‚Baskının alanları değiştikçe, arttıkça, ona karşı vereceğimiz tepkiler ve eylemler de değişip dönüşmek zorunda.‘
Pembe Hayat Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transeksüel (LGBTT) Dayanışma Derneği’nin düzenlediği KuirFest, LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılığa ve şiddete dikkat çekerken, son altı yıldır Türkiye’de kuir teorinin ve sanatın konuşulmasına, tartışılmasına da olanak yaratan bir film festivali. Esra Özban da bu filmleri kendilerine özel bir festival dahilinde izlememizi sağlayan KuirFest’in organizatörlerinden.
Daha öğrencilik yıllarında gönüllü olarak birçok festivalde çalışmaya başlayan Esra, kendini bir sinema insanı olarak tanımlıyor. Festival organizasyonunun yanı sıra yazıyor ve çekiyor. KuirFest’in gelecek programı için seçki hazırlamak ve sinemacılarla bir araya gelmek için bu sene yine Berlinale’deydi. 14 Şubat’ta Barış için Sinemacılar’ın Berlinale Film Market’te gerçekleştirdikleri eylemin de bir parçası olan Esra’yla KuirFest’ten, Berlinale’den, Türkiye’de yaşanan sansür ve LGBTİ mücadelesinden konuştuk.
Esra Özban: Bu sene KuirFest'in 6.sını düzenledik. KuirFest 2011 yılından bu yana, Türkiye'nin ilk trans derneği olan Pembe Hayat bünyesinde yapılıyor. Beşinci senesinden itibaren beş şehir gezmeye başladı. Bu sene James Baldwin için özel bir bölüm hazırladık. Her sene farklı festivallerden programları konuk ediyoruz. Bu seneki konuğumuz İskoçya'dan Glitch Film Festivali'nden bir programdı. Glitch, Britanya'nın ilk ‚queer-trans-intersex people of colour’ festivali. ‘People of colour’ Türkçe'ye beyaz olmayan olarak çevrilse de, aslında egemen olmayan tüm ırkları bir araya toplayan bir terim.
İki senedir devam eden bir kısa film yarışmamız var. Her sene olduğu gibi bu sene de Gökkuşağının Altında bölümümüz vardı. Bu bölümde, dünya festivallerinde ödül almış uzun metraj LGBTİ filmlerini bir araya getiriyoruz. Her sene devam eden Kuir Belgeseller ve Türkiye'den filmlere yer verdiğimiz Ğ bölümü var. Bu sene Ğ kapsamında Diren Ayol'u gösterdik ve Gacı Gibi'nin prömiyerini yaptı. Bunun yanı sıra, Türkiye'den Kısalar seçkisi yapmak bizim için çok önemliydi. Tüm o filmleri bir araya getirip aslında Türkiye'den bu dönemde nasıl LGBTİ anlatıları çıktığını ve kendini temsil etme halinin nasıl oluştuğu hakkında tartışma fırsatımız oldu.
Arşiv-i Lubun diye bir seçki hazırladık. Bu seçki aslında bir süredir düşündüğümüz kuir arşivler nasıl olmalı, biz toplumsal belleğimizi nasıl yaratıyoruz, arşivleme neden önemli ve bu arşivleme pratiğinin etkileri gibi soruları cevaplamak adına faydalı oldu. Çünkü devlet arşivleri genellikle fişleme üzerine ve tabii ki dışında bıraktığı gruplar vardır, LGBTİ de bunlardan sadece biri. İstanbul ve Ankara ayaklarından sonra şimdi Mart ve Nisan aylarında Denizli, Diyarbakır, Mersin ve Çanakkale'ye gideceğiz.
Berlinale hem endüstri hem de kuir festivaller için çok önemli bir toplanma noktası. Dünyadaki çok farklı festivallerle bir araya gelip hem festivalciliği hem programcılığı konuşma fırsatı buluyoruz. Aynı zamanda Teddy bölümündeki filmleri takip edip bir sonraki senenin programını hazırlamaya başlıyoruz. Teddy, LGBTİ-Queer filmlerinin bir araya geldiği bir bölüm ve Teddy ödülü LGBTİ filmleri için verilen en büyük ödüllerden biri.
Devlet aslında bizi bire bir sansürlemiyor ama sürekli sansür aracı olarak kullandığı şeyler var. Mesela gümrük ve izin belgesi. LGBTİ oyuncu ve sanatçılara yönelik sansür de gün geçtikçe her alanda olduğu gibi artıyor. Artık özellikle dizi sektöründe, yani transların görünebildiği alanlarda çok büyük bir gerileme söz konusu. Muhalif olabilecek ya da toplum normlarını iktidarın isteğinin dışında temsil edilebilecek hiçbir şeyi artık televizyonda göremiyoruz.
Dizilerde sürekli şiddeti ve kadınların üzerindeki baskıyı izliyoruz. Gay kelimesinin bile marjinalleştirildiği, hiçbir şekilde kullanılmadığı ve bir şekilde tarafını belli eden herkesin televizyon sektöründen dışlandığı bir dönemden geçiyoruz. Özellikle Gezi'den sonraki Onur Yürüyüşü ile beraber LGBTİ eylemleri belli bir noktaya gelmişti. Gerçekten Türkiye'de hiç olmadığı kadar toplumsallaşabilmişti diyebiliriz. Keza bu görünürlük ve eylem hali ondan sonrasında da devam etti. Önceki sene yürüyüşe saldırı oldu, geçen sene de izin verilmediği için insanlar da dağılarak bir eylem gerçekleştirdiler.
Kuir mücadelenin en önemli tarafı da bu. Baskının alanları değiştikçe arttıkça ona karşı vereceğimiz tepkiler ve eylemler de değişip dönüşmek zorunda.
Barış için Sinemacılar'ın burada bir araya gelmesi, Berlinale’de bir ses çıkartması önemliydi. Bu sene aslında Türkiye'den sadece bir film olsa da, burada birçok sinemacı bir araya geldi. Türkiye'de Kültür Bakanlığı dışında alternatif fonlar zaten pek yoktu. Olanlar da giderek azaldı. Dolayısıyla buradan film yapmak isteyenler için Berlinale ve Film Marketi özellikle önemli bir alan.
Buradaki insanlara Türkiye'deki durumun ne olduğunu anlatmak istedik. Kültür Bakanlığı'nın parası şu an nereye gidiyor? Nasıl filmler üretiliyor? Geçtiğimiz senelerde Berlinale'ye gelebilen filmlere ya da festivallere ayrılan bütçelerin bir kısmı şu anda gerçekten iktidarın ideolojisini yansıtacak filmlere ve festivallere doğru akmaya başlamış durumda ve bunları hem ulusal hem uluslararası alanlarda konuşmak önemli.
Eylem biraz durumun aciliyetini ve barış çağrısını yenilemek üzere yapıldı. Baskının, şiddetin, sansürün ve ihraçların ne kadar arttığına ve bizim başta ne söylediğimize dair sözümüzü sürekli olarak yinelememiz gerekiyor. Biz barış istemiştik ve onun yanındayız. Ve umuyorum ki, burada bir araya gelinen eylemle beraber sonrasında da Barış için Sinemacılar Berlin'de, Cannes'da, İstanbul'da, Ankara'da eylemlerini devam ettirmeye, sözlerini söylemeye, bu konudaki durumu aktarmaya devam edecekler.
Türkiye'yle buraları karşılaştırmak bana çok mantıklı gelmiyor. Her yerin kendi bir gerçekliği var. Ve orada belli alanlarda tabii ki, kuir ve LGBTİ bireyleri hayatlarını devam ettiriyorlar. Bir yerde bir yerdekinden kolay görünüyor olabilir, yasal olarak da öyle olabilir ama var olduğumuz yerlerde mücadele etmeye devam edeceğiz. Tabii ki bir noktada hepimizi sokakta rahatça yürümeyi ve şiddetin azalmasını isteriz. Bunun için de mücadele ediyoruz.
Buranın gerçekliği içinde de eminim kuir bireylerin yaşadığı sorunlar vardır. Dolayısıyla tüm bu illüzyona da çok takılmamak gerekiyor. Burada da bildiğim kadarıyla özellikle kuir mültecilerinin yaşadıkları sorunlar, beyaz ve Avrupalı olmayan kuirlerin durumu var ve dolayısıyla burası oradan daha iyi demek değil, her yerin kendi özelinde kendi sorunları ve kendi mücadele koşulları var.