İstanbul Havalimanı, 6 Nisan'dan itibaren tam kapasite hizmet vermeye başlıyor.
taz.gazete, İstanbul Havalimanı'nı mercek altına aldığı dosyada bu projenin insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini inceliyor.

Daha fazla okumak için:
taz.atavist.com/istanbul-havalimani

„Her şeyi dert edinen, anlatamamanın çaresizliğini yaşayan, insanların kulak vermediği Mehdi benim“

„Yazarın tutsaklığı otosansürle başlar“

Almancaya yeni çevrilen „Peygamberin Endişesi“ kitabının yazarı Yavuz Ekinci ile modern çağda peygamber olmanın zorluklarını, sosyal medyanın doğasını ve Kürt edebiyatını konuştuk.

JANA VOLKMANN, 2019-11-12

Yavuz Ekinci'nin son romanı „Peygamber Endişesi“nin ana karakteri Mehdi, sıradan endişeleri olan sıradan bir adam. Evinde küçük bir ailesi, ayağında iflah olmaz bir nasır ve Twitter'da çok az sayıda takipçisi var. Mehdi'nin hayatı, bir gün Cebrail'in kendisine görünmesiyle değişir. Mehdi, yaşadığı Büyük Kent'in sokaklarını bir peygamber olarak yürümeye başlar. Dünyanın acilen kurtarılmaya ihtiyacı olsa da, kimse Mehdi tarafından kurtarılmak istemez.

Batman ve İstanbul'da yaşayan Yavuz Ekinci'nin 2018 yılında Doğan Yayınevi'nden çıkan kitabı, Oliver Kontny tarafından Almancaya çevrildi ve Kunstmann Yayınevi tarafından basıldı. Ekinci ile modern çağda peygamber olmanın zorluklarını, sosyal medyanın doğasını ve Kürt edebiyatını konuştuk.

Taz.gazete: Peygamber olduğuna inanan Mehdi’nin hikayesini anlattığınız romanınızda acı, şiddet ve absürt espriler iç içe geçmiş. Bu dengeyi nasıl tutturdunuz? Romanı yazarken zorlandınız mı?

Yavuz Ekinci: Bu romanı yazarken elbette çok zorlandım. Çünkü çok ince bir çizgi üzerinde yürüdüğümü biliyordum. Mehdi, birçok yanıyla peygamberler tarihinin bir parodisi olduğu gibi aynı zamanda yaşadığı çağın tanığı ve vicdanı. Peygamberler tarihi açısından baktığınızda hepsinin ilk defa “peygamber“ olduğunu söylediği birileri olmuştur muhakkak. Ya eşi olmuştur, ya en güvendiği insan, ya da bir başka 'kıssaya uygun’ figürdür bu. Mehdi’nin yaşadığı çağ ve bulunduğu dönem/konum itibariyle böyle bir imkânı olmadığı ortada. Karısına durumu söylediği zaman onu delilikle ve şizofrenlikle suçlayıp konuyu kapatıyor.

Yaşadığımız çağda „asosyal“ bir karakter olarak ortaya çıkan Mehdi ise en çok temasta bulunduğu berbere, balıkçıya ve fırıncıya ilk tebliğde bulunmaya çalışıyor. Bu yönleriyle elbette ironik ve komik bir durum. Çünkü Mehdi aslında çaresiz bir figür. Yaşadığı çağda yaşananların hiçbirine çözüm getiremeyecek; sizin ya da benim gibi birisi. Bu ince dengeyi tüm doğallığıyla aktarmak elbette zordu. Ama metni -elbette kontrolü tamamen kaybetmeden- kendi haline bırakmak, birçok açıdan benim işimi kolaylaştırdı. Çünkü Mehdi, yani peygamber aslında bir metafor, bir imge… Her şeyi görüyor ama değiştiremiyor. Çaresizlik içinde kıvranıyor, tıpkı bugün dünyanın kötüye doğru gittiğini gören binlerce insan gibi.

Mehdi görüşlerini paylaşmak için Twitter kullansa da fazla tepki alamıyor, insanları ikna etmekte de zorlanıyor. Sizce sosyal medya bir görüşü yaymak veya insanlarla bir diyalog kurmak açısından kolaylaştırıcı bir araç mı?

Sosyal medyanın hayatımızdaki yeri her geçen gün biraz daha artıyor. Düşündüğümüz şeyi Twitter üzerinden paylaşıyoruz. Gördüğümüz şeyi instagram üzerinden göstermeye çalışıyoruz. Dinlediğimiz şeyleri başka birtakım müzik platformları aracılığıyla insanlara dinletiyoruz. Bunlar “diyalog“ için değil daha çok göstermek için, dolaylı yoldan da olsa bir nevi tebliğ etmek için kullanılan medyalar. Koskoca devlet başkanları bile artık diplomatik meseleleri Twitter üzerinden açıklıyorlar. Dev şirketler basın açıklamalarını buralardan yapıyor.

Türkiye özelinden bakacak olursak son yıllarda gazetelerin hatta televizyonların bile sosyal medyayı haber kaynağı olarak kullandıkları programlar var… Çünkü geleneksel medya belli birtakım ideolojik kamplara sıkışmış durumda. Sosyal medyanın manipüle edilebilir bir yönü var kabul ediyorum. Ama ne yazık ki Türkiye’deki yaygın geleneksel medya çoktan manipüle edilmiş durumda. Gazeteler kapatılıyor. Gazeteciler işten çıkarılıyor veya yaptıkları haberler yüzünden yargılanıyor… Bu yüzden de Türkiye’de ise bilhassa son beş yılda artık birçok şeyi sosyal medya üzerinden öğreniyoruz. Ama bunların hiçbiri sosyal medyanın diyalog aracı olduğunu göstermiyor.

Yani peygamber olup olmamanız, sosyal medyada yarattığınız etkide belirleyici bir unsur değil.

Sosyal medyada takipçin kadar varsın. Yazdıkların dünyanın kaderini değiştirecek şeyler olsa da takipçin yoksa veya o an hiçbir takipçin bunu görmediyse uzay boşluğunda yok oluyor adeta. Mehdi’nin -ki onun ve peygamberliğinin bir metafor olduğunu söylemiştim- sosyal medyadaki çaresizliği onun düştüğü durumun ironik halinin bir göstergesi. Bugün birisi peygamber olduğunu söylese, birçok kişi o kişinin “sosyal medya“daki takipçi sayısına bakacaktır. Kaç kişi takip etmiş, kaç retweet almış, kaç like almış… İsa’nın, Musa’nın, Muhammed’in zamanında galiba işler daha kolaydı. Tanrının da yardımıyla bir mucize tüm sorunları çözebiliyordu. Sosyal medyadan nasıl bir mucize bekleyebiliriz ki? Bu çağda peygamber olmak çok zor.

Ancak kitabın sonuna doğru Mehdi bir bar sahibi tarafından şiddet görüyor. Ardından bu görüntülerin “viral olması“ onu bir fenomen haline getiriyor. Türkiye'de insanların ya da hayvanların şiddet gördüğü videolar da aynı şekilde çok paylaşılıyor. Sosyal medyada başarılı olmak için mağdur olmak ya da kahramanlaşmak mı gerekiyor?

Bu sahneye sadece bar, dayak ve sosyal medya üzerinden bakamayız. Donkişot, nasıl ki bir şövalye parodisi ise Mehdi de bir peygamber parodisidir. Mağdur kim? Kahraman kim? Viral veya popüler olmak kitlelerin algılama yorumlama biçimine göre değişir. Viral olmanın itme kuvveti içerikten çok biçimle ilgilidir. Yani burada esas olan formdur. Bunu da mağdur, zalim, sevilen yahut nefret edilen şeylerin aynı formda viral olmasından ve benzer tepkiler uyandırmasından anlayabiliyoruz. Burada ciddi bir tehlike de var. Çünkü içerikten ya da konudan, yani etik ve politik olandan çok insanları etkileyen, nesnenin uyandırdığı heyecan ve görünme biçimi. Galeyana gelen kitlelerin çok kısa sürede mevzuyu unutup, başka bir mevzuyla yine bir andrenalinle coşmasını başka nasıl açıklayabiliriz? Soruya dönersek, Mehdi mağdur da olsa kahraman da olsa, form bakımından sosyal medyanın şemalarına uyuştuğu ölçüde viral olacaktır.

Mehdi çağdaş teknoloji kullansa da bana çağdışı ve çağlarüstü bir kahraman gibi geldi. Kendisi trajik bir kahraman mı yoksa delinin teki mi? Ya da yalnızca fazlasıyla empati kuran bir insan mı?

Mehdi, çevrede olup biten her şeyi görüyor ama bunu insanlara anlatamıyor. Çünkü kulaklar ona sağır, gözler ise kör. O anlatamamanın çaresizliğini ve yaratmanın sancılarını yaşıyor. Kimi açılardan Mehdi -eşinin de belirttiği üzere- şizofren bile olabilir. Sonuçta Cebrail’in kendine göründüğünü, peygamber olduğunu söyleyen birisi. Mahalle esnafına tebliğde bulunan birisi. Sosyal medyadan üç beş takipçisine (belki de inananlarına) seslenmeye çalışan çaresiz bir günümüz insanı. Yani ne trajik bir kahraman ne de deli! O hepimiz gibi içinde yaşadığı çağda yaşayan, çaresiz bir kahraman.

Şu an Türkiye’de roman yazıp yayınlamak nasıl bir şey? Yazarlar açısından durum nasıl?

Said Nursi “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam“ demişti. Türkiye her geçen gün biraz daha otoriterleşen bir devlet. İnsan hakları, özgürlükler, yaşam hakkı, adalet duygusu çok ciddi tehdit altında. Özgürlük alanları her geçen gün biraz daha daralıyor. Ama bunlar bundan kırk yıl önce de yaşanıyordu. Türk edebiyat tarihi tutuklu yazarlarla doludur. Gözaltılar, kovuşturmalar, mahkemeler Türk yazarların en aşina oldukları şeylerdir. Bununla ilgili bir antoloji yapılacak olsa, Türk edebiyatının en hacimli antolojisi cezaevi odağında şekillenecektir. Yazarlık asıl böyle zamanlarda önem kazanır. Bana kalırsa bir yazarın asıl tutsaklığı, hatta ölümü otosansürle başlar. O zaman teslim olur. Üretemez olur. Bence bugün ve önümüzdeki yıllar için en büyük tehdit iktidarın etkisiyle yazarın yarattığı otosansür olacak.

Kürtçe edebiyat için editörlük de yapıyorsunuz. Kürt yazarların arasında ne kadar dayanışma ve karşılıklı destek var?

Kürt yazarların birbiriyle dayanışması hem çok zayıf hem de çok güçlü. Türkiye’deki Kürt yazarların kendi aralarındaki dayanışma çok güçlü. Fakat İran’da, Irak’ta ve Suriye’de, Türkiye’de, Ermenistan’da ve dünyanın birçok şehrinde yaşayan Kürt yazarların birbiriyle iletişimleri zayıf. Geçen yüzyılın başında Kürtlerin toprakları dört devlet arasında paylaşıldı. Kürt yazarlar, hikayelerini üç farklı alfabe kullanarak yazıyorlar. Ortak kurumları yok denilecek kadar az. Köklü yayınevleri ise maalesef yok. Dilleri, kültürleri baskı altında. Bugün cezaevi veya sürgünle karşı karşıya kalmayan çok az sayıda Kürt yazar var. Benim kitaplarımın Kürtçelerini yayınlayan Avesta Yayınları’nın son iki yıl içinde birçok kitabı mahkeme kararıyla toplatıldı.

Pek az Kürt yazar Almancaya çevriliyor. Uluslararası alanda çalışan Kürt bir yazar olarak rolünüzü nasıl tanımlıyorsunuz?

Kürt olmak çok zor, Kürt bir yazar olmak daha da zor. Benim tek rolüm var, yazmak. Kendime daha farklı bir rol biçmiş değilim. İnsan olarak bir vicdanım var. Bu vicdan muhasebesini Kürt bir yazar olarak değil, sadece yazar olarak değil, insan olarak yapıyorum ben. Yazdıklarımın insan hikâyeleri değil Kürtlerin hikâyeleri olduğunu düşünerek kısıtlı bir alanda okuyabiliyorlar örneğin. İnsanlar, kimi zaman benden bir siyasetçi gibi davranmamı ve konuşmamı da bekliyorlar. Oysa ben bir siyasetçi değilim. Ben bir yazarım. Her şeyden önce kurmaca metinler yazıyorum. Ben yaşanan savaşları, kıyımları bir tanıklık şeklinde veya bir siyasetçi gibi anlatmam. Bu savaşların, kıyımların, ölümlerin insan ruhu üzerinde açtığı yarayı anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Ben sadece Kürt halkının yazarı değilim. Ben benzer kaderi yaşamış herkesin hikâyesini anlatan biriyim. Her şeyi dert edinen, anlatamamanın çaresizliğini yaşayan, insanların kulak vermediği ve kaçtığı Mehdi benim.

JANA VOLKMANN, 2019-11-12
GERI
YAZAR HAKKINDA