İstanbul Havalimanı, 6 Nisan'dan itibaren tam kapasite hizmet vermeye başlıyor.
taz.gazete, İstanbul Havalimanı'nı mercek altına aldığı dosyada bu projenin insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini inceliyor.

Daha fazla okumak için:
taz.atavist.com/istanbul-havalimani

“Bir yazarı hapse koyabilirsiniz ama hapiste tutamazsınız.“

„Müvekkilin sözlerine katılıyorum“

Avukat Veysel Ok, müebbet hapis cezasına çarptırılan eski müvekkili yazar Ahmet Altan'ı yazdı; „Cezayı verenler kazandıklarını sanıyorlar ancak çok büyük yanılgı içerisindeler.“

VEYSEL OK, 2018-03-19

2009 yılıydı, 20’li yaşların başında genç bir avukattım. Lise yıllarımda romanlarıyla, köşe yazılarıyla hayranı olduğum bir yazarın avukatı olmuştum. Yazarın sanık olduğu bir ifade özgürlüğü davasına beraber girecektik.

O gün uzun uzadıya kravat takıp takmamayı düşündüm. Kravat takmaktan hiç haz almazdım, o gün de kravat takmamıştım. Yazar, haki yeşile çalan ceket, koyu bir sarı kadife pantolon ve renkli kravatıyla İstanbul'daki Kadiköy adliyesindeki duruşmaya gelmişti. Sanık kürsüsüne geçmişti, artık emekliliği yaklaşmış, saçları iyice beyazlamış yargıcın iddianameyi okumasını bitirmesini bekliyordu.

Çok heyecanlıydım. Arka tarafta, avukat kürsüsünde günler önce hazırladığım savunmamı son kez gözden geçiriyordum. İddianame okunduktan sonra Yargıç yazara savunmasını sordu. Yazar önünü ilikleyerek söze başladı. Bütün baskılara ve uğrdaığı haksızlığa rağmen yargıya saygısı beni şaşırtıyordu. Savunması da tıpkı köşe yazıları gibi sade, öğretici ve vurucuydu. Savunma yapmaktan öte edebî bir metin yaratıyordu sanki. Ben ise arkada konuşma sıramı bekliyor; sesim çıkıyor mu diye kontroller yapıyordum. Sanki birazdan televizyonda canlı yayın yapacakmışım gibi sürekli su içiyor, kuruyan ağzımı ıslatıyordum.

Sıra bana gelmişti. Ama o muazzam savunmadan sonra kendi kendime tekrarlamaktan artık ezberlediğim savunmam öylesine anlamsız gelmişti ki, sesim çıkmıyordu. Yazar, Yargıç, Savcı, izleyiciler hepsi bana bakıyordu. Ama konuşamıyordum.

Sesim çıkmıyordu. Nihayetinde öksürerek aksırarak da olsa ağzımdan bir şeyler çıkmıştı. Ama bu sefer de bir usta yazarı, yazdığı yazı nedeniyle savunmak anlamsızlaşmıştı. Kafamdaki onca fikir ve bana yönelen onca bakış arasından ağzımdan bir cümle çıkmıştı.

“Müvekkilimin sözlerine katılıyorum.“

O muazzam savunmadan sonra söylenecek en mantıklı şeyin bu olduğunu düşünmüşüm, demek ki. 2017 yılına kadar yazarın avukatlığını yaptım, onlarca davasına girdim. Bir defasında kendisine muzipçe sormuştum: “Duruşmalara hep aynı ceket ve kravatla geliyorsunuz, öyle değil mi?“ . Gülerek, bu kıyafetin “duruşma üniforması“ olduğunu, duruşmalarda ceket giymenin ve kravat takmanın da aile gelenekleri olduğu ve her ne olursa olsun yargıya saygıyı ifade ettiğini söylemişti. Bütün savunmaları bir itirazdı, edebiyattı, özgürlük deryasıydı. Ben de seneler içinde yazarın sözlerine katılmanın yanı sıra yeni sözler de söylemeyi öğrendim.

Yıllar geçmiş, 2016'da Türkiye’de darbe girişimi gerçekleşmiş, onlarca gazeteci, yazar tutuklanmıştı. Avukat olarak çalışmak için oldukça yoğun bir dönemdi. Her şeye rağmen Eylül ayında tatile gitmeye karar verdim. Yazar, o sıralar medyada sürekli hedefteydi. Ona rağmen tatile çıktım; üstelik ulaşımı zor olan bir yere: Rodos adasına.

Güzel bir Eylül akşamında adaya vardım. Arkadaşımla leziz Rum yemekleri yemiş, sonra uyumaya otele gitmiştik. Uyuyakalan oda arkadaşımı rahatsız etmesin diye belki de uzun yıllar sonra ilk defa telefonumu sessize aldım. Sabah kalktığımda telefonumda yüzlerce cevapsız çağrı, onlarca mesaj vardı. Sonra mesajlar arasında, yazarın gözaltına alındığını gördüm.

Hayatımın en kısa tatiliydi. Adaya gitmiş, denizi görmeden dönmüştüm. Yazar 12 gün gözaltında kaldıktan sonra tutuklandı. O yazar Ahmet Altan’dı. Altan, Şubat ayında birkaç köşe yazısı ve haber ile bir TV programındaki konuşmaları gerekçe gösterilerek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. İktidarı eleştirmesi, demokrasi talep etmesi, tarihteki asker-sivil ilişkilerinden örnekler vererek hükümeti ikaz etmesi “darbeyi önceden bildiği“ şeklinde değerlendirilip Türkiye’de bir kişinin alabileceği en ağır cezayı almıştı.

Binlerce kişiyi öldürürseniz, uçaklarla şehirleri bombalarsanız Türk hukukuna göre alacağınız ceza Ahmet Altan’a verilen cezanın aynısı olacaktır.

Onlarca yıldır demokrat olmanın, darbe karşıtı olmanın, özgürlükçü olmanın devlette bir karşılığı vardı elbette. Devletin Kemalist damarı için kadim bir düşmandı Ahmet Altan. İslamcı damar içinse yeni ve bir o kadar da baş edilemez bir düşman. Ahmet Altan savunmalarında her iki damara da lafını esirgemedi. İdeallerinden tek bir geri adım atmadı. Sesini sözünü sakınmadı.

Sonuç olarak ağırlaştırılmış bir öfkeyle bir intikam hırsıyla böylesine saçma, izansız ve böylesine sert/ ağır bir ceza ortaya çıktı. Cezayı verenler kazandıklarını sanıyorlar ancak çok büyük yanılgı içerisindeler.

Bu davada kazanan biri varsa o da Ahmet Altan’dır. Sesini, sözünü dünyaya duyurdu; güçlü savunmalarıyla sadece o değil, bütün dünya bu adaletsizliği gördü, bu manasız cezaya itiraz etti.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Ahmet Altan’ın kardeşi Mehmet Altan’ın başvurusunu 20 Martta karara bağlayacak. Mahkeme, muhtemelen Altan’ın tutukluluğunda hak ihlali olduğu kararını verecek; “tahliye edilmesi gerekiyor“ diyecek. Nihayetinde Mehmet Altan da Ahmet Altan da bir süre sonra özgür kalacak. Eğer Türkiye kararı tanımayarak Avrupa sisteminin tamamen dışına çıkmaya karar verirse ve Altan kardeşleri tutmaya devam ederse…Bizler açısından hukuki bir son olacak ama yazar için gene bir şey değişmeyecek. Ahmet Altan'ın da dediği gibi: “Bir yazarı hapse koyabilirsiniz ama hapiste tutamazsınız.“

VEYSEL OK, 2018-03-19
GERI
YAZAR HAKKINDA