İstanbul Havalimanı, 6 Nisan'dan itibaren tam kapasite hizmet vermeye başlıyor.
taz.gazete, İstanbul Havalimanı'nı mercek altına aldığı dosyada bu projenin insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini inceliyor.

Daha fazla okumak için:
taz.atavist.com/istanbul-havalimani

Dayanışma açık alanda sürmeli.

Sokaklarda olmalıyız

Brüksel'de LGBTİ hakları yasalarla korunuyor. Ama aktivizm kapalı kapılar ardında yapılan etkinliklerden öteye gidememiş. AB başkentinden gözlemler.

MICHELLE DEMISHEVICH, 2017-06-09

Geçen ay „Uluslararası Homofobi ve Transfobi Karşıtı Günü“ (İDAHOT) kapsamında düzenlenen bir etkinliğe katılmak üzere Brüksel'e gittim. Belçika Federal Hükümeti Genel Sekreteri Zühal Demir ile aynı sahneyi paylaşmak son derece heyecan vericiydi. Ay ne kadar güzel ve seksi bir kadın, Google'dan bir bakın, ayol çok kıskandım yani.

Brüksel'de hemen hemen her resmi kurumun önünde göndere çekilmiş olan gökkuşağı bayrağını görmek beni çok mutlu etti. Buraya gelmeden önce İstanbul'daki Belçika Konsolosluğu’nda yaşadığım olumsuz durumu bile unutturdu. Ama ona sonra geleceğim.

Bonjour Madame

Waffel, çikolata ve birasıyla meşhur olan Belçika'da göze çarpan ilk şey insanların son derece kibar ve güler yüzlü olmalarıydı. “Bonjour“, „merci“, „pardon“ gibi kelimeleri sıkça kullanan Brükselliler birbirlerine de “Madame“ ve „Monsieur“ diye hitap ediyordu. Ancak Brüksel’in tarihi meydanı olarak bilinen Grande Place çok da temiz değil ve maalesef – üzülerek söylüyorum – sidik kokuyordu.

Resmi dilleri Fransızca, Flemenkçe ve Almanca olan Belçika'nın başkenti Brüksel'de gördüğüm kadarıyla her milletten ve her ülkeden insanlar bir arada barış içinde yaşıyor. Brüksel’in erkek polisleri çok seksiler. O kadar seksiler ki, polis merkezinin önünden geçerken “Arrest me please!“ („Lütfen beni tutukla!“) diye bağırmaktan kendimi alıkoyamadım. Polislerin tepkisi ise sadece tebessüm etmek oldu.

Bu arada Brüksel Belediye Başkanı Yvan Mayeur’den bir ricam olacak. Monsieur Mayeur, tren bilet ücretleri çok pahalı, lütfen biraz indirim yapınız.

‚Neyi abarttı acaba??‘

Uyarı: „Her şey çok güzel yine gelecek ben“ tadında bir yazı olamayacak bu maalesef. Çünkü seyahatin İstanbul ayağında başlayan absürd olaylar beni biraz üzdü. Konsolosluk sayesinde mevcut Belçika Hükümeti'nin LGBTİ politikasının ne derece ‚trans dostu‘ olduğuna bizzat tanık oldum. Şimdi İstanbul'da bazı meslektaşlarım „Michelle yine neyi abarttı acaba??“ şeklinde bir yorum yapacak ancak biz feministlerin şiddeti yerinde ve tam olarak tanımlayabildiğimizin altını kalın kalın çizmek lazım.

Erkek bir „muhalif“ gazeteci, Konsolosluğa vize başvurusunda bulunduğunda Konsoloslukta en iyi şekilde ağırlandığını, kahveler içildiğini ve Konsolos tarafından kapıya kadar eşlik edilip uğurlandığını duyuyoruz. Bunları istediğimden ya da aynı muamelenin bana da yapılması gerektiğinden bahsetmiyorum bile.

Ancak ben bir gazeteci olarak Konsolosluğa vize işlemlerim için gittiğimde bina girişinde görevli erkek polis memurunun büyük demir kapıyı ‚azıcık‘ aralayıp çokça tedirgin bir şekilde ve ayaküstü sorgularmışçasına bir üslupla benimle konuşması, elektronik posta üzerinden beni davet eden yetkili kişinin de beni huzuruna kabul etmemesi „azıcık“ garip geldi.

10 günlük vize

LGBTİ çatı örgütü Cavaria ve Flaman Hükümeti'nin ortak düzenlediği etkinliğe „özel konuk“ olarak davet edildiğimi gösteren bir yazı olmasına karşın Konsolosluğun ısrarla benim banka hesaplarımın dökümünü istemesi ve uçuşuma bir gün kala geç saatte pasaportumun teslim edilmesi gibi abuk sabuk bir ritüele maruz kaldım. Bir de bu yetmiyormus gibi, baktim, Schengen vizem sadece 10 gün gecerli. „Bazı“ meslektaşlarımıza 10 yıllık vize veriliyor.

Şimdi hal böyleyken, Belçika Başbakanı Charles Michel'in twitterdan takip ettiği bir gazeteci olarak, bu 10 günlük vize olayının altını nasıl okumalıyım acaba?

Konsolosluğun bu yakışıksız tutumuna rağmen Zuhal Demir ve Flaman Brabant Hükümeti bakanlarından Tie Roefs ile birlikte Brüksel ve Löwen'de feminizm, ekoloji ve LGBTİ konularında karşılıklı görüş paylaşmak çok keyifliydi.

Transkadınlar görünmüyor

Roefs, özellikle kadın, ekoloji, LGBTİ ve basın özgürlüğü konularında çalışmalar yürüten bir kadın politikacı. Kadınların hayatın her alanında fark yaratabileceğine ilişkin en güzel örnek isimlerden birisi. Roefs'un özel danışmanı ve Yeşiller Partisi üyesi Jo Fobelets ile de Brüksel ve Löwen'de yaşayan trans topluluğunu ve onların sorunlarını konuştuk.

Brüksel ve Löwen'de dikkatimi çeken en önemli şey sokaklarda hiç translara rastlamamış olmamdı. Özellikle trans kadınları görmek istesem de maalesef sadece etkinliğe katılan birkaç örgütlü aktivistin dışında kimselere rastlamadım.

Brüksel'de yaşayan bazı aktivistlerle yaptığım görüşmeler sonrasında anladım ki, trans kadınlar Brüksel'in belli bir bölümünde yaşıyorlarmış. Sanırım daha çok getto tarzı bir yaşam. Brüksel genelinde her ne kadar transfobi ve homofobi olmadığı bilinse de kendi yaşadığım deneyimlerden yola çıkarak şunu söylemeliyim: Sokakta bazı erkeklerin arkamdan ‚pédé‘ yani ‚ibne‘ diye seslenmeleri AB'nin başkentine hiç yakışmayan bir durum.

Kapalı kapılar ardında

Avrupa'da genel olarak dikkatimi çeken en önemli şey ise, LGBTİ aktivizmi daha çok kapalı kapılar ardında yapılan etkinliklerden öteye gidememiş. Çünkü her ne kadar insan hakları, kadın ve LGBTİ hakları Avrupa'da yasalarla korunuyor olsa da hayatın bazı alanlarında eşcinsel ve trans vatandaşların yaşadığı genel sorunların olduğu ve ilerleyen zamanlarda bu ve benzeri sorunların da giderek artacağı görünüyor.

Bu sebeple erkek şiddetine karşı feminist ve LGBTİ örgütlerinin ortak dayanışmasının herkese açık olan alanlarda mücadele etmesi çok önemli.

Bu yazımı bana uluslararası basın kartı veren “Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun (İFJ) Avrupa temsilcisi olan ve beni Twitter ve Facebook üzerinden bloklayan Avrupalı Gazeteciler Federasyonu'na (EJF) armağan ediyorum. Ben de gazeteciyim ayol. Bloklamak da neymiş.

MICHELLE DEMISHEVICH, 2017-06-09
GERI
YAZAR HAKKINDA