İstanbul Havalimanı, 6 Nisan'dan itibaren tam kapasite hizmet vermeye başlıyor.
taz.gazete, İstanbul Havalimanı'nı mercek altına aldığı dosyada bu projenin insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini inceliyor.

Daha fazla okumak için:
taz.atavist.com/istanbul-havalimani

İlk zamanlarda “Marjinalim ben“ diye düşünüyordum. Sonra yaptığımın gayet normal bir şey olduğunu fark ettim.

„Kimsenin bacısı değiliz“

Reçel blog ve Havle Derneği'nin kurucularından müzisyen Rümeysa Çamdereli ile Türkiye'de Müslüman ve feminist olmak üzerine konuştuk.

RABIA ÇETIN, 2019-05-06

Müslüman feminist aktivist ve müzisyen Rümeysa Çamdereli, 1989 Diyarbakır doğumlu. Kabataş Erkek Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği’nde okuyan Çamdereli, eğitimine İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı’ndaki yüksek lisansıyla devam ediyor. Müslüman muhalif kadınların yazdığı Reçel blogun ve Türkiye’nin ilk Müslüman feminist kadın derneği Havle’nin kurucularından olan Çamdereli ile Türkiye’deki Müslüman feminist hareket üzerine konuştuk.

taz.gazete: Kendinizi ilk ne zaman feminist olarak tanımlamaya başladınız?

Rümeysa Çamdereli: Başörtü meselesini bir kadın meselesi olarak ele almak benim için tetikleyici oldu. Benim ilk edindiğim kimlik Müslümanlıktı. Boğaziçi Üniversitesi başörtüsü yasağını uygulayan bir okul değildi, ama 2008’de, okul döneminin ilk haftasında başörtüsüyle içeri girememiştik. Üniversite hayatımın başlangıcında başımı açmak zorunda kalmam önemli bir dönüm noktası oldu. Öncesinde kadın kimliğimle yaşadığım ayrımcılıkların çok farkında değildim. Böylece feminist arkadaşlarımla yakınlaştım, feminist örgütlenmelerin içine dâhil oldum. 8 Mart, 25 Kasım eylemlerine katılmaya başladım.

Müslüman feminist kadınlar başörtüsü meselesini hâlâ tartışıyorlar mı? Kadınların başörtülerini tartışmaya açmayı da anti-feminist ve patriyarkal bulanlar var…

Ben bu tartışmanın artık geride kaldığını düşünüyorum. Başörtüsü karşıtı argüman kendisini iki noktadan temellendiriyor: Birincisi, “Kadınlar erkeklerden kendilerini sakındıkları için örtünüyorlar“. İkincisi ise “Kadınlar kendi istekleriyle örtünmüyorlar, baskıyla örtünüyorlar.“ Benim hikâyemde bunların hiçbiri yok ve artık başörtülü kadınların hikayelerini Reçel blog gibi platformlar sayesinde çok daha rahat dinleyebiliyoruz. Ayrıca Müslüman kadın başörtülü olmak zorunda da değil. Kendini Müslüman olarak tanımlayan ve başörtülü olmayan kadınlar da var içimizde. Yani bu meseleyi salt başörtüsüne sıkıştırmamaya çalışıyoruz.

Müslüman kadınların yazdığı Reçel blog nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?

Kendi hikâyemizi anlatırsak insanlarla daha kolay özdeşlik kurarız diye düşündük. Kendi gündelik tartışmalarımızı paylaşmakta ve kendi gündemimizi görünür kılmakta eksik kaldığımızı hissediyorduk. Önemli bir kitleye hitap ediyor Reçel. Bir yerden sonra blog kendi üslubunu oluşturmaya başladı ve bize yazanlarla etkinlikler yaptık. Bu görüşmelerde “Yalnız değilmişim“ diyenler oldu. Reçel, kadınlara cesaret verdi.

Türkiye’nin ilk Müslüman feminist kadın derneği Havle de benzer bir şekilde mi ortaya çıktı?

Havle’de kendisine feminist diyen ve farklı aktivizm alanlarında çalışan Müslüman kadınlar olarak bir araya geldik. Belirli bir kurumsallık ve sürdürülebilirlik derdi olan, daha örgütlü bir yapıya ihtiyacımız vardı. Havle’den önce Başkent Kadın Platformu vardı, ama orası feminizmle doğrudan ilişkisini açık etmeyen bir alandı. Biz kendimizi feminist harekete ait hissediyor, feminist hareketle doğrudan ilişki kuruyoruz.

Peki muhafazakar çevrelerde feminizme bakış nasıl?

Türkiye’deki muhafazakâr cenah henüz feminizmi tanımıyor. Farklılıkları kolay kabul etmeyen bir kesim. Ama yeni kuşakta çok farklı düşünen genç kadınlar var. Başörtüsü yasaklarının kaldırıldığı 2011’e kadar sadece bu yasakları konuştuğumuz bir hayatımız vardı. Sonrasında feminizmle daha rahat bir şekilde buluşma şansı yakaladık. Şimdi muhafazakâr kesimdeki yeni kuşak tamamen feminist tartışmalara doğuyor.

Muhafazakâr insanlara feminizmi nasıl anlatıyorsunuz? Onlarla neleri tartışıyorsunuz?

Şu an bağımsız bir grup feminist kadınla ve bazı örgütlü kadınlarla tanışıklık sağlama ve birlikte örgütlenmenin yollarını aramaktayız. Muhafazakârlar bizim tüm çalışmalarımızın hedef kitlesi denebilir. Kadına had bildiren tüm anlayışlarla mücadele ediyoruz.

Foto: özel

Müzisyen kimliğiniz tüm bunlara nasıl ekleniyor? Başörtülü bir müzisyen olarak sahneye çıktığınızda ve elektronik gitar çaldığınızda nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Müzisyenliğim muhafazakâr camianın erkekleri tarafından bir tehdit olarak görülüyor. Kadınlardan belirli sınırlar dâhilinde hareket edip, mümkün olduğunca erkeklerin iktidar alanını tehdit etmemesi, görünür olmaması beklendiği için sahneye çıkmak kadının özel ve kamusal alandaki kalıplarına uymayan bir görünürlük sunuyor. Muhafazakâr kadınların tepkilerinin büyük bir kısmınıysa „gerçekleştirilememişlikler“ olarak okuyorum. Ağır, yoğun ve sert tepkiler oluyor kadınlarda. “Bunu yapamazsın“, “Örtünü çıkart da git“ diyorlar. Ama muhafazakar kadınların tepkileri beni daha az rahatsız ediyor. Çünkü bastırılmışlık ve sıkışmışlık içerisinde veriyorlar bu tepkileri. Seküler kesim ise başta “İnanılmaz bir şey bu yaptığın“ gibi olumlamalarda bulundu. İlk zamanlarda bu beni çok mutlu ediyordu. “Marjinalim ben“ diye düşünüyordum. Daha sonra aslında yaptığımın gayet normal bir şey olduğunu fark ettim.

Türkiye’deki Müslüman feminist kadın hareketi şu an nasıl bir noktada?

Son dönemde Müslüman kadın hareketinin feminizmle tanışması, değişimin tam kendisi. Bir arada mücadeleye göz kırpan, ideolojik olarak yeni tartışmalara açık ve gündelik hayat pratiklerine odaklanan bir hareket. 90’larda İslamcılıkla büyüyen hareket içerisinde kendine „dindar“, „mütedeyyin“ diyen kadınların hareketi genel olarak başörtüsü meselesini merkeze alıyordu. Bu dönemde Konca Kuriş, Hidayet Tuksal, Sibel Eraslan gibi isimler önemli tartışmalar yürüttü. Ama yasaklardan ötürü, çok kitleselleşen tartışmalar olamamış ne yazık ki.

Bu değişimde Türkiye’deki son 15-20 yıllık iktidarın etkisi var mı?

Tabii ki. Çünkü muhalif bir hareket. Başörtüsü yasağına karşı verilen mücadele de muhalifti. Ama şimdiki Müslüman feminist hareket iktidarın bir sistem olarak farklı alanlardaki uygulamalarına da karşı çıkmayı temsil ediyor, çünkü iktidarın muhafazakârlaşma adına gerçekleştirdiği dönüşüm bizi de tehdit eden bir şey. Bu toplumsal dönüşümle mücadele için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Hâlihazırdaki hükümetin politikalarını herhangi bir sivil toplum kuruluşu eleştirmekle nasıl yükümlüyse biz de eleştirme sorumluluğumuzun farkındayız. Doğrudan Anti-AKP olduğumuzu söyleyemem. Ama AKP’li de değiliz.

AKP'nin hangi uygulamaları müslüman kadınları tehdit ediyor?

Biz iktidarın “Bizim başörtülü bacılarımız“ dediği bacılardan değiliz. Feminizm zaten kimsenin “bacısı“ olmamayı gerektirir. Erken yaşta evliliğin önünü açacak yasa teklifleri, bu eylemlerin affedilmesine dair yasa teklifleri -ki buradaki teklif iktidardan değil muhalefetten gelmişti, yani söz konusu kadın meselesi olduğunda pek ayrıştıklarını düşünmüyorum- bizim de meselemiz. Boşanmaların sayısını azaltmak için kurulan komisyonlar, kadına rağmen “aileyi korumaya“ yönelik uygulamalar da bizim meselemiz, Türkiye’deki tüm kadınlar gibi. Bu konulara kendi inancımız çerçevesinde feminist kadınlar olarak sorumluluğumuz olduğunu hissediyoruz.

İktidarın bu yıl İstanbul’daki 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nü „ezan“ üzerinden hedefe almasını nasıl yorumluyorsunuz? Kadınların ezanı protesto ettiği iddia edildi.

Ben o yürüyüşte de değerlendirme toplantısında da vardım. Gece Yürüyüşü’nde ezan ıslıklanmadı. Gece Yürüyüşü’nü organize eden ve yürüyüşte bir araya gelen kadınlar dine karşı bir araya gelmedi. Biz de oradaydık. İktidar bunu provokatif bir malzeme olarak kullandı. Ayrıca ezanla mutsuz bir ilişkisi olan bir kadın grubunun da olduğunu kabul etmek gerek.

Hangi grup?

Mesela ezan Alevi kadınlar için bambaşka bir şeyi temsil ediyor. Buradaki rahatsızlığı okumak başka bir şey, koca bir kadın grubunu dine karşı konumlandırmak ve onun üzerinden bir provokasyon malzemesi haline getirmek bambaşka. Ayrıca dine dair semboller başka insanlara gerçekten rahatsızlık veriyorsa oradaki sorumluluğumuzu kendimize hatırlatmamız gerekiyor. İnsanların dine bir öfkesi varsa bu insanları ortadan kaldırarak değil, nefreti ortaya çıkaran argümanlara karşı mücadele etmek ve kapsayıcılıkla hareket etmek gerekiyor.

RABIA ÇETIN, 2019-05-06
GERI
YAZAR HAKKINDA