Trans kadınlara yönelik devlet şiddetinin Türkiye'de uzun bir geçmişi var. Yazarımız, kendi tecrübesini anlatıyor.
Saat gece yarısını geçmişti. Her zaman bana “bebeğim“ diye seslenen erkek arkadaşım Yaşar ile birlikte televizyonda Dallas’ı izliyorduk. Henüz bir yaşına bile girmemiş olan kızımız, German-Boxer cinsi köpeğimiz Nina babasının kucağında mayışmıştı. Ben de mutfakta çay demliyor ve sıcak çikolata soslu brownie hazırlıyordum.
Aniden büyük bir gürültü ile sarsıldık. Daire kapımız yumruklanıyordu. Yaşar hemen çocuğumuzu korkmasın diye yatak odasına kapattı. Kapıyı açmamızla onlarca polis bir anda evimize girdi. Bir tanesi beni saçımdan kavradı, karnıma bir yumruk atıp defalarca duvara çarptı. Yaşar, “Kimsiniz lan siz? O benim karım!“ diye bağırıyordu. 20’li yaşlarında olan polis, “Ne karısı lan amına koyduğumun ibnesi. Travestiden karı mı yaptın kendine?“ dedi ve Yaşar’ı döve döve yere yatırdı.
Yatak odasına girdiler ve küçücük çocuğumu tekmelediler. Kızım çok korkmuştu. Bana doğru kaçtı ama yerde ters kelepçeli bir şekilde yattığım için onu koruyamıyordum. Komşularımın hiçbiri çıkıp polislere müdahale etmemişti. Üzerimde bir külot ve bir sütyen vardı çünkü beni döverken elbisemi parçalamışlardı. Ters kelepçeli, yarı çıplak ve yalınayak bir şekilde beni polis merkezine götürdüler. Komşularımın pencereden gizli gizli ve sessiz bakışları canımı daha da çok acıtıyordu.
Taksim'deki polis merkezinde hırsız ve torbacı erkeklerle dolu bir hücreye konuldum. Sonra beni üst katlarda bir odaya çıkardılar. Elinde bir prezervatif, “Bu ne lan sen fuhuş mu yapıyorsun“ diye bağırıyordu bir polis. Sağlık Bakanlığı’nın AIDS’le mücadele kampanyası sırasında sağlık memurlarının dağıttığı prezervatif olduğunu anlatmaya çalıştım, ancak dinlemiyorlardı. Yaşar’ı gözaltına almadıkları için çok da üzülmüyordum. Nasıl olsa bu polis şiddetine alışıktım. Bu arada odadaki polis sayısı giderek artıyordu. Odada pencere yoktu ve karanlıktı. Küçük bir lambadan yayılan ışık yeterli değildi. O an anladım bu pislik heriflerin bana ne yapmak istediklerini.
Evet, İstanbul’da bir polis merkezinde tecavüze uğramış kadınlar arasına girmiştim o gece. Asla ağlamıyordum, başım dimdikti. Sabaha karşı kapının önünde beni bekleyen Yaşar’a “Hiçbir şey sorma, sadece beni eve götür,“ diyebilmiştim.
Yaşar, benim ilk erkek arkadaşımdı. Bizimkisi ilk bakışta aşktı. Uzun boylu, esmer ve çok yakışıklıydı. Tam yedi yıldır birlikte yaşıyorduk. Ben Yaşar’a çok aşıktım. Yaşadığımız olayın ardından günlerce bir şey konuşamadık. O evden taşındık ama sessizlik peşimizi hiçbir zaman bırakmadı. Benden çok Yaşar travma yaşıyordu. Bir süre sonra tamamen koptuk ve ben kızımla tek başıma yaşamaya başladım.
Şimdi her şeyle birlikte geride bıraktığım İstanbul’u düşünüyorum. Berlin’de yaşadığım tek odalı sarayımda anılarımla başbaşayım. Bazen Yaşar düşüyor aklıma geceleri. Yaklaşık 10 yıllık birlikteliğimizden aklımda kalan tek şey, „O benim karım,“ cümlesi. O gece, o polis merkezinde, o karanlık küçük odada yitirmiştik birbirimizi. Tek tesellim yeni evim, yeni aşkım ve yeni hayatım olan Berlin.
Erkek-devlet şiddeti nedeniyle katledilen bütün trans kadınları saygıyla anıyorum. Patriyarkaya karşı mücadele eden bütün kadınlara selam olsun.