15 Temmuz darbe girişiminden bu yana çıkarılan KHK'lar ile ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın en son icraatı MİT'i kendisine bağlamak oldu.
Her şey birinci sınıf bir opera izlenimi veriyor. Kadınıyla erkeğiyle yaklaşık 2 bin Türk vatandaşı, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Kongre ve Kültür Merkezi’nde televizyon çekiminin yapıldığı salonda oturuyorlar. Salonun balkonları da sade vatandaşlarla dolu.
Sahnede sadece tek bir başrol oyuncusu var. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı. O hem orkestra şefi, hem tenor hem de rejisör rolünde. Yardımcı oyuncu Oğuz Haksever, soru soran gazeteci rolünde destek veriyor. İktidarın sadık televizyonu NTV'nin moderatörü Haksever, izleyicileri „Büyük Usta“ ile röportaja hazırladıktan sonra onu selamlıyor ve o da tebaasından gelen alkışlarla gözle görülür şekilde mest oluyor.
Devlet kanalı TRT tarafından hazırlanan ve yayın hakkı tüm sadık televizyon kurum ve kuruluşlarına ücretsiz olarak verilen program bir saat 45 dakika sürüyor. Programda Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak ilk üç yılı değerlendiriliyor. Arada soru sormak, bir konunun üzerine gitmek veya „Reis“ ile tartışmaya girmek söz konusu değil. Programın sonunda Erdoğan teşekkür edecek, halkından kendisi için dua etmelerini isteyecek ve halkını kendisiyle birlikte geleceğe doğru yürümeye çağıracak.
Erdoğan Türkiye’nin geleceğini çoktan planladı. Sınırlarında çatışmaların ve iç savaşların hüküm sürdüğü, coğrafi olarak Avrupa’nın kenarındaki bir ülke olan Türkiye’de artık parlamenter demokrasinin kuralları fiilen işlemiyor. Başkanlık sistemi 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminden sonra çıkarılan çok sayıda Kanun Hükmünde Kararname sebebiyle uzun zamandır uygulanıyor.
İki yıl sonra, aynı tarihte yapılması öngörülen cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin esasen gereksiz olduğu söylenebilir. Burada merak edilecek tek şey var: seçimler 2018'e mi alınacak, yoksa bilinmeyen bir tarihe mi ertelenecek? Olağanüstü Hal devam ettiği ve yönetimin elinde Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi bulunduğu müddetçe her şey mümkün. Zira Erdoğan hedefine ulaşamayıp yüzde 50 artı 1 oy toplayamayacak olursa, sandığı göstererek meşrulaştırdığı eylemleri geri tepebilir.
Özellikle 25 Ağustos tarihinde çıkarılan 694 numaralı Kanun Hükmünde Kararname, Türkiye’nin güçler ayrılığı ilkesinden ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. Toplam 58 sayfadan, en ince detayına kadar belirlenmiş 205 paragraftan oluşan kararnamede kimin söz sahibi olduğu gayet açık bir şekilde işleniyor: Erdoğan. Bunun en güzel örneğini Milli İstihbarat Teşkilatı MİT’in doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlanması oluşturuyor.
Röportajda Erdoğan bu yöntemle devletin hareket kabiliyetinin arttığını savunuyor ve aynı yöntemin Amerika ile Fransa’da da uygulandığını ileri sürüyor. Doğru adımlar atabilmek için MİT’in sadece kendisine karşı sorumlu olması gerektiğini ve gizli bilgileri doğrudan kendisine iletmesi gerektiğini söylüyor.
Türk Anayasa Hukuku uzmanlarından Christian Rumpf, Kanun Hükmünde Kararname uygulamasına örnek olarak Fransa ve Amerika’yı gösterirken büyük bir yanlış yapıldığına işaret ediyor: „Fransız Cumhurbaşkanı, ülkesinin gizli istihbarat servisi üzerinde nüfuz sahibi değildir. Bu Fransa’daki denge ve denetleme sisteminin en önemli faktörünü oluşturur. Türk Cumhurbaşkanı Amerika örneğinde de yanılıyor. ABD Başkanı CIA’ye talimatlar verebiliyor ancak CIA Senato’nun kontrolündedir. Örneğin, gizli istihbarat alanında verilen personel ile ilgili kararların tümü Senato’nun onayından geçmek zorundadır.“
Erdoğan siyasi karşıtlarını aşağılayarak „Sadece parlamenter demokrasilerde gizli servis teşkilatları başbakanlığa bağlıdır. Biz cumhurbaşkanlığı hükümet sistemindeyiz. Bizde hala parlamenter demokrasinin alışkanlıkları devam ettiği için muhalefet cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçemedi“ diyor.
16 Nisan 2016 tarihinde gerçekleştirilen anayasa değişikliğine ilişkin referandum ile halkın yüzde 51,4’ünün cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişi onayladığını söylüyor. 2019’un kasım ayında yapılacak parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kalıcı olacak.
MİT’in gelecekte ordu içinde araştırma yapabileceği, bakanlıklardaki kadroları takip edebileceği ve neticeleri sadece Erdoğan’a bildireceği ise röportajda hiç konu edilmiyor. Aynı şekilde Cumhurbaşkanlığı'na bağlı olan MİT Müsteşarı hakkında soruşturma yapılması da Erdoğan’ın iznine bağlı bulunuyor.
Gazeteci Haksever tarafsız bir gazeteci görüntüsü sunmaya çalışıyor ve muhalefet ile halktan gelen bazı eleştirileri dile getiriyor ama sonunda tekrar ettiği „siz bu konuda ne diyorsunuz“ şeklindeki yaklaşımıyla cumhurbaşkanının cevabına çanak tutuyor. Aynı durum Erdoğan ile başbakan Binali Yıldırım arasında görüş farkı olup olmadığı sorusunda da yineleniyor.
Erdoğan „Sadece zıt görüşlerin çarpışmasından hakikat güneşi doğar“, „Görüş ayrılığının olmadığı yerde hata vardır“ şeklinde ifadeler kullansa da, başbakanlık görevini yürüten Binali Yıldırım ile yol arkadaşlığını övüyor ve aralarında çok iyi bir güven ilişkisinin bulunduğunu anlatıyor. Başbakanlık makamının en geç iki yıl içinde ortadan kaldırılacağı üzerine ise tek kelime edilmiyor.
Erdoğan’ın Türkiye’yi bir hukuk devleti olarak nitelendirdiği ve Türkiye’deki basın ve fikir özgürlüğünün Batı Avrupa ülkelerinden çok daha ileride olduğunu söylediği biliniyor ancak röportajda anlattığı „Harekat Merkezi“ ile tüm ülkeyi yirmi dört saat kontrol altında tuttuğu anlaşılıyor.
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı'nda oluşturulan „Harekat Merkezi“ ile 81 ilin valileriyle irtibata geçilerek tüm bilgilerin bu merkezde toplandığını söylüyor. Hatta kendisinin bazen haber vermeden „Harekat Merkezi“ne girdiğini ve ülkenin çeşitli bölgelerindeki en yeni gelişmeleri ilk elden aldığını ailesinin iyiliği için endişelenen bir babanın yüz ve beden ifadesiyle anlatıyor.
Erdoğan’ın sözünü ettiği „yeni Türkiye“nin varlığına dair birçok küçük işaret bulunuyor. Başkent Ankara’da, Yenimahalle’de bulunan MİT Gizli İstihbarat Servisi’nin girişinde şu ibare yer alıyor: „T.C. Cumhurbaşkanlığı MİT Müsteşarlığı.“ „Başbakanlık“ kavramı çok çabuk „Cumhurbaşkanlığı“na dönüştü.
Erdoğan diktatör olarak nitelendirilmeyi hiç sevmiyor. Gerçeklerle tüm bağının koptuğuna yönelik eleştirileri de tümüyle reddediyor. Erdoğan, Türkiye’nin başında, en azından şimdiye dek demokratik olarak, meşru bir zeminde bulunuyordu. İstediği takdirde diktatörlüğü Kanun Hükmünde Kararnameler ile getirebilirdi- ki o bunu zaten yaptı ancak, Türk halkının yalnızca yüzde 50’si bunu farkedebildi.