Bedeniniz ve ruhunuz ayrı yerde gibidir. Bu yüzden ayrı zamanlar tutarsınız. Bulunduğunuz yerde bir hayat kurmaya, ayrıldığınız yerdeki hayatı ise bildiğiniz yöntemlerle tamir etmeye çalışırsınız.
Die tageszeitung gazetesinin basın özgürlüğü üzerine yaptığı bir proje kapsamında 2016 yılında Berlin’e gelmiştim. Projenin ardından, taz cafe’de Deniz Yücel, Agos Gazetesi muhabiri Gözde Kazaz ve Yeşiller Partisi Milletvekili Claudia Roth birlikte bir panel gerçekleştirdik.
Basın özgürlüğünün yanı sıra Türkiye’deki hukuk ve demokrasi konularının ele alındığı panelin son bölümünde, “Bu 15 günlük süre boyunca kendimi evimde gibi hissettim“ dedim. Salondaki kahkahaların ne anlama geldiğini bir süre sonra anlayabildim. Bunlar ironiyle yüklü kahkahalardı, “Çok mu baskı yaptık?“ diye sordular. Utandım.
O toplantıdan sonra geçen bir yıllık sürede sanki her şey çok hızlandı. Tutuklamalar, kapanan basın kuruluşları… Artık ben de, ailem de yaptığım haberlerden dolayı tehdit altındaydı. Yurt dışı, aynı zamanda gazetecilik yapabilmek adına mevzi kazanmak için uygun bir seçenekti. Ve sonunda her şeyi bırakıp Nisan 2017'de Berlin'e geldim.
Şehirdeki ilk geceler derin bir uyku demekti. Gecenin bir yarısı dışarıda yansıması görülen polis aracının mavi ışığı artık beni ilgilendirmiyordu; tedirgin olmuyordum. Fakat bu rahatlık, yerini kısa sürede derinlerden gelen bir cümleye bıraktı: “Burası benim evim değil…“
Hayatın içinde kalmaya, aynı Türkiye'deki gibi mesleğimi devam ettirmeye çalıştım. Bu meslek insana çok fazla boş zaman bırakmıyor. Burada kendimden çok, eşim ve 11 yaşımdaki kızımı ön plana koymaya çalıştım. Arkadaşlarını ve alıştığı çevresini bırakmış bir kız çocuğunun babası ve yakınlarından uzaktaki bir kadının eşiydim.
Eşim, annesi vefat ettiğinde İstanbul’a dönemedi ve annesinin cenaze törenini Skype bağlantısı üzerinden izlemek zorunda kaldı. Zira o dönem devletin terörize ettiği kişilerin yakınlarının pasaportlarına da el konuluyordu. Bu, beni onlara karşı suçlu hissettirdi. Başkalarının hayatını mahvettiğimi düşündüğüm zamanlar oldu.
Başkalarının hayatları; ne hayatlar yaşandı Almanya'da. 12 Eylül’de ülkesinden ayrılan bir solcu, çocukluk dönemine ait izlenimlerini anlatmıştı: “Annem, bir gün geri döneceğiz diye eşe dosta hediye alır, evde saklardı. Yatak odasındaki gardrobun üstü açılmamış nevresim takımlarıyla doluydu. Yıllar sonra hepsi teker teker açılmaya başladı.“
Ülkesini terk etmek zorunda kalan herkesin ifade edemese de benzer duygular yaşadığını biliyorum. Bedeniniz ve ruhunuz ayrı yerde gibidir. Bu yüzden ayrı zamanlar tutarsınız. Bulunduğunuz yerde bir hayat kurmaya, ayrıldığınız yerdeki hayatı ise bildiğiniz yöntemlerle tamir etmeye çalışırsınız. İki yere de ait, iki yerden de uzaksınızdır. Benim de ilk bir yıl, kol saatim Türkiye saatine ayarlıydı.
Her an gidecekmiş gibi huzursuz, hep kalacakmış gibi dingin. Zaman zaman, taz.gazete’de içinde bulunduğumuz durumla eğleniyoruz. Bir muhalif veya gazeteci serbest bırakıldığında, “Galiba faşizm bitiyor, yakında döneriz“ diyoruz. Aynı gün ya üç kişi daha tutuklanıyor ya da serbest bırakılanlar tekrar cezaevine gönderiliyor. Tüm planları erteliyoruz. Alman meslektaşlar kimi zaman halimize gülerek soruyor: “Bugün faşizm ne durumda?“ O ana göre bu sorunun bir cevabı var; “Her an bitebilir.“ Ya da… “En üst seviyede!“
“Yakında döneriz“ duygusu ve gerçeklik birbiriyle uyumlu değil. Henüz ilk aylardı; bir dost toplantısında yine eski kuşak bir muhalif “Sürgündekilerin neden işaret parmağı kalındır?“ diye sormuştu. Herhangi bir karşılık alamayınca kendisi cevaplamıştı: “Çünkü sık sık ‚yakında dönüyoruz‘ diye masaya vururlar.“
24 Haziran seçimleri öncesi Erdoğan'ın kazanabileceğini hissetsem de, içimde bir ümit taşıyordum. Artık yakın zamanda dönebilmem zor görünüyor. Türkiye'yi bizim yapan her şeyin domino taşları gibi yere düştüğünü görüyoruz. Umudumuz, artık en azından çocuklarımız için özgür ve eşit bir ülke, hatta dünya kurabilmektir. İşte bizi ayakta tutan da bu duygu ve umudu korumak, elinden geldiğince bir şeyler yapabilme iradesidir.
Zor olacak. Biraz da olsa demokrasi geleneği olan bir ülkede otoriterlik çok uzun yıllar sürmez. Bir kırılma yaşanacaktır. İlginç bir eşik: Ya bu sefer Berlin peşimizden gelir, buradaki dostlarımızı özlersek? Ya Charles Baudelaire’in dediği gibiyse: “Her nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir.“ Evet, biraz karışık bir hikaye olabilir. Hayat gibi yani; yazmadığımız bir senaryonun başrol oyuncularıyız…