İstanbul Havalimanı, 6 Nisan'dan itibaren tam kapasite hizmet vermeye başlıyor.
taz.gazete, İstanbul Havalimanı'nı mercek altına aldığı dosyada bu projenin insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini inceliyor.

Daha fazla okumak için:
taz.atavist.com/istanbul-havalimani

„İnsan için doğal olan yas cezaya dönüştürülüyor.“ Berkin Elvan'ın mezarı.

„İnanç acıyı sadece bastırır“

Soma'da yaşamını yitirenlere neden şehit denildi? Berkin Elvan'ın annesi neden yuhalanıyor? Bir yas danışmanıyla günümüzün matem kültürünü konuştuk.

KUTLU ESENDEMIR, 2017-06-02

Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, eşini 15 yıl önce siyasi bir suikaste kurban vermiş bir akademisyen. Matemler ülkesi Türkiye’de, matem havası o kadar yoğun ki, Prof. Dr. Hablemitoğlu, eşi adına kurulan Hablemitoğlu Enstitüsü’nde sertifikalı olarak “Yas Danışmanlığı“ yapıyor, eğitimler veriyor.

Yas danışmanlığı nedir?

Ölümü, kayıpları konuşmadığımız bir gün bile olmayan, bizimki gibi bir ülkede, neredeyse her köşe başında erişilmesi gerekli profesyonel bir hizmet. Yakınlarını kaybedenlerin ölen kişi ile bitiremedikleri ilişkilerini tamamlamalarına ve ölen kişiye veda edebilmelerine çeşitli ilke ve yöntemler kullanarak yardımcı oluyorum. Yas sürecinde kişinin bazı görevleri var, süreci aşmak için bu görevler yerine getirilmediğinde yas sürecinden çıkılmıyor.

Size kimler başvuruyor?

Yas tutan herkes. Her yaş grubu, kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç kaybın her çeşidi için yas tutulur. Yas danışmanlığı bu noktada, kişinin içindeki acıya neden olan ölümün gerçekliğinin anlaşılmasına ve tabii ki bu acıyla yaşamayı öğrenmeye, kaybı anlamlandırmaya, üstesinden gelmeye yardımcı olma amacı güder.

Eşinizin ölümünün bu alana yönelmenizde payı oldu mu?

Kişisel olarak içinde olduğum durum nedeniyle 2004 yılından itibaren yurtdışında sertifikalı eğitimlerini aldığım bir alan oldu bu. İyileşebilmemin tek yolunun bu olduğunu anladım. Bir Amerika seyahatimde çok sayıda kitaba rastladım.

Kitaplar, yakınlarını travmatik olaylarda kaybedenleri ve veda edebilmenin önemini anlatıyordu. Türkiye’de o yıllarda bu konuda yayın neredeyse yoktu. ‚İyileşmemin tek bir yolu var‘ diye düşündüm. Çünkü hasta gibiydim. Öğrenmeliyim diye düşündüm. Bir de öğrendiklerimi başkalarına aktarmayı ekledim buna.

Soma maden faciasının yıldönümünde aileler, kaybettikleri yakınlarını anmak ve hak arayışları için, miting düzenlerken; devlet kentin dört bir yanında Kur’an okuttu. Sizce nedir bunun anlamı?

Devlet, hak arayışları meşrulaşan ölü yurttaşlarını, geride kalanlarla beraber anmayı sevmiyor. Ve ölenlere hep yenileri ekleniyor. Ölüm yıldönümlerinde Kur’an okutulması bir inanç. Bunda bir sorun yok. Ancak devlet bunu yaparak geleneksel bir görevi tamamlayıp kenara çekiliyor. Ayrıca, Kur’an biliyoruz ki, mezarlıklarda genel bir ses sisteminden de okunuyor. Demek ki, Soma bir mezarlık. Ne ağır bir vurgu, ne acımasız bir hatırlatma şekli.

Acıyı inançla dindirmek mümkün mü?

Bu gerçekçi değil. İnanç acıyı sadece bastırır, dayanma gücü verebilir. Ancak, zaman geçip de yokluğun kalıcılığı anlaşıldığında yetmez.

Biliyorsunuz; devlet Soma’da yaşamını yitirenleri “şehit“ ilan etti. Şehitlik kavramının yasla bağı var mıdır?

Tabii ki. Örneğin, bizim memlekette evladı askere giden bir anne için evladının dönüşüne kadar geçen zamanın etkisine „yas beklentisi sendromu“ diyoruz. Şehitlik olası ölümün adıdır zaten. Ama askerlikten söz ediyorum, bunun altını çizelim. Ancak şehitlik kavramının içi boşaltıldı. Hatta istismar edilen bir kavrama dönüştü.

Neden?

Çünkü kişinin ölme biçimini ve nedenlerini sorgulamanın, hesap sormanın net ve kesin bir dille önüne geçmiş oluyorsunuz. İhmal yüzünden yanarak ölen küçücük çocuklardan, bir kamyon kasasında taşınırken katliam gibi bir kazada ölen tarım işçilerine kadar herkesi şehit ilan ederseniz, evladı askerde ölen annenin elinden tek dayanma gücünü de alırsınız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sıklıkla “Kefen giydik“ diyor, ölüme sıklıkla vurgu yapıyor.

Vallahi bende bir karşılığı yok bu sözlerin. “Giydik“ demekle giyilmiyor. O işler öyle olmuyor. O kadar koruma ordusu sizi beni korumadığı gibi, zırhlı araçlara da, ne siz biniyorsunuz, ne de ben.

Bu hafta, Gezi Direnişi’nin 4. Yıldönümü ve anımsarsanız, dönemin Başbakanı, direnişte polis tarafından katledilen Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan’ı miting meydanında yuhalatmıştı.

Ne korkutucu aslında bu hatırlattığınız. Bir çocuğun acısı bizi birleştiremiyor ne yazık ki bu ülkede. Herkes birbirinin acısı üzerinden birbirine vuruyor. Çünkü acılarımız bizim zayıf noktalarımız. Bu nedenle yasla yaşanan acıyı paylaşmak yerine, siyasi kazanç olarak kullanıyoruz. İnsani değil, siyasetle açıklanabilir bu durum sadece.

Ölümle korkutmak ve sıklıkla ölüme vurgu yapmak, bir terbiye biçimi midir?

Bu bir dünya görüşü, hayat dünyevi öyleyse ölüm daha kutsal. Bunca genç nüfusu olan bir ülkenin gençlere ölümden daha iyi ve doğru şeyler vadetmesi gerekir. Ölümle terbiye etmek dünya görüşünün devamlılığını sağlıyor.

Türkiye’deki halklar arasında yas tutmak konusunda bir toplumsal eşitlik söz konusu mu?

Kitlesel ölümlerde yas ve yas süreci, toplumsal olarak inşa edilen kamusal bir ortaklık alanı. Ancak bu noktada bir ayrımcılık var. İnsanlar sadece ölen kişi ve ölüm biçimi yas tutmaya uygunsa yas tutabiliyorlar. Bu normların dışında kalan ölümler toplumsal olarak ve devlet olarak onaylanmıyor, kabul edilmiyor ve kamusal alanda yas, anma ve hatırlatmalar paylaşılmıyor.

Ne gibi?

Evlilik dışı ilişkilerde taraflardan birinin ölümü, kürtaj, çok yaşlı birinin ölümü, evde birlikte yaşanan bir hayvanın ölümü, intihar, eşcinsel ve trans ölümleri, terörist ölümü, işte darbeciler için “Hainler mezarlığı“ gibi önerilerin yapılması, hepsi bu kapsamda ele alınabilir.

Bu neye yol açıyor?

Böyle ölümlerle yakınlarını kaybedenler, ölüm nedeni konusunda kendilerini toplumda kabul edilebilir görmüyorlar. Makbul olan ve makbul olmayan ölümler. Ve yas tutmak, bir insanın yaşamında doğal bir şeyken neye dönüşüyor biliyor musunuz? Deyim yerindeyse, bir lanete, bir cezaya dönüşüyor yas…

KHK ile işten atılan iki eğitimci, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça yaklaşık üç aydır açlık grevinde. Bu iki akademisyenin ailelerine, sevenlerine ne önerirsiniz?

İşini kaybettikleri için ölmeye yatmış onurlu iki insan var gözümüzün önünde eriyen. Ya da yakın zamanda kızının cenazesini buzlukta bekleten bir anne var bir yerlerde. Ya da duvarları, -yine tırnak içinde söyleyelim- kazara yıkılıp yataklarında uyurken ölen küçücük iki çocuk var. Hepsi aynı, devlet hepsine aynı gözle bakıyor. Bu yüzden aileler, en az ölmeye yatan o iki insan kadar cesur olmak ve buna saygı duymak zorundalar.

KUTLU ESENDEMIR, 2017-06-02
GERI
YAZAR HAKKINDA