İstanbul Havalimanı, 6 Nisan'dan itibaren tam kapasite hizmet vermeye başlıyor.
taz.gazete, İstanbul Havalimanı'nı mercek altına aldığı dosyada bu projenin insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini inceliyor.

Daha fazla okumak için:
taz.atavist.com/istanbul-havalimani

Gülistan Avcı'nın eşi Ramazan Avcı, 35 yıl önce Neo-Naziler tarafından öldürüldü.

„Hanau her yerde“

Nazilerin yenilgisi, Almanya'nın ırkçılıktan da kurtulduğu anlamına mı geliyor? Göçmen kökenli inisyatifler, Almanya’da „Kurtuluş günü“ olarak kutlanan 8 Mayıs'ta ırkçılığa karşı eylemler düzenledi.

EREN PAYDAŞ, 2020-05-09

Gülistan Avcı geçtiğimiz Aralık ayında, kendisine “S.çtımın Türkü“ diye bağıran Alman bir erkeğin saldırısına uğradığında, 35 önce Neo-Naziler tarafından öldürülen eşi Ramazan Avcı’nın anma töreninden dönüyordu. Eşi öldürüldüğünde dokuz aylık hamile olan Avcı, torununu aynı toplum içerisinde bu nefrete maruz kalmadan büyütmenin yollarını arıyor. Hamburg’da, eşinin 35 yıl önce öldürüldüğü yer olan ve ismi 2012 yılında “Ramazan Avcı Meydanı“ olarak değiştirilen alanda duruyor. Anıtın üzerine konulmuş hoparlörden ırkçılık karşıtı rap şarkıları yükseliyor. Anmaya katılan Türkiyeli ve Alman göstericilerin dövizlerinde ise “Irkçılık bir yapıdır ve 1945’ten beri varlığını sürdürmektedir“ yazıyor.

Gülistan Avcı, Şubat ayında aşırı sağcı bir terörist tarafından gerçekleştirilen 10 kişinin ölümüyle sonuçlanan Hanau saldırısının ardından harekete geçen inisiyatiflerin düzenledikleri 8 Mayıs etkinliği için burada. Vergisini burada ödediğini ve hakkını burada arayacağını söylüyor. Buna rağmen Almanya’da kurumlara ve devlete karşı biriktirdiği güvensizliği anlatıyor: “Değişen bir şey yok, ne sokakta ne devlet dairelerinde. 35 yıl geçti, daha eşimin tazminat davası bile sonuçlanmadı.“

8 Mayıs, Nazi yönetiminin askeri mağlubiyetinin resmileşmesinin yıldönümü anlamına geliyor. Almanya’da bu tarih resmi olarak bir “kurtuluş günü“ olarak kutlanıyor. Alman toplumunun Nazizme bakışı, bu “kurtuluş“ fikrini besliyor. Die Zeit gazetesinin 28 Nisan’da yayınladığı bir ankete göre Alman halkının yüzde 53’ü hala nazizmin işlediği suçlarda halkın bir payı olmadığını, savaşın ve Yahudi soykırımının arkasında sadece tekil faillerin ya da Nazi partisinin olduğunu düşünüyor. Ancak Nazi yönetiminden kurtulmanın, faşizmden ve ırkçılıktan da kurtulmak anlamına gelip gelmediği Almanya’da bir tartışma konusu. Bu tartışmanın en büyük sebeplerinden biri, son 40 yılda Almanya’da kendilerini Neo-Nazi olarak tanımlayan grupların göçmenleri hedef aldığı cinayetler ve devletin bu cinayetleri aydınlatma konusundaki isteksizliği.

Örneğin, Almanya’da 2000 ile 2007 yılları arasında 10 cinayet işleyen NSU örgütüne destek veren ağın ne kadar geniş olduğu hala cevap bekleyen bir soru. Sadece üç kişilik bir şebeke tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen suçlar ile ilgili davalar da uzun yıllar sürüncemede bırakıldı. Öte yandan Mölln’de 1992, Solingen’de ise 1993 yılında Neo-Naziler tarafından gerçekleştirilen saldırılar sonucunda toplam sekiz Türkiyeli göçmen katledildiğinde, Alman devleti ise bu dönemde göçmenlere gerekli desteği vermemekle ve olayların arka planı ile ilgilenmemekle suçlanmıştı.

Geçmişten bugüne devam eden bu tutumlar, ırkçılığın kurumsal ve bürokratik yapıdan da güç aldığına ilişkin kaygılar doğurdu. Şubat ayında gerçekleşen Hanau saldırısı ise göçmen gruplarını harekete geçirdi. Berlin’de oluşturulan Migrantifa ve Antira gibi gruplar bu saldırıların yapısal sorunlara işaret ettiği ve politik boyutlarının dile dökülmesi gerektiğini ifade ederek bu yılın 8 Mayıs’ında gösteriler düzenlemeye karar verdiler. Hamburg’da da ırkçılık karşıtı inisiyatifler ve geçmişteki kurbanların aileleri bir araya gelerek 8 Mayıs’ı “Hanau Her Yerde“ sloganıyla anmak için harekete geçti.

„Almanya 151 Avro ile mi kendisini aklayacak?“

1992 yılında Mölln’de gerçekleşen kundaklamada annesini, kızını ve yeğenini kaybeden Faruk Arslan, 8 Mayıs’ı kapsamlı bir anma olarak düzenleme motivasyonunun Hanau saldırısı sonrasında ortaya çıktığını anlatıyor. Arslan, saldırıdan haberdar olur olmaz Hanau’ya gittiğini söylüyor: “Oradakilerle dayanışmak ve acıları paylaşmak çok önemliydi. Öte yandan ırkçılığa toplu bir biçimde dur deme zamanının geldiğini de hep beraber gördük.“ 8 Mayıs’ın göçmenlere yönelik ırkçılığın kurbanlarını da kapsayan bir anma günü olmasını istediklerini belirten Arslan, sorunun da çözümün de tekil hikayelerden fazlasına bakmayı gerektirdiğini söylüyor: “AfD gibi bir parti meclise girmiş durumda, Almanya bana tazminat olarak ödediği aylık 151 Avro ile mi kendisini aklayacak?“

Hamburg’da 2001 yılında NSU tarafından öldürülen Süleyman Taşköprü için aynı gün düzenlenen anmada da benzer deneyimler aktarılıyor. Bu anmaya katılan ve 2004’te gerçekleşen başka bir NSU saldırısının mağdurlarından olan Candan Özer de devletin bu tekilleştirici yaklaşımının altını çiziyor. Eşi Atilla Özer’in saldırı sonrasındaki soruşturmada şüpheli muamelesi gördüğünü, kafasına saplanmış 12 adet çiviyle sorguya alındığını, baskı gördüğünü, işini kaybettiğini ve girdiği bunalım sonucu hayatını kaybettiğini anlatan Özer, “Almanya’nın kendisine yakıştıramadığı şeylerin lekesinden kurtulmak için mağdurları suçlu olarak göstermeye çalıştığını“ belirtiyor ve ekliyor: “Olayın arkasında ırkçı motifler çıkınca da bu defa failleri hastalıklı münferit vakalar olarak sunmaya çalıştılar. En sonunda da dosyalara 100 yıllığına gizlilik kararı getirdiler.“

Özer, anma alanındaki çiçekler ve afişler ile kaplı anıtın yanında, devletin saldırganlara cesaret vermesinden de bahsediyor. Mücadeleyi sürdürdükçe tehdit almaya devam ettiğini belirten Özer’e göre saldırganlar sadece devletin tavrından değil, Alman halkının ilgisizliğinden de güç alıyorlar. Bu yüzden 8 Mayıs’ta gerçekleştirilen bu girişim hala devam eden bir soruna işaret ediyor.

„Almanya ırkçılığın yapısal varlığını kabul etmiyor“

Alman medyasında çoksesliliğin yerleşmesi için çalışmalar yürüten Neue Deutsche Medien Macher*innen organizasyonunun sözcüsü Ferda Ataman, medyanın büyük bir kısmının, AfD gibi aşırı sağcı bir partinin meclise girmesini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirip olağanlaştırdığını aktarıyor. Bu, hem resmi kurumların hem de medyanın hala bu konuda ırkçı söylemleri kamuya taşıyan ve meşrulaştıran bir rolü üstlenebildiğini gösteriyor. Ataman’a göre Almanların çoğu Nazizmin 1945’te çöktüğünü ve şu anki tek kalıntısının kendisine Neo-Nazi adı verilen gruplar olduğunu öne sürüyor. Ancak göçmenler ve farklı etnik arka planlara sahip insanlar için durum böyle değil: “Bugün farklı etnik arka planlara sahip pek çok kişi kendilerini anti-faşizm mücadelesi vermek zorunda hissediyor. 8 Mayıs’a yönelik çağrı da bu doğrultuda, Nasyonel Sosyalizm’den çıkarılan derslerin bugüne uyarlanmasına yönelik bir çağrıdır ve durumun halen ne kadar güncel olduğuna dair bir uyarıdır.“

Avukat Ünal Zeran ise, ırkçılığın devlet dairelerinde, mülteci kamplarında ve sokaklarda başka şekillerde ortaya çıktığını ama esas sorumluluğun devlette olduğunu belirtiyor: “Almanya’da devlet saldırıları tekil ve münferit olaylar olarak ele alıyor ve ırkçılığın yapısal varlığını kabul etmiyor. Bu da zaten saldırılara zemin hazırlıyor ve sorunun güncel kalmasına neden oluyor“.

Akşam saati olduğunda, Hamburg sokaklarındaki anmalar yavaş yavaş sona eriyor. Etkinliği düzenleyen inisiyatifler, karanlık çöktükten sonra şehrin farklı yerlerindeki duvarlara kurbanların fotoğraflarını yansıtmaya hazırlanıyorlar. Semra Ertan’ın, yabancı düşmanlığını protesto etmek için 26 Mayıs 1982 tarihinde kendisini ateşe verdiği köşede hala birkaç kişi bulunuyor. Bir kadın alana bırakılmış çiçekleri düzenliyor. O sırada maskeli iki polis köşede duran insanlara yaklaşıp alandan ayrılmaları gerektiğini söylüyor: Süreniz doldu.

EREN PAYDAŞ, 2020-05-09
GERI
YAZAR HAKKINDA