Yönetmen Çağdaş Yüksel, 60'lı yıllarda Almanya'ya gelen ilk kuşak misafir işçileri konu alan ve yapım aşamasında olan „Gleis 11 (Peron 11)“ adlı belgeseli üzerine konuştuk.
Siyaset ve Sosyal Bilimler öğrencisi olan Çağdaş Yüksel (23), 1966 senesinde dedesinin misafir işçi olarak Adana'dan Mönchengladbach'a geldiği yaşta. Çağdaş dedesini hiç tanımamış. 2015'te çektiği „Asyland“in ardından ikinci filmi „Peron 11“ ile Yüksel, dedesinin ve diğer misafir işçilerin hikayesinin peşine düşüyor. Türkçe ve Almanca olarak yayınlanacak olan belgesel 2018 ilkbaharında sinema salonlarına gelecek.
Çağdaş Yüksel: Özellikle sanat alanında göçmen kültürünün işlediği nitelikli eserlerin artması zaman alan bir süreç. Üzerinde uzun süre araştırma yapmanız gerekiyor. Bu konuda yapılan çalışmalar birbirini besliyor ve sayıyı doğal olarak arttırıyor. Elbette Fatih Akın gibi örnekler var ama sayı tabi ki az. O yüzden bir şekilde ilk adımı atmanız gerekiyor.
Ben dedemi hiç tanımadım ve o nesilden olanların çoğu artık çok uzun yıllar yaşamayacak. Onca hikayenin kaybolup gitmesi üzücü olurdu. Her biri hikayelerini anlatmaya başlamadan önce gülümsemeye başlıyorlar.
Var. Bir tanesinde, trenle gelen işçilere trenin Demir Perde'nin yakınından geçeceği söyleniyor. Bu insanlar saatlerce trenin pencerelerinden sağlı sollu dışarı bakarak demir bir perde arıyorlar ve bulamıyorlar. Bu o kadar şirin ki. Araştırma, tıpkı nostaljik bir kahve sohbeti gibi.
Elbette, birçok insan ayrımcılık ve ırkçılığı çok iyi anımsıyor. 1965 senesinde gerçekleştirilen bir anket, Almanya halkının sadece yüzde 27'sinin misafir işçilere olumlu baktığı görünüyor. Göç, toplumsal olarak kabul gören bir olgu değilmiş. İlk etapta ekonomik faktörler göz önünde bulunduruluyormuş.
İstanbul Sirkeci garından kalkan ilk trenlerin Münih tren garındaki 11 numaralı peronda durduğunu okudum. İyi planlanmış bir yolculuğun ardından bu insanlar 11 numaralı perona varmışlar ama sonrasında ne olacağını kimse bilmiyormuş.
İnsanlar zamanında toplu konaklama tesislerine tıkıştırıldılar. Şu anda da aynı hatayı sığınmacılarla yapıyoruz: Daracık alanlarda 500 insan bir arada kalıyor. Entegrasyonun bu şartlar altında kolay gerçekleşemeyeceğini anlayabilmek için sosyolog olmak gerekmiyor.
Duisburg-Marxloh, Berlin-Kreuzberg gibi yerler şu anda birer kültürel zirve haline gelmiş olabilir. Misafir işçilik aynı zamanda Türkiye için de bir kalkınma faktörüydü. O dönemde Almanya'dan Türkiye'ye ciddi bir para akışı oldu. Bu yüzden ben şuna inanıyorum: Bunun parçası olan hiç kimse ne yaptıklarını ve bu işin sonunun nereye varacağını bilmiyorlardı.
Sanıyorum ırkçılık ve ayrımcılık deneyimleri ve Türkiye'ye yakın olma isteği arasında bir bağ mevcut. Bence Almanya'da yaşayan, burada doğup büyümüş ve henüz asla Türkiye'de yaşamamış çok sayıda insan, Türkiye ile ilgili pek bilgi sahibi değil. Fakat kendilerini burada belki de dışlanmış hissettikleri için Türkiye'ye karşı bir çekim hissediyorlar. Bu ciddiye alınması gereken bir durum. Ve böyle insanları- buna aşırı sağcı AfD seçmeni de dahil- etiketleyip toplumun dışına itmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Bunlar genel hatlarıyla ilk nesilden daha farklı tecrübeler.
Prodüksiyon aşamasına henüz geçmedik, ben araştırma konusuna çok önem veriyorum. Özellikle içinden geçtiğimiz süreçte bu ve benzeri konular risk barındırıyor: Bana sıkça filmin ardında hangi ismin yer aldığı, siyasi etkilerin söz konusu olup olmadığı soruluyor. Mevcut politik durumu hikayeden uzak tutabilmek, türlü hikayeler dinlemek ve baş karakterler seçebilmek için araştırma aşamasına çok fazla zaman ayırdım ve hala ayırıyorum.
Evet, kesinlikle. Şu sıralar bir Almanya Türk'ü olarak gittiğin her yerde, hem Almanlar, hem de Türkler tarafından siyasi görüşüne dair sorularla karşılaşıyorsun. Erdoğan'ı destekliyor musun, ona karşı mısın? Misafir işçi hareketi de güncel siyasetle veya AB ilişkileri ile ilgilenmiyor. En başta ilgilendikleri konu ilk neslin deneyimleri ve hisleri.
Güzel, nostaljik bir film çekmek istiyorsunuz fakat insanlar Facebook'ta şu gibi şeyler yazıyor: Bu projenin ardında hangi oluşum var, kiminle işbirliği içindesin? Ben de kendi kendime şunu diyorum: Sakin olur musun? Crowdfunding ile finanse ediyorum. Tam da filmi televizyon kanalları, özel şirketler veya siyasi düşüncelerle finanse etmemek için yapıyorum.
Her şeyin salt olumsuz olmadığını, birçok güzel hikayenin de var olduğunu gördüm. Alman-Türk dostluğu o kadar değerli ki, bu siyasi aktörler sebebiyle yok etmeye değmez.
…
„Peron 11“in 2018'in ilkbaharında Almanya'daki sinemalarda gösterime girmesi planlanıyor. 30 Temmuz tarihine dek Crowdfunding yoluyla kaynak aramaya devam edecek.