışının güvence altında olmasıdır. Yani çiftçi, ürettiği ürünün alınacağını bilir; bu da üretimine bağlılığı artırır. Durum böyle olduğu için de çiftçi der ki “ben buğday yetiştirip risk alacağıma şeker pancarı yetiştirir reel gelirimi güvence altına alırım.“ Tütünde de benzer bir güvence vardı. 2001 yılında çıkan şeker ve tütün yasalarıyla birlikte bu ürünlerin üretimi serbest piyasaya açılınca bu sefer özel sektör devreye girdi. Bu durumda tütün çiftçilerinin sayısı üç yüz elli bin, şeker pancarı çiftçisinin sayısı ise üç yüz yirmi üç bin civarında azaldı. Tütün ve şeker pancarındaki üretim miktarları da yarıya yakın oranda düştü.

COVID-19 salgını, küresel tarım ve gıda sisteminin ne gibi temel eksik ve aksaklıklarını gündeme getirdi?

Mevcut küresel tarım ve gıda sistemi; geleceği planlamayan, tamamen mukayeseli üstünlüklere dayalı, tedarik zincirlerindeki olası aksaklıkları kestiremeyen, gıda egemenliklerini tehdit eden bir halde iken salgına yakalandı. Salgın tüm dünyada beslenme ve gıdada “kendine yeterlilik“ konusunda tarihte eşine az rastlanır bir korku ve kaygı yarattı. Dünyadaki hiçbir şeyin, insanların ve tüm canlıların beslenmesinden ve yaşamını sürdürmesinden daha önemli olmadığını gösterdi. Serbest piyasa koşullarına göre biçimlenen küresel tarım ve gıda sistemi, tamamen piyasa koşullarına göre biçimlenen arz-talep ortamının yarattığı sorunlara göğüs germekte zorluk yaşadı. Sistem bunları önceliği olarak ele almazsa ve sürdürülebilir kullanım ortamını yaratmazsa ortak geleceğimiz daha fazla belirsizliklerle karşılaşacak.

BATUHAN SARICAN, 2020-07-23
GERI
YAZAR HAKKINDA