İmamoğlu sabırlı, uzlaşmacı ama kararlı, kendisiyle barışık ve geldiği kültürü asık suratlı bir savunmacılığa düşmeden taşıyabilen bir siyasetçi izlenimi çiziyor.
Ekrem İmamoğlu birkaç ay öncesine kadar kimsenin tanımadığı bir ilçe belediye başkanıydı. Aday gösterildiğinde herkes şaşırdı, hatta bazıları rahatsız bile oldu. Zira AKP’nin her işe koştuğu ağır topu Binali Yıldırım’la yarışacak adayın daha bilinir bir isim olması bekleniyordu. Üstelik kimselerin tanımadığı bu aday, Türkiye siyasetinin dindar-seküler gerilimi üzerine kurulduğu ve milliyetçiliğin bu iki kutba birden renk verdiği bir iklimde ortaya çıkmıştı. Siyasi partilerin neredeyse tamamı, bu eksenler dışında bir söylem ve politika geliştirmekten, ellerindekini de kaybedecekleri korkusuyla çekiniyorlardı.
31 Mart yerel seçimlerini kazanan İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun en büyük başarısı, bu iç içe geçmiş kalıplara hapsolmadan da siyaset yapılabileceğini göstermek oldu. Nitekim, Erdoğan’a 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçiminde rakip olan ve tüm Türkiye’de büyük bir heyecan yaratan CHP’li Muharrem İnce, Erdoğan’a benzer, kavgacı bir dil kullanarak onunla baş etmeye çalışmış ve kaybetmişti. İmamoğlu bu yolu izlemedi.
Erdoğan’ın öfkeli, uzlaşmayan, muhafazakâr erkek portresinin karşısında sabırlı, uzlaşmacı ama kararlı, kendisiyle barışık ve geldiği kültürü asık suratlı bir savunmacılığa düşmeden taşıyabilen bir siyasetçi izlenimi çiziyor. İmamoğlu aday olduktan hemen sonra Erdoğan’ı sarayında ziyaret ettiğinde muhalif kamuoyu bunu lüzumsuz bir hareket olarak görmüştü. Oysa bu, kendisini bir aday olarak AKP’li seçmenlere takdim edebilmesinin en kestirme yoluydu.
Seçimler yaklaşırken Erdoğan, İstanbul’da tüm ilçe adaylarını ve Binali Yıldırım’ı bir kenara çekerek halkın karşısına bizzat kendisi çıktı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve merkezi hükümetin tüm imkânlarını kullanarak meydanlara topladığı İstanbullulara defalarca hitap etti.
Ekrem İmamoğlu ise mitinglerde halka kürsüden ve yukarıdan bir üslupla seslenmek yerine sokaklarda dolaştı. CHP’nin kazanacağından herkesin emin olduğu mahallelerden çok, AKP'ye yoğun oy çıkan semtlerde yaşayan insanlarla konuştu. Onların iktidarın güdümündeki medyadan öğrendikleri yalan yanlış tüm argümanları sabırla, sesini yükseltmeden, muhatabının gözlerinin içine bakarak tartıştı. Onları ve sorunlarını dinledi, çözüm önerilerinden oluşan vaatler üretti.
Türkiye'nin alışmış olduğu CHP'li siyasetçi profilinden uzak bir görüntü çizen İmamoğlu, nerede ve nasıl inşa etmişti siyasi kişiliğini?
48 yaşındaki Ekrem İmamoğlu da Erdoğan gibi Türkiye'nin kuzeyindeki Karadeniz bölgesinde doğdu. Kendi internet sitesinde yer alan bilgilere göre Trabzonlu bir aileden gelen İmamoğlu'nun babası bir yandan tütüncülük, bir yandan inşaat malzemeleri toptancılığı yapıyordu. Babası, daha sonra İstanbul’da bir müteahhitlik şirketi kurdu. Ekrem İmamoğlu üniversitedeki işletme eğitimini tamamladıktan hemen sonra bu şirketin başına geçti. 1980 öncesinde sağ MHP’li, daha sonra merkez sağ ANAP’lı olan babasından devraldığı ticari ve siyasi ilişkileri kendi yordamınca geliştirdi.
Erdoğan gibi futbola meraklı olan İmamoğlu, İstanbul takımlarından biri yerine Trabzonspor’u destekledi ve kulüp yönetiminde de bulundu. Babası gibi ANAP’ta çok kısa bir süre siyaset yaptıktan sonra CHP’ye giren İmamoğlu 2009 yılında Beylikdüzü ilçe başkanlığına, 2014 yılındaysa aynı ilçenin belediye başkanlığına seçildi. İmamoğlu'nun görünürlüğü 31 Mart seçimlerinde aday gösterilmesiyle arttı.
İmamoğlu'nun CHP’ye ilk girdiğinde ailesinin geçmişi ve tavrı nedeniyle “has CHPli olmamakla“ eleştirildiği iddia ediliyor. Ancak bugünkü profiline baktığımızda, siyasi geçmişini farklı seçmen kitleleriyle daha doğrudan iletişim kurabilmesini sağlayan bir avantaja çevirdi.
Mesela 2013 yılı 1 Mayıs eylemleri esnasında herkesle birlikte polis gazına maruz kaldığı görüntüsü sosyal medyaya düştü. CHP'ye şüpheyle yaklaşan solcu gençler inadı bırakıp, “Demek aynı gazı solumuşuz“ dediler. Derken, bir camide Yasin Suresi’ni hem de usulünce okuduğu görüntüler yayıldı. AKP’nin önde gelenleri onu “dini siyasete alet etmek“le eleştirdiler. Ancak bu görüntülerin, AKP’nin iktidardan düşmesi halinde dini özgürlüklerini kaybedeceklerinden korkan insanlarda karşılığını bulduğunu ve AKP’ye oy vermek yerine sandığa gitmemeyi tercih eden genç dindarları kendisi lehine sandığa yönelttiğini söylemek mümkün. Ayrıca bu profil, CHP’nin “katı seküler“ imajını da yumuşattı.
31 Mart gecesi, İmamoğlu’nun, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun başını çektiği bir organizasyonla desteklendiği de anlaşıldı. Yani İmamoğlu CHP içinde gelip geçici bir istisna değildi, kuvvetle desteklenen ve partinin geleceğini kuracak siyasi ekibin yüzü olarak seçilmişti. Başkanlığının elinden YSK kararıyla alındığı akşam İmamoğlu'nun bu duruma hazırlıklı olduğu anlaşılıyordu. Prompter’a bakmadan, düzgün cümlelerle, hareketli, enerjik bir performansla konuşan İmamoğlu, kendisine oy verenleri bu defa yeniden başlayan seçim kampanyasının gönüllüsü haline getirdi.
İmamoğlu, yaşanan hukuksuzluğa rağmen mağdur biri gibi davranmadı. Tıpkı dindarlık gibi mağduriyet kimliğini de tekeline alan Erdoğan ve partisinin karşısına mağdur pozuyla çıkmak büyük hata olurdu. 17 yıldır iktidarda olmasına rağmen mağduriyeti bir türlü geçmeyen, tüm kritik kararları ve söylemleriyle mağduriyet ve meşruiyet/haklılık arasındaki ahlaki makasın açılmasına neden olan bir siyasi ekibe karşı, onların dilinde konuşmak beyhudeydi. Onun yalnız İstanbul’da değil, tüm Türkiye’de yarattığı mobilizasyonun ortak teması mücadele oldu: Hak, hukuk ve demokrasi mücadelesi.
23 Haziran’da yenilenecek olan seçimlerde AKP'nin adayı Binali Yıldırım İBB başkanlığına büyük bir farkla otursa bile, bunun bileğinin hakkıyla değil partisinin seçim bürokrasisindeki gücü sayesinde olduğu izleniminden kurtulamayacak. Yani 23 Haziran’da yapılacak seçim yalnızca Ekrem İmamoğlu kazanırsa meşru olacak.