Geçtiğimiz yüzyılın Almanya'sı ile günümüzün Türkiye'sinin parlamentolarında yaşanan süreçler, şaşırtıcı benzerlikler içeriyor.
Türkiye'de üzerinde halkoylamasına gidilecek olan anayasa değişiklikleri, bağımsız olarak yeni bir sistem oluşturmayı değil, tam tersine tek bir insana olağanüstü yetkiler vermeyi öngörmektedir.
Yapılan değişikliklerle Türkiye için öngörülen “Başkanlık Sistemi“, parlamentonun tamamen önemsizleştirilmesi anlamında, Alman “Yetkilendirme Yasası“ ile tam bir benzerlik göstermektedir.
1933'den sonra kağıt üzerinde Alman Hükümeti'ne devredilip, gerçekte Adolf Hitler tarafından kullanılan parlamento yetkileri, Türkiye'deki yasayla Cumhurbaşkanı'na devredilmektedir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi ortadan kalkmakta, Cumhurbaşkanı yargı, yasama ve yürütme yetkilerini uhdesinde toplamaktadır.
Diğer bir deyişle Cumhurbaşkanı, parlamentonun yasama yetkilerine ek olarak mevcut sistemde Başbakan ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılan yürütme yetkilerini de üstlenmektedir. Üst düzey yargıç atamaları vasıtasıyla yargının tam kontrolü Cumhurbaşkanı'na geçmektedir.
Adolf Hitler, 30 Ocak 1933'de Başbakan olarak atanmasından sonra tüm gücü eline alabilmek için faaliyete başladı. Birkaç ay önce yapılan seçimlerde, lideri olduğu Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ni parlamentoda en büyük parti yapmasına rağmen bu parti 196 sandalyeyle ancak yüzde otuzluk bir çoğunluğa sahipti. Bu durum Hitler'in amaçlarını gerçekleştirmek için gereken çoğunluğun çok uzağındaydı. Dolayısıyla Hitler için en acil görev, parlamento aritmetiğini değiştirmek adına için acilen yeni bir seçim yapılmasıydı.
Almanya'da “Yetkilendirme Yasası“ Süreci
Hitler, yaşlı Cumhurbaşkanı von Hindenburg'u 5 Mart 1933 tarihinde yeni bir seçim yapılması için ikna etmeyi başardı. Nazi partisinin destekçileri ve sol muhalefet arasında yoğun sokak çatışmalarının yaşandığı kaotik ortamda seçimden altı gün önce parlamento binası Reichstag şüpheli bir şekilde yanarak (ya da yakılarak) kullanılamaz hale geldi. Bu olay Hitler ve partisi tarafından ülkedeki 5 Mart seçimlerinden önce ve sonra muhalefeti ezmek için bir fırsat olarak kullanıldı.
Seçimlerin hemen ardından Almanya Komünist Partisi, „Reichstag yangınını gerçekleştirdiği“ iddiasıyla kapatıldı. Sosyal Demokrat Parti yöneticilerinin bir kısmı ise artan saldırılar sonucunda yurtdışına çıkmak zorunda kaldılar. Seçim sonucunda Nazi partisi oyların yüzde 43.9'unu alarak parlamentodaki üye sayısını 288'e çıkarmasına rağmen çoğunluğu sağlamak için 52 üyeli Alman Milli Halk Partisi (DNVP) ile koalisyon kurmak zorunda kaldı. Seçimle de istediğini alamayan Hitler'in bir sonraki adımı çok daha radikal oldu: Başkanı olduğu hükümete olağanüstü yetkiler veren bir kanunu gündeme getirmek.
Bu durum parlamentonun devreden çıkması anlamına geliyordu, zira hükümete verilmesi önerilen yetkiler parlamentonun en önemli yetkileri arasında yer alıyordu. Böyle bir kanun yürürlükteki Weimar Anayasası'nın da değiştirilmesini gerektiriyordu. Bu, koalisyon ortağı DNVP'nin desteğiyle bile mümkün görünmüyordu, çünkü anayasanın değiştirilmesi için milletvekillerinin üçte ikisinin oyu gerekmekteydi.
Hitler koalisyon ortağı DNVP'ye ek olarak Merkez Parti'nin oylarına da göz dikti. Hitler bu partinin lideri Ludwig Kaas'ı bir şekilde ikna ederek destek sözü aldı. 81 Komunist Parti milletvekilinin hapiste veya yeraltında olduğu bir parlamento ortamında tasarıya sadece 120 üyeli Sosyal Demokrat Parti tarafından karşı çıkıldı.
Oylama sonucunu garantiye almak için parlamentoya başkanlık yapan Nazi şeflerinden Hermann Göring o zamana kadar hiç uygulanmamış bir yola başvurdu. Üçte iki çoğunluğu sağlamak için gereken milletvekili sayısını 432'den 378'e düşürdü. Bunun için de Komunist Partili milletvekillerinin “nedensiz olarak“ oylamaya katılmamasını gerekçe gösterdi.
23 Mart 1933 günü yapılan oylamada Nazilerin sokak gücü olan SA mensuplarıyla SS birlikleri parlamentoyu kuşatarak Nazi partisi üyeleri haricindeki vekillere sözlü tacizlerde ve tehditlerde bulundular. Oylamada tasarıya muhalif olan Sosyal Demokrat partili milletvekillerinin çabaları tasarının 444 oyla parlamentodan geçmesine engel olamadı. Yasa Cumhurbaşkanı von Hindenburg tarafından da aynı gün imzalanarak yürürlüğe girdi.
“Millet ve Devletin Sıkıntılarının Giderilmesi“ (Gesetz zur Behebung der Not von Volk und Reich) isimli yasa beş kısa maddeden oluşuyordu. Buna göre daha önce sadece parlamentoda olan yasa çıkarma yetkisi hükümete de veriliyordu. Bu yetkiler arasında yürürlükte olan anayasaya aykırı yasaların çıkarılması da bulunmaktaydı. Yasanın çıkmasından birkaç ay sonra, yasaya destek veren DNVP ve Merkez Partisi de dahil olmak üzere Nazi Partisi haricindeki tüm partiler kapatıldı.
Bundan sonra Alman parlamentosu sadece kağıt üzerinde mevcut bir kurum olarak kaldı. Dolayısıyla Yetkilendirme Yasasını çıkaran parlamento kendi yokoluşunu kendi elleriyle hazırlamış oldu. Yasa dört senelik bir dönem için geçerli olmasına geçerlilik süresi 1937 ve 1941'de iki kez uzatıldı.
1945'e gelindiğinde ortada ne kağıt üzerindeki parlamento ne de eski Almanya kalmıştı.
Türkiye'de Anayasa Değişikliği Süreci
2016'nın sonlarına doğru Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bir süredir soğumaya bıraktığı Başkanlık Sistemi'ni yeniden gündeme getirdi. Anayasının bu yönde değiştirilmesi için parlamentodaki 550 oydan 367'sine ihtiyacı olan AKP, yıllardır kendilerine karşı oldukça sert ifadeler kullanan MHP'nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli'yi bir şekilde “evet“ demeye ikna etti.
9 Ocak 2017'de TBMM'de görüşülmeye başlanan “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504)“ CHP ve HDP'nin cezaevinde bulunmayan milletvekilleri tarafından şiddetle eleştirilmesine rağmen 20 Ocak'da parlamentodan geçti ve referandum sürecine girildi.
Parlamento görüşmelerinde genel siyasi durumdan ve tek adam rejiminden kaygı duyan bazı AKP ve MHP milletvekillerinin muhtemel “yanlışlarını“ önlemek için bu partilerin “komiserleri“ oylama sürecini sıkı bir denetim altında tuttular. Böylelikle gizli oylama öngören Anayasanın bu konudaki hükmü AKP ve MHP yöneticileri tarafından herkesin gözü önünde açıkça ihlal edildi.
Parlamentodaki muhalefet milletvekilleri yine oylama sürecinde AKP'liler tarafından fiziki saldırılara uğradılar. Yerleşmiş geleneğin hilafına süreç boyunca AKP iktidarı parlamentoda olup bitenlerin Meclis TV'den canlı olarak nakledilmesini de engelledi.
Ne yazık ki, süreç ne kadar ciddiyetsiz olursa olsun sınırsız yetkili ve kontrolsüz bir tek adam yönetiminin varacağı sonuçların ciddiyetini tarih açıkça göstermektedir. 1930'ların Almanyası ile ürpertici benzerlikleri içeren Türkiye'deki sürecin ne yöne evrileceği Nisan ayında yapılacak referandum tarafından belirlenecektir. Muhalefetin tüm imkanlarının büyük ölçüde kısıtlandığı ortamda ortaya çıkacak sonucun felakete giden süreci derinleştirmemesini umuyorum.
Kaynaklar:
Heiden, K. (1999) The Führer. Carroll & Graf Publishers, Inc., NY.
Schirer, W.L. (1990) The Rise and Fall of the Third Reich. Simon & Schüster, NY.