Cizre'de sokağa çıkma yasakları boyunca, ilçede yer alan az sayıdaki haber kaynağından biri olan HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ile görüştük.
Faysal Sarıyıldız: Partimizin görevlendirmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti'nde tanıklık ettiğim insanlık ve savaş suçlarını dünyaya anlatma amacıyla, Mayıs ayında Avrupa'ya geldim. Fazla kalmadan dönecektim, fakat geldikten sonra bana ilişkin de tutuklama kararı çıkarıldı ve bunun üzerine partimizden burada kalmam yönünde karar çıktı. Cizre'de işlenen insanlık suçları ile ilgili bir dosya hazırlayıp Birleşmiş Milletler'e (BM) sunacağım.
Değil. Hakkımda yasal dayanağı olmayan bir tutuklama kararı var; hedefi de bu çalışmanın engellenmesi.
Buraya gelmeden önce büyük travmalar yaşıyordum. Şahit olduklarımı dünyanın yüzüne çarpmak istiyordum, çok öfkeliydim.
Avrupa'ya insanların üzerime sinmiş yanık kokuları ile geldim. Cizre'de sokağa çıkma yasakları boyunca 143 insanımız diri diri yakıldı. Bu olay gerçekleşmeden önce adres bilgilerini BM, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği (AB) gibi uluslararası iradelere ilettiğimiz halde önüne geçilmedi. Bu yüzden öfkeliydim.
BM'nin tepkisizliğine dayandığını düşünüyorum. Erdoğan'ın kendileri açısından bir tehlike haline geldiğine kanaat getirdikten sonra, BM'nin İnsan Hakları Komisyonu Sorumlusu Zeyd Raad Hüseyin geç kalınmış bir açıklamada bulundu, “Cizre'de yüzün üzerinde sivilin yakıldığına dair elimizde ciddi emareler var“ dedi. Bununla ilgili olarak heyet oluşturmak, Türkiye'de inceleme yapmak istediklerini duyurdu fakat talepleri engellendi.
Bu, bir bakıma oradaki suçların itirafıdır. Avrupa ve diğer güçlerin Türkiye ile ilgili bir yanılgı içerisinde olduğunu düşünüyorum. Birçok insan Avrupa'ya gelecek milyonlarca mülteciye dair sıkıntı belirtiyor, bunun güvenlik riski oluşturacağını düşünüyor. Kontrolden çıkmış bir IŞİD'e karşı hazır değil Avrupa. Oysa çözüm Erdoğan'ın şantajlarına karşı sessiz kalmak değil, yaptırım uygulamak.
Kürdistan'da yaşanan savaş ve insanlık suçları açığa kavuşturularak suçluların yargılanması için, BM ve AB elindeki zorlayıcı tüm mekanizmaları kullanmalı.
IŞİD'i besleyen ideoloji ile Erdoğan'ın iktidarını oluştururken başvurduğu argümanlar aynı. Türkiye'ye gelen paralı asker ve polisler operasyona çıkmadan önce “Allahu ekber“ tekbirleri getiriyor, bunları sosyal medyada paylaşıyor, evlerin duvarlarına Allahu ekber yazıyorlar. Bu cihatçı bir motivasyondur. İnsanlarımızın bodrumlarda diri diri yakılması pratiğini en son IŞİD'in yaktığı Türk askerlerinde gördük. Dolayısıyla halkımız bunu derken haklıydı.
An itibariyle parti teşkilatlarımızın neredeyse yüzde 95'i mahpus ve bir kısmı da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Geri kalan yüzde 5'i de alınmaya başlanıyor. Sokağa çıkma yasakları esnasında yıkılan ilçe teşkilatlarımızı yeniden açmak isteyen arkadaşlarımız da göz altına alındı. Etki alanımız elbette oldukça daraltıldı.
Ben böyle bir denklemin doğru olmadığını düşünüyorum. PKK'ye sempati duyan birçok insan aynı zamanda bizim de seçmen tabanımız, ama biz farklı bir yapıyız ve mücadelemizi legal siyaset yöntemleriyle yapıyoruz.
Bu konuda eskisi kadar iyimser olamıyorum, ama çözüm süreci dışında bir şansımız olmadığını düşünüyorum. Erdoğan işlediği suçların sonuçlarından korktuğu için iktidarını barışın üstünde tutuyor.
HDP'ye yönelen bu öfke, kitlelerin çaresiz hissettiğini ve ne derece manipüle edildiklerini gösteriyor. Türkiye bir ulus devleti ve temelleri ırkçılık ve Sünni dinciliğe dayanıyor. Böylesi zamanlarda Erdoğan şehit edebiyatı ve ölüm güzellemeleri yaparak, düşman algısını diri tutarak kitleleri etrafında topluyor.
Birçok insan demokratik siyasetin artık mümkün olmadığını, vekil alınsa dahi sonunun cezaevi, baskı ve katliam olduğunu ve mevcut sisteme karşı silahlı yöntemlerle mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyor. İşin bu boyutu asla konuşulmuyor. Tek konuşulan boyutu HDP'ye karşı yöneltilen suçlamalar.
Evet, HDP olarak silaha bulaşmış bi parti değiliz, bulaşmayı da düşünmüyoruz. Kürtler neredeyse 30 senedir Meclis'te demokratik siyaset yürütüyorlar. 90'lardan bu yana aynı suçlamalarla karşı karşıyayız ve buna rağmen yüzde 13 oy aldık.
7 Haziran'dan sonra meydanı AKP'ye bu kadar bırakmayacaktık, ona bu savaş imkanını sunmayacaktık. Çok daha fazla çabalamalı, onları çok daha yoğun bir tempoyla teşhir etmeliydik. Bunun yanı sıra, halkımızın AKP vahşetine karşı oluşan öfkesini, doğru eylemsel çizgiye kanalize etmekte yetersiz kaldığımızı düşünüyorum.
Oldu, henüz arkadaşlarımız tutuklanmamışken özellikle Almanya'nın sol siyasi partilerindeki dostlarımızdan bize ulaşanlar oldu. Selahattin Başkan ve diğer vekil arkadaşlar tutuklandıkları zaman birkaç heyet Türkiye'ye gitti ama cezaevlerinde arkadaşlarımızı ziyaret etmeleri engellendi. Yeşiller'den, Die Linke'den ve SPD'den duruşmalara gideceğini belirten arkadaşlar da oldu.
Şu anki kaosun temel sorumlularından biri, CHP ve Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'dur. Dokunulmazlıklarımızın kaldırılmasına yol açıp şu anki süreci başlatmıştır. Ama bu CHP'nin içinde siyaset yürüten tüm vekillerin aynı düşündüğü anlamına gelmiyor. O zaman CHP'deki bazı arkadaşlar, dokunulmazlıklar kararının onlara danışılmadan verildiğini söylemişti.
İnsanız ve ağır itham ve iftiralar karşısında zorlanıyoruz. Ancak bu mecraların yayın politikaları yalanlar üzerine kurulu. Yaşanan savaş suçlarının ağırlığının yanında bize dönük saldırıları hafif kalıyor. Halkımız da artık bu iğrenç iftiralara itibar etmiyor.
Hayır. Buradaki kurumlarımıza yönelik tehditler oldu. Türkiye'nin buraya yüzlerce istihbarat ve ölüm unsurunu gönderdiğini biliyoruz. Ama şahit olduklarımdan sonra bireysel kaygıları düşünemiyorum. Ne olursa olsun gerçekleri anlatmaya devam edeceğim.