taz.gazete olarak Türkiye'nin politik, kültürel ve toplumsal tarihine kalıcı izler bırakan 18 kadının hikayesini derledik.
Tarihin gidişatına yön veren kadınlar, ataerkil bakış açısıyla oluşturulmuş resmî tarih anlatılarında kendilerine yer bulamıyorlar.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde, taz.gazete olarak Türkiye'nin politik, kültürel ve toplumsal tarihine kalıcı izler bırakan 18 kadının hikayesini derledik.
İstanbullu yazar, gazeteci ve çevirmen. 1878 yılında Üsküdar'da doğdu; gençlik yıllarını burada geçirdi. İlk makalesi 1895 senesinde Dzağig (Çiçek) haftalık kadın dergisinde yayımlandı. 1800'lerin sonları Osmanlı Ermenileri için katliamla dolu, tehlikeli yıllardı. 1895’te Paris’e taşınarak Sorbonne Üniversitesi’nde ve Collage de France’da edebiyat ve felsefe dersleri almaya başladı. Zabel Yesayan Osmanlı'da üniversite eğitimi alan ilk Ermeni kadındır.
24 Nisan 1915'te, Ermeni aydınların çıkarıldığı ölüm yolculuğundan bir hastanede saklanarak kurtuldu. Önce Bulgaristan'a, sonra Bakü'ye geçti; Ermeni mülteci ve yetimler için yardım faaliyetlerine katıldı. 1921'de Paris'e döndü. Ermenistan hükümetinin daveti üzerine 1933'te Yerevan'a göç etti. Yerevan Devlet Üniversitesi'nde edebiyat dersleri verdi. 1937'de Stalin kovuşturmaları sırasında tutuklanıp Sibirya'ya sürüldü. Ölüm tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir. Romanları ve diğer kitapları Türkçe olarak Aras Yayıncılık tarafından basılıyor.
Türkiye’de sol hareketin 1980 öncesindeki tarihini şöyle bir karıştıran herkes, hareketin neredeyse tüm dokusunun erkek çehreleriyle kaplı olduğunu görecektir. Ancak Behice Boran, bu erkek tarih içinde kimsenin görmezden gelemeyeceği kadar güçlü bir figür olarak var oldu. Akademisyen, yazar ve sosyolog olarak Türkiye sol hareketinin erken zamanlarına yön verdi.
Behice Boran, yıllarca Anadolu'da öğretmenlik yaptı. Hayatının akışını kendi politik görüşleri üzerine inşa etti. 1940’ların başında Komünist Parti içerisinde yer aldı. Üniversiteden ihracının ardından Kore Savaşı’na karşı çıktığı gerekçesiyle hapse girdi. Türkiye İşçi Partisi milletvekili olarak sosyalizmin sesini parlamentoda ilk kez duyururken de, Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’yi temsil ederken de, defalarca kez cezaevine girerken de devrim mücadelesini kendine rehber edinmeye devam etti. 1980 darbesinden sonra hayatını sürgünde devam ettirmek zorunda kalan Boran, Brüksel'de vefat etti.
“Diva“ lakabıyla tanınan Bülent Ersoy ilk 45’liğini 1971 yılında yayınladı. 1974’te ilk defa bir gazinoda assolist olarak sahneye çıktı. 1980 yılında İzmir’de bir gazinoda sahne aldığı sırada seyirciden gelen yoğun istek üzerine yeni yaptırdığı memelerini açınca İzmir Cumhuriyet Savcılığı tarafından hakkında soruşturma açıldı ve tutuklandı.
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte emniyet güçlerinin trans kadınları gözaltına almaya ve işkence yapmaya başlamasıyla Ersoy’a sahne yasağı geldi. 1981’de Londra’da geçirdiği cinsiyet uyum ameliyatından sonra yine aynı yıl darbe mahkemelerinde trans kimliği nedeniyle yargılandı ve sınır dışı edildi. Almanya’da sekiz yıl boyunca sürgün hayatı yaşadı. Bu arada ABD, Britanya ve Avustralya gibi pek çok ülkede konser verdi.
Bülent Ersoy 1988 yılında dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın girişimleriyle İstanbul’a döndü ve Medeni Kanun’a transların resmi cinsiyet geçişini mümkün kılan 40. maddenin eklenmesine vesile oldu, bu yüzden bu yasa “Bülent Ersoy Kanunu“ olarak da bilinir.
Gülriz Sururi sahneye ilk kez çıktığında 13 yaşındaydı. Tiyatro tutkusu ona yaşamı boyunca eşlik etti. Annesi bir primadonna olan Sururi, konservatuarda şan ve oyunculuk eğitimi aldı. Zamanının ötesinde bir kadındı. Anılarında sıklıkla kürtajlarından, ilişkilerinden ve mutsuz çocukluğundan bahsetti. “Önce kendini sevmelisin, sonra diğerlerini“ onun yaşam felsefesiydi. Bir röportajında hayatı bir limon gibi sıkmak istediğini söylemişti. Ne olursa olsun sadece kendi istediklerini yaptı. Bunu çocukluğunu yaşayamamış olmasına bağlıyordu; annesi o iki yaşındayken ölmüştü.
1962’de eşiyle beraber Gülriz Sururi – Engin Cezzar Tiyatrosu’nu kurdu ve sayısız ödül kazandı. İkili, altmışlı yılların tüm önemli entelektüelleri ve sanatçılarıyla arkadaşlık etti. Altmışlarda on yıl boyunca İstanbul’da yaşamış olan Amerikalı yazar James Baldwin ile yakın arkadaştılar. Sururi, 80’li yıllarda entelektüellerin askeri rejime karşı durduğu halka açık bir mektubu imzalamak ve bundan kırk yıl sonra da Afrin’deki savaş aleyhinde konuşmak gibi davranışlarıyla asla boyun eğmediğini gösterdi. 90 yaşındaki ölümünden kısa süre öncesine kadar sosyal medyada her sene bikinili bir fotoğrafını paylaştı.
Pınar Selek’in hikayesi bir Franz Kafka romanını andırıyor. Baş karakter dava edilmiştir ancak neyle suçlandığını bilmemektedir. Sosyolog ve yazar Pınar Selek bir keresinde taz’a “Kafka’nın Dava’sına düşmüş gibi hissediyorum“ diye açıklama yapmıştı. 1998’de İstanbul Mısır Çarşısı’ndaki bir patlamada yedi kişi öldü. O zaman 26 yaşında olan Selek iki gün sonra tutuklandı. PKK adına saldırı gerçekleştirmekle suçlandı. İki buçuk sene hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. İşkence gördüğünü beyan etti. Bilirkişi raporu, patlamaya yol açanın zarar görmüş bir gaz borusu olduğunu gösterdi. Bununla birlikte Selek dört kez beraat etti, ancak karar yüksek mahkeme tarafından dört kez bozuldu. Dava artık Yargıtay’da.
Cinsiyet temelli ayrımcılık konusunda araştırma kitapları yazmış olan Selek'in iki de romanı var. 2009’dan beri sürgünde yaşıyor. Ötekileştirilenler ve toplumdan dışlanan insanlara ilişkin çalışmalarını Strasbourg Üniversitesi'nde sürdürüyor.
Kuran'da başörtüsü ifadesi gerçekten yer alıyor mu? Erkekler ve kadınlar niçin ayrı ayrı ibadet etmek zorunda? İslamın günümüze uyarlanması gerekmez mi? Bunlar, 38 yıllık kısa hayatı boyunca Konca Kuriş'in kafasını meşgul eden tehlikeli sorulardı. Çünkü İslam dini, her zaman erkekler tarafından çevrilmiş ve yorumlanmıştı. Erkeğin egemenliğini sürdürebilmesi için kadının özgürleşmemesi gerekiyordu.
Demokrat bir aileden gelen Kuriş, 15 yaşında ailesinin izni olmadan evlendi ve muhafazakar bir aileye girdi. Burada tanıştığı tarikat ortamında tecrübe ettiği olaylar onu bir hakikat arayışına itti. Kuriş, kendi hakikatini buldu. Allah'a ulaşmak için bir aracıya ihtiyaç yoktu. Dini tarikatlerin güç kazandığı 90'lı yıllar Türkiye'sinde başörtülü bir feminist olarak İslamı tartıştı. Yazılar yazdı, televizyon programlarına katıldı. İnançlı kadınların erkeklerle tokalaşmaya, sosyal hayatta kendilerini göstermeye başladığı bir dönemdi. Kuriş'i dinleyen kadınların evlerinin içinde örgütlenmeye başlaması ihtimali cemaatlerin hoşuna gitmedi. Kuriş pek çok kez tehdit edildi. Sonunda 1998 yılında Hizbullah tarafından kaçırıldı ve vahşice öldürüldü.
Konca Kuriş'in fikirleri ve idealleriyle Türkiye'deki İslami çevrelerde yol açtığı feminist uyanış, etkilerini giderek muhafazakarlaşan Erdoğan Türkiye'sinde de göstermeye devam ediyor.
Çerkez kadın hakları savunucusu. 1913 yılında henüz 20 yaşındayken Kadınlar Dünyası adıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk feminist kadın dergisini kurdu. Dergide çoğunluğu gazeteci olmak üzere yalnızca kadınlar çalışıyordu. Civelek dergiye şöyle yazmıştı: “Köle gibi olduğumuz, faydasız hayatlarımızı nasıl değiştireceğimiz üzerine çok kafa yordum. Toplumda ileri gitmek için modern bir kişilik geliştirmemiz gerektiğini biliyordum. Bu gelişme çağında, kadınları ilerleme adına gerekli adımları atmaları için cesaretlendiren bir dergi yayınlamaya karar verdim.“
Bir ay sonra ülkenin ilk kadın hakları organizasyonu olan Osmanlı Kadın Haklarını Savunma Derneği’ni kurdu. Organizasyonun hedefi kadınların eğitim alma ve meslek edinme fırsatlarını iyileştirmekti. Civelek ayrıca evlilikte eşit haklar ve eşit maaş konusunda da kampanya yürüttü. Üç kez evlendi. İkinci eşinden 1927’de, kadınların toplumsal geleneklerin ağır baskısı altında olduğu bir zamanda boşandı. Ölümünden sonra, son ikamet yeri olan Kırıkhan’da bir şehir kütüphanesine ismi verildi.
Mesleği hemşirelik olan Günaçtı, Türkiye'nin ilk açık kimlikli eşcinsel kadın aktivistlerinden. Önce Lambda İstanbul'da, 2008 yılından itibaren ise feminist harekete kayarak Sosyalist Feminist Kolektif'te yer aldı. Lezbiyen ve biseksüel kadınların hak savunuculuğunu yapan Günaçtı, eşcinsel kadınlara sıkça sorulan „Hangi erkek size kötü davrandı da böyle oldunuz?“ sorusuna „Öyle olsaydı bütün kadınların eşcinsel olması gerekirdi.“ diyerek cevap veriyor. Feminizmin rengi mor, her daim saçlarında ve kullandığı aksesuarlarda mevcut.
Türkiye kendisini yol ortasında şiddet gören bir kadını bebeğiyle beraber arabasına alması ve şiddet faili erkeği olay yerinden uzaklaştırması anının haber bültenlerine taşınmasıyla tanıdı. Şiddete engel olmaya çalışırken adamın „Kimsin sen?“ sorusuna verdiği yanıt halen kolektif hafızalarda: “Ben o kadının kız kardeşiyim.“
Hasbiye Günaçtı, çeşitli dernek ve üniversitelerde kadın cinselliği ile ilgili seminerler düzenlemeye ve feminist mücadeleye devam ediyor.
Yazar Sevgi Soysal, Ankara ve Göttingen’de arkeoloji ve tiyatro okudu. Almanya Büyükelçiliği’nin kültür merkezinde, Ankara Radyosu’nda ve TRT’de çalıştı, çeşitli gazetelere yazılar yazdı. Altmışlı ve yetmişli yıllarda politik çalkantıları, toplumsal normları ve zamane ortamını kara mizah ile gözlemleyip sorguladığı birçok roman yayımladı. 1970’te çıkan Yürümek romanında, “Yeni kapılar açmak gerek, yanlış kapılar, doğru kapılar, ama açmak, mutlaka açmak.“ yazmıştır. 1968 yılında çıkan kendini paternal/babacı yapılardan kurtaran Bayernli Katolik bir kadından bahseden romanı Tante Rosa bir feminizm klasiği olarak görülür. Annesi Alman olan Soysal, bu kısa ama etkileyici romanda teyzesi Rosel'in hayatından ilham almıştır.
Soysal yetmişli yıllarda politik ve kişisel anlamda zorluklar yaşadı. 1971 askeri darbesi sonrasında bir sol örgüt üyeliği nedeniyle aylarca hapis yattı ve TRT’deki işini kaybetti. 1970’te yayımlanan, cinsiyet ve evlilik ilişkilerini konu alan romanı Yürümek müstehcen bulunarak sansürlendi. İkinci kez politik nedenlerle sekiz ay hapis yattı ve meme kanserine yakalandı. 1976’da daha 40 yaşındayken son romanı Hoşgeldin Ölüm’ü tamamlayamadan hayata veda etmiştir.
Osmanlı feminizminin öncülerinden. İstanbul Kandilli’de doğdu. Cumhuriyet’e geçiş sürecinde de kadın haklarıyla ilgilenmeye devam etti ve o zamanki en önemli feminist girişimlerden olan Kadınlar Halk Fırkası’nı (KHF) kurmak için çalıştı. 15 Haziran 1923’te üyeleri sadece kadınlardan oluşan KHF’nin kadın odaklı 27 maddelik parti programı yayınlandıysa da, 8 ay sonunda devletten gelen yanıtta kadınların parti kuramayacağı gerekçesiyle partinin kurulmasına resmi izin verilmeyeceği açıklandı. Bu esnada dönemin gazeteleri „Havvanın kızları meclise girip yılın manto modasını tartışacak“ diyerek Muhiddin'in mücadelesiyle dalga geçiyordu.
Muhiddin ve çevresindeki kadınlar parti kurmalarına izin verilmeyince, tüzükteki bazı maddeleri değiştirerek 1924'te Türk Kadınlar Birliği adlı örgütü kurdular. 1934'te kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasında oynadığı rol kadar Nezihe Muhiddin'in kendisi de Türkiye'nin siyasi tarihinden yavaş yavaş silindi. 10 Şubat 1958 tarihinde yalnız ve unutulmuş bir halde İstanbul'daki bir akıl hastanesinde öldü.
Gülten Kışanak, Diyarbakır'da üniversitede okurken, politik fikirleri dolayısıyla cezaevine girdi. 1980 darbesi dönemiydi. Diyarbakır cezaevinde o dönem yaygın bir uygulama olan işkenceler, kimilerinin dağa çıkmasına neden olurken o, gazetecilik mesleğine yöneldi. Ardından siyasete girdi, milletvekili seçildi. Bir yandan Kürt kimliğiyle Türkiye siyasetinde demokratik bir mücadele verirken, diğer yandan Kürt hareketinin içerisindeki eril zihniyete de meydan okudu. Siyasi statüsü yüzünden edindiği ayrıcalığın farkındaydı. Onu „el üstünde tutan“ erkeklerin kendi eşlerine, gelinlerine farklı davrandığını görüyordu: „Kadın bunu anlayamazsa siyasette elitleşme başlar. Bir adım ötesi, ‚erkek gibi‘ siyasetçi olmaktır.“
2014'te Diyarbakır'dan aday oldu ve kazandı: „Diyarbakır Cezaevi'ni yaşamış bir kadının 34 yıl sonra Diyarbakır'dan belediye eşbaşkanı seçilmesi tarihi bir rövanştı.“ Ancak rövanşın da rövanşı vardı: Sona eren çözüm süreci ve HDP'ye yönelik baskılar sonucu Diyarbakır Belediyesi'ne kayyım atandı ve Kışanak'a 14 yıl hapis cezası verildi. İddianamesinde yer alan suçlamaların arasında, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde yaptığı basın açıklaması da yer aldı.
Gülten Kışanak, 2016 yılının Ekim ayından beri bulunduğu Kocaeli cezaevinden hazırladığı kitapta, kendisinin ve diğer kadın siyasetçilerin mücadelesine ses verdi: „Erkek egemen sistem, kadınların da eşit haklara sahip olduğu demokratik, özgürlükçü bir gelecek için verdiğimiz mücadelenin bedelini bize ödetmek istiyor.“
Tarih 27 Haziran 1998'di. Adana'da 145 kişinin öldüğü, 1500’den fazla kişinin yaralandığı depremin ertesi haftasıydı. Duygu Asena, İstanbul'daki aylık kadın dergisi KİM’in yazı işleri masasına ellerini koydu ve durdu. Adana'dan gelmişti: “Erkekler kahvelerde, meyhanelerde vakit geçirirken, kadınlar ev işleri ve çocuk bakımıyla mesai harcıyor. Bu yüzden depremde en çok kadınlar öldü.“ Türkiye’de tabuları yıkan kadınlar arasındaydı.
Feminist-aktivist tarafı gazeteci ve yazar kimliğini besledi. Duygu Asena yazdığı kitaplarda kadınlara sesleniyordu: “Siz önce bireysiniz, siz önce beden…“ Türkiye’deki kadın hareketine ilham veren isimlerdendi. “Kadının Adı Yok“ isimli kitabında kadınların çocukluklarından itibaren yaşadıkları zorlukları, baba, sevgili, eş, erkek patron ve toplumsal ilişkiler penceresinden anlatıyordu. Kitap, mahkeme kararıyla 1988'de müstehcenlik gerekçesi ile yasaklandı. 40 baskı yaparak Türkiye'de feminizmi ana akıma taşıyan eser oldu.
1995’ten beri kayıp yakınları İstanbul Galatasaray Meydanı’nda her Cumartesi günü yakınlarından haber alamayışlarını ve adaletsizliği protesto etmek için bir araya geliyorlar. 1999’da artan polis şiddeti nedeniyle askıya alınan buluşmalar 2009’dan beri devam ediyor. Cumartesi Anneleri Ağustos 2018’de 700. kez bir araya gelmek istediğinde İçişleri Bakanlığı toplantı yasağı getirdi. Meydana buna rağmen gelen kayıp yakınlarına polis tarafından biber gazı ve plastik mermilerle müdahale edildi. 47 kayıp yakını gözaltına alındı. Bu olaydan beri Galatasaray Meydanı’nda değil İnsan Hakları Derneği İHD’nin İstanbul şubesi önünde bir araya geliyorlar.
83 yaşındaki Emine Ocak, 1995 yılında, ağır işkence gördükten sonra cesedi bulunan, polis tarafından gözaltına alındığında kaybolan Hasan Ocak'ın annesi. Emine Ocak 1997’de bir kez tutuklanmıştı, 11 yıl sonra tekrar polis aracına sürüklendi. Bugün HDP milletvekili olan eski gazeteci Ahmet Şık o zaman onları fotoğraflamıştı; bu fotoğraf Cumartesi Anneleri’nin sembolü oldu.
Karakteristik pembe saçları, pembe gözlüğü ve kırmızı rujuyla kimliğinden, hayata bakışından asla ödün vermedi. Edebiyat öğretmeni, tiyatro oyuncusu ve şairdi. Türkçe pop müzik tarihini şekillendiren yüzlerce şarkının sözlerini yazdı. “Sen ağlama“ da dedi, “Üzüm buğusu gibi ağlarım“ da. Sezen Aksu tarafından seslendirilen ünlü „Ünzile“ şarkısında çocuk yaşta evlendirilen bir kız çocuğunun kaderi üzerinden çocuk istismarını ve kadına yönelik şiddeti anlattı.
Ölümünden sonra evinde yirmi binin üzerinde şarkı sözü bulundu. Türkiye’nin önemli aktrislerinden Müjde Ar, annesi Gürel’i “O renkli kişiliği hayat kostümüydü“ diyerek anlatmıştı: “Herkes annemi pembe saçları ile bilir. Bunu anneme sordum: 'Nedir bu kostüm, bu peruk, gecelikle dolaşmalar?’ diye. Aldığı cevap buydu: “Bunlar topluma lafımı dinletme kostümüm. Normal döpiyesli, entel gözlüklü, ensede topuzla laflarımı söyleseydim, bir sürü insan içinde kaynar giderdim. Bu şekilde topluma lafımı dinlettim.“
Isparta'nın Koruyaka köyünde yaşayan Nevin Yıldırım, 29 Ağustos 2012 günü kendisine silah zoruyla tecavüz ettiğini söylediği 35 yaşındaki Nurettin Gider'i öldürmüş, uzun süredir erkek şiddetine sessiz kalan köylülere tepki olarak cesedin başını köy kahvesinin önüne atmıştı. Mahkeme, Yıldırım'ın avukatının tecavüz için adli tıptan rapor alınması talebini reddetti. Karar duruşmasına giden feministler polis tarafından darp edildi. Nevin Yıldırım müebbet hapis cezası aldı ve kürtaj için kocasının imzası istendiği için tecavüzün sonucu olarak doğurmak zorunda kaldı. Kadın cinayet faili erkeklere çok sık uygulanan iyi hal ve haksız tahrik indiriminlerinin kendisine tecavüz eden erkeği öldüren Yıldırım'a uygulanmaması kamuda büyük tepki çekti.
2015 yılında feminist sanatçılar çarşaflara çizdikleri Nevin Yıldırım portrelerini İstanbul sokaklarına astılar. „Yıkayınca çıkmıyor, Nevin size bakıyor“ sloganıyla yaygınlaşan portresi, kendini erkek şiddetine karşı savunan kadınların sembolü oldu. Güldünya Yayınları 2015'de yayınladığı Kirpiğiniz Yere Düşmesin kitabında kendisine şiddet uygulayan erkekleri öldürmek zorunda kalan Nevin Yıldırım, Çilem Doğan ve Yasemin Çakal gibi kadınların hikayelerini derledi.
“Benim ruhumu sürükleyen, bende alev haline geçen bir şey var; o da sanat aşkıdır, bunu bilesiniz, ölsem de mezarımda selvi ağaçları söyler.“ Semiha Berksoy, 18 yaşında babasının kendisine konservatuarı bırakması için yazdığı mektuba bu cevabı veriyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında sanat aşkıyla yaşayan, her zaman bir şeyler yaratan, kendini sınamayı seven biri. Opera sanatçısı, tiyatro oyuncusu, ressam, yazar. Dramatik soprano olarak 1934 yılında ilk Türk operası olan “Özsoy“da oynadı.
1961'den itibaren daha sık resim yapan Berksoy'un tabloları Türkiye'de ve tüm dünyada sergilendi. Aynı zamanda „Devlet Sanatçısı“ ünvanına sahip olan Berksoy, devlet bursuyla gittiği Berlin Devlet Yüksek Müzik Akademisi Opera bölümünü birincilikle bitirdi. Berlin'de çok meşhur olmasına rağmen Avrupa'da kalmayı düşünmedi. Kızı Zeliha Berksoy, bu kararını şu kelimelerle açıklıyordu: “Onun derdi Türkiye Cumhuriyeti'ydi. Memleketine faydalı olmak isterdi. Kendini halkının emrine vermiş biriydi.“
Türkiye’nin ilk LGBTİ+ hakları aktivistlerinden. 1982 yılında politik nedenlerden dolayı tutuklandı ve toplam sekiz ay cezaevinde kaldı. Amnesty International, Demet Demir’i “cinsel yönelimi“ nedeniyle düşünce suçlusu olarak tutuklanan ilk insan olarak tanımlıyor. 1985 ve 1986 yılları arasında polis ve askerin yoğun şiddet uyguladığı, tecavüz ettiği ve işkence yaptığı trans kadınlar ve eşcinsel erkeklerle birlikte tren vagonlarına doldurulup Orta Anadolu’daki Eskişehir’e sürgüne gönderilenler arasındaydı. 1989 yılında İnsan Hakları Derneği’ne üye oldu. 1997 yılında ABD’de verilen Felipa de Souza İnsan Hakları Ödülü’nü alan ilk trans kadın oldu. 1999 yılında yerel seçimlere katılan ilk trans adaydı. 2007 yılında ise genel seçimlere milletvekili adayı olarak katıldı.
Demet Demir, trans hakları mücadelesinin başladığı ilk mahalle olan Beyoğlu Ülker Sokak’ta yaklaşık 35 yıldır sokak kedileriyle birlikte yaşıyor.
Adana’nın bir köyünde on kardeşin altıncısı olarak doğdu. Köy hayatında hayatında kendisine biçilen toplumsal cinsiyet rollerine rağmen bulduğu her kitabı kendisine yoldaş edindi. 13 yaşında öykü yazmaya başladı. 44 yaşındayken köyünde sadece kadınlardan oluşan bir tiyatro topluluğu kurdu. Edebiyat ve tiyatrodan öğrendiği her şeyi kadınları özgürleştirmek için seferber etti. Yazdığı 15 oyunla 20 bin kez seyirci karşısına çıktı, çeşitli festivallere katıldı, televizyon programlarında eğitmenlik yaptı.
2013 yılında New York’taki Avrasya film festivalinde en iyi kadın sanatçı ödülünü aldı. Koçak'ı kendi sözleriyle aktaracak olursak, „Kendi oyuncaklarını kendisi yapan, düşüncelerini özgür bırakan ve özgür olan“ bir kadının hikayesi bu.